Almanya'nın yeni lideri, göreve başlamasının ardından Türkiye ile ilişkiler konusunda açıklama yapmadı. Ancak Scholz'un yaptığı ilk dış ziyaretler ve telefon görüşmeleri, yeni hükümetin dış politikasında öncelikleri ve Türkiye'ye nasıl konumlandırdığı konusunda önemli ipuçları veriyor.
8 Aralık'ta yemin ederek göreve başlayan Scholz, ilk dış ziyaretini 10 Aralık'ta Fransa'ya yaptı, aynı gün Brüksel'e geçti, AB'nin üst düzey yetkilileriyle bir araya geldikten sonra NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile görüştü. Scholz, ABD Başkanı Joe Biden ile ilk telefon görüşmesini de yine 10 Aralık'ta yaptı.
Başbakan Olaf Scholz'un Erdoğan ile telefon görüşmesini, göreve gelmesinden 11 gün sonra yapması, üstelik aynı gün Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile görüşmesi, dikkatlerden kaçmadı.
Almanya hükümet sözcüsü, telefon görüşmesine ilişkin yaptığı kısa açıklamada, Erdoğan'ın Scholz'ü yeni görevinden dolayı tebrik ettiğini, liderlerin ikili ve dış politika konularını ele aldıklarını, tarafların "yakın istişarelerin sürdürülmesi konusunda mutabık kaldıklarını” söylemekle yetindi.
Berlin'de Almanya-Türkiye ilişkilerini yakından izleyen çevreler, iki ülkenin bazı uluslararası konularda benzer görüşleri ve endişeleri paylaştıklarını, ancak bir çok konuda da görüş ayrılıklarının sürdüğünü belirterek, önümüzdeki aylarda yeni siyasi gerilimlerin yaşanabileceği konusunda endişelerini gizlemiyorlar.
Koalisyonun büyük ortağı Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) yanısıra, hükümet ortağı Yeşiller'in de demokrasi ve insan hakları konularında büyük hassasiyet taşıması, iki partide de Türkiye kökenli siyasetçilerin ve Türkiye'yi yakından tanıyan isimlerin bulunması, Türkiye'deki iç siyasi gelişmelerin, ikili ilişkiler gündemine yansımasını da beraberinde getiriyor.
Bununla birlikte, Merkel hükümetinde olduğu gibi, Scholz hükümetinde de, Türkiye denince akla gelen ilk konuların başında, Suriyeli mülteciler bulunuyor.
2015 yılından bu yana yaklaşık 1 milyon Suriyeli sığınmacının geldiği Almanya, yeni bir istikrarsızlık ve gerilim durumunda, tekrar bir sığınmacı akınıyla karşı karşıya kalmaktan endişe ediyor ve böyle bir durumu engellemek için Türkiye ile işbirliğini devam ettirmek istiyor.
AB-Türkiye Mülteci Mutabakatı'nın uygulamasının iyileştirilmesi konusunda görüşmelerin bu yıl devam etmesi bekleniyor. Diğer yandan Almanya, farklı uluslararası yardım kuruluşları aracılığıyla, Türkiye'deki sığınmacılara yönelik projelere finansman desteğini de devam ettiriyor.
Öte yandan Türkiye'deki ekonomik sorunlar ve siyasi tartışmalar, kamuoyunda sığınmacılar konusunda hoşnutsuzluk ve tepkiler, yakından izlenmeye devam ediliyor.
Kutuplaşmanın Almanya'ya taşınması endişesi
Alman siyasetçilerin Türkiye konusunda kaygıyla izlediklerini dile getirdikleri bir diğer önemli konu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söylemleri, bunların beraberinde toplumda görülen kutuplaşma ve Avrupa ülkeleriyle yaşanan gerginlikler.
Erdoğan'ın yakın geçmişte, referandum ve seçimler öncesinde yürüttüğü kampanyalarda, kendi kitlesini konsolide etmek için kutuplaştırıcı bir söylem kullandığına dikkat çeken siyasi uzmanlar, dönem dönem Avrupa ülkelerine yöneltilen "Nazi” ithamlarına benzer ağır suçlamaların siyasi krizlere yol açtığını, aynı zamanda kasıtlı olarak tırmandırılan gerilimin, Avrupa'da yaşayan Türkiye kökenliler arasında da huzursuzlukları ve kutuplaşmaları beraberinde getirdiğini hatırlatıyor.
Alman hükümet çevreleri, gelişmelerin yakından izlendiğini belirterek, Türkiye'de bir baskın seçim kararının alınması durumunda, geçmişte yaşanan olumsuzlukların tekrarlanması için gerekil adımların atılacağını, Almanya'nın iç güvenliği tehlikeye sokacak gelişmelere izin verilmeyeceğini vurguluyorlar.
Kritik Osman Kavala kararı
Yeni Alman hükümetinin dış politikada demokrasi ve insan haklarını önceliklendiren bir çizgi izleyeceğini açıklamasının ardından, bunun yansımalarının Türkiye ile ilişkilerde de görülmesi bekleniyor. Türkiye'nin üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarını uygulaması için birçok çağrıda bulunan Almanya, Osman Kavala'nın serbest bırakılmasını istiyor.
Avrupa Konseyi, Türkiye hakkında ihlal prosedürünü başlatmak için düğmeye basmakla birlikte, Ankara'ya Osman Kavala'nın serbest bırakılması kararını uygulaması için 19 Ocak'a kadar yeni bir fırsat tanımıştı.
Bu konuda son haftalarda Avrupa ülkelerinden kamuoyuna dönük bir açıklama gelmemesi dikkat çekerken, bazı Batılı diplomatlar bu durum için "fırtına öncesi sessizlik” benzetmesini yapıyor.
AİHM kararlarına rağmen Kavala'nın serbest bırakılmaması durumunda, Türkiye yalnızca uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmeyen bir ülke olarak anılmakla kalmayacak, AB ile ilişkilerde de daha derin bir kriz riski ortaya çıkacak.
Ağır sonuçlar doğurabilir
Demokraside gerileme nedeniyle fiilen dondurulan Türkiye'nin AB üyelik müzakerelerinin bu kez resmen askıya alınması da söz konusu olabilecek. AB'nin, aday ülke Türkiye'de " demokrasi ve hukuk devleti gibi temel değerlerin ciddi ve sürekli bir şekilde ihlali” durumunda, bu yönde bir karar alma yetkisi bulunuyor.
Ayrıca AB'nin Küresel İnsan Hakları Yaptırım Rejimi uyarınca da, Türkiye'de AİHM kararlarının uygulanmasını engelleyen siyasi sorumlular ve yetkililer hakkında yaptırım gündeme gelebilir. Böyle bir yaptırım önerisi, Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi ile üye ülkeler tarafından yapılabiliyor. Yaptırım kararı ise AB Konseyi'nde oybirliği ile alınıyor.
Steinmeier Türkiye'yi ziyaret etmedi
Yeni yılın bir diğer önemli dönemeçlerinden birini de Almanya'da 13 Şubat 2022 tarihinde yapılması öngörülen cumhurbaşkanlığı seçimleri oluşturacak.
Almanya-Türkiye ilişkilerini yakından takip eden deneyimli bir siyasetçi olan Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, aynı zamanda Erdoğan'ın politikalarını açık sözlü bir şekilde eleştiren sayılı liderlerden biri. Steinmeier'ın bugüne kadar Türkiye'yi ziyaret etmemesinin de, Erdoğan'a yönelik bir mesaj olduğu belirtiliyor.
Oysa Steinmeier'den önce 2014 yılında dönemin cumhurbaşkanı Joachim Gauck, 2010 yılında da dönemin cumhurbaşkanı Christian Wulff, Türkiye'ye resmi ziyaret gerçekleştirmişlerdi.
Türkiye'yi yakından takip ediyor
Şubat ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir kez daha seçilme şansı yüksek olduğu belirtilen Steinmeier, ilk olarak 2005- 2009 döneminde, sonra da 2013- 2017 yılları arasında Almanya dışişleri bakanı olarak görev yapmıştı. Sonra cumhurbaşkanı seçilen Steinmeier, Erdoğan iktidarının Türkiye'de yol açtığı değişimi çok yakından takip eden bir siyasetçi.
Steinmeier, daha ihtiyatlı ve diplomatik bir dil kullanan Merkel'den farklı olarak, kamuoyu önünde yaptığı açıklamalarda da, Erdoğan'ın politikaları hakkındaki endişe, eleştiri ve uyarılarını çok daha açık ifadelerle dile getirmişti.
Steinmeier'in verdiği mesajlar ve takındığı tutum, Almanya'nın Türkiye'ye yönelik devlet politikasının temel parametrelerini sergilemesi nedeniyle de ayrıca önemli görülüyor.
Steinmeier'in dikkat çeken mesajları
Türkiye'de cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yürürlüğe girmesinden bir kaç ay sonra, Eylül 2018'de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Berlin'de ağırlayan Steinmeier, konuğunun onuruna verdiği, çok sayıda davetlinin katıldığı akşam yemeğinde Türk heyetinde soğuk duş etkisi yaratan bir konuşma yapmıştı.
Türkiye'ye, Almanya'daki Nazi öneminde, aralarında yüzlerce bilim insanı ve sanatçıların bulunduğu insanlara ev sahipliği yaptığı için minnettar olduklarını söyleyen Steinmeier, "80 yıl önce Almanlar Türkiye'ye sığınmıştı, bugün ise, sivil toplum üzerinde artan baskının kaynaklık ettiği artan endişe nedeniyle Türkiye'den çok sayıda kişi bize sığınıyor” demişti. Alman Cumhurbaşkanı, Erdoğan'a dönerek sözlerine şöyle devam etmişti:
"Keskin toplumsal farklılıkların insan hakları ve hukukun üstünlüğü temelinde çözüme kavuşturulmasını temenni ediyoruz. Ve bu sadece bir temenni değil. İstikrarlı, demokratik anayasaya dayanan, ekonomik olarak başarılı, Avrupa yönelimli bir Türkiye, Almanya'nın menfaatleri açısından büyük önem taşımaktadır… Sayın Cumhurbaşkanı, olanları görmezden gelerek, normal gündeme dönemeyeceğimizi anlayacağınızı umuyorum.”
Steinmeier'in üç yıl önce Erdoğan'ın yüzüne bakarak kamuoyu önünde yaptığı ve tarihi olarak nitelendirilen bu konuşması aslında ilişkilerde bugün gelinen noktaya da ışık tutuyor.