Üstad Bediüzzaman Hazretleri Onuncu Lem’a’da Bu Hizmetin kerametinin üç çeşit olduğunu ifade ediyor:
“Birinci nevi: O Hizmeti ihzâr etmek ve hâdimlerini o Hizmete sevk etmek cihetidir.
“İkinci kısım: Mânileri bertaraf etmek ve muzırların şerrini def edip, onları tokatlamaktır.
(…)
“Üçüncü kısım şudur ki: Hizmette hâlisen çalışanlara fütur geldiği vakit şefkatli bir tokat yerler, intibaha gelerek yine o Hizmete girerler. Bu kısmın hâdisatı, yüzden fazladır. Yalnız yirmi hâdiseden on üç-on dördü şefkatli tokat yemişler, altı yedisi zecr tokatı görmüşler.”
Alptekin Aksoy, Uluslararası ilişkiler mezunu olmasına rağmen İngilizce bildiği için 1995’te Tanzanya’ya okul açmak için gönderiliyor. Fakat cebinde 2000 dolar parası var. Oteller pahalı. Hiçbir tanıdığı yok. Sıcak ülke olduğu için bakıyor bir çok insan mescidlerde yatıp kalkıyor, o da öyle yapıyor. Bir gün oranın yerlilerinden Türkiye’de üniversite okumuş Abdurrahman isimli bir genç kendisine “Sen Türk müsün?” diye soruyor. O da “Evet… Buraya okul açmak için geldim. Oteller pahalı çok az param var. Hemen bitiririm diye oralarda kalamıyorum, onun için camide kalıyorum” diyor. Abdurrahman onu Osmanlı sevgisiyle dolu eski bir bakanın yanına götürüp tanıştırıyor. Onun büyük bir evi var. “Gel yukarıda boş odalar var, birinde kal” diyor. Orada Mekke-Medine’de olduğu gibi sabah ezanlarından bir saat önce teheccüd ezanları okunuyor. O zat, erken yatıp teheccüd ezanları ile uyanıp camiye gidiyor. Teheccüd ve sabah namazını camide kılıyor. Fakat Alptekin geç saatlere kadar M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin konuşmalarını banttan dinliyor. Tabii madeni ses, aşağıya tesir ediyor, onun için Alptekin’e “Evladım sen ne dinliyorsun?” diye soruyor. O da Hocaefendi’den bahsedince getir bir de beraber dinleyelim” diyor. O “Ama Türkçe!” deyince, “Olsun!” diyor. Teybi açıyor…. Hocaefendi ayet-hadis okudukça o da tekrar ediyor. Bantın bir yüzü 45 dakika sürüyor, beraber 45 dakika dikkatle dinliyor. “ Öbür tarafını da çevir dinleyelim!” diyor. Onu da aynı şekilde dikkatle dinledikten sonra, “Ben hep ‘Bu koskoca Osmanlının evliyası, asfiyası, âlimleri vardı, bunlar ne oldu acaba?’ diye düşünüyordum, işte şimdi birisini buldum” diyor. Hocaefendiye bir mektup yazıp “Beni talebeliğe kabul et!” diyor. Hocaefendi de kendisine bir cübbe gönderiyor.
Sonra Alptekin’i bu eski Bakan alıp Milli Eğitim Bakanına götürüyor. “Okul açmaya gelmiş, bu gence yardım et!” diye Bakanına takdim ediyor. Bakan da “Onu bir eğitim derneği veya vakfı kurmasını” tavsiye ediyor. Onlar, Alptekin, Abddurrahman ve Bakan bir araya gelip tavsiyeyi yerine getiriyorlar.
Alptekin, bir kart bastırıp okul binası aramaya başlıyor. Uygun bir bina görüyor. Fakat sahibi olmadığı için bir kart bırakıp gidiyor.
Biz Tanzanya’ya gidip bina sahibi Şeyh İsmail ile görüştüğümüzde şunları anlatmıştı:
“Ben aslen Ummanlıyım. Tanzanya’ya geldim hem ticaret yapıyor, hem de Kur’an okuma yarışmasında birinci olduğum için Kur’an Kurslarında Allah rızası için ders veriyordum. Kazancımdan da bu fakir ülkenin insanlarına maddi yardımda bulunuyordum.
Bir müddet sonra Dubâi’ye gitmeyi düşündüm. Oraya gittim. Fakat orada iflas ettim. bir ticaret ehli yanında ortak olarak çalışmaya başladım. Bir gün rüyamda kendimi büyük bir toplulukla Mescid-i Nebevînin kapısı önünde beklerken gördüm. Oradan bir şahıs çıktı ve doğrudan bana “Sen tekrar Tanzanya’ya dönecek ve orada şu grupla hizmet edeceksin!” dedi. Halbuki ben Şâzilî tarikatındandım şeyhim ve arkadaşlarım yanımdaydı. Onun dediği grubu tanıyordum. Bu bir rüya diye düşündüm ama bir müddet sonra Dubâinin inşaatçı zengin bir şirketinin sahipleri gelip “Biz Tanzanya’da büyük işler yapmak istiyoruz, seni araştırdık, sen orada işler yapmışsın tecrübe sahibi imişsin bizimle ortak olmanı istiyoruz.!” dediler. Böylece Tanzanya’ya geri döndüm ve çok zengin oldum.
Mango ağaçlarının da bulunduğu bahçeli bir arsa satın aldım, kendim için güzel bir binanın inşaatına başladım. Dua etmesi için şeyhimi de davet ettim. O da ‘Ya Rabbi burasını hayırlı bir ilim yuvası eyle!..’ diye dua etti.
Bina tamamlandıktan sonra Amerikalılar bu binayı Konsolosluk için kiralamak istediler, fakat kendisi için özel olarak yaptırdığını söyledi… Sonra Suudiler geldi. Onlar da kiralamak istiyorlardı. Onlara aynı cevapla karşılık verdi.
Sonra bir gün Alptekin’in kartını gördüm. Türkleri Osmanlı torunu oldukları için sever, merak ederdi. Onları üç metre boyunda Leventler olarak tasavvur ediyordu. Onun için Alptekin’i görmek istiyordu. Telefon numarasından arayıp davet etti. Alptekin geldi. Eğitimden bahsetti bu binayı okul yapmak istediğinden söz etti. Şeyh İsmail ona da bina hakkında aynı karşılığı verdi. Ama Alptekin, İslam dünyasının üç düşmanı olduğundan bu cehalet, fakirlik ve ihtilaf düşmanlarından ancak eğitimle, çalışmakla bilgiyle kurtulmanın mümkün olduğunu değişik ifade kalıpları ile anlatıp duruyordu. Baktı Alptekin’in sözlerini keseceği yoktu. “Tamam, tamam, ben bir düşüneyim… Sonra sana neticeyi bildiririm” dedi. Başından savmak istiyordu.
Alptekin gitti ama sözleri kafasının içinde kaldı. Yatağa yatınca bile sağına da dönse, soluna da dönse o sözler zihninde dolaşıp duruyordu. Uyudu ama, rüyasında Şeyhi ona, o binayı Alptekin’e vermesini söylüyordu. Nihayet Alptekin’i çağırıp görüştü… “Tamam veriyorum!” dedi.
Bütün bunları bizzat Şeyh İsmail anlatırken sonunda, “Nihayet kızımı da Alptekin’e verdim.” dedi.
Tanzanya’daki görüşmemizden birkaç sene sonra Şeyh İsmail, Tanzanya’nın eski Cumhurbaşkanı ile Türkiye’ye geziye gelmişlerdi. Çünkü o da kendisi gibi Şâzilî tarikatındandı. Bütün bunları, mahalli bir TV’de de anlattı. Bir sema programı yaptık. Sonra onlar ikisi beraber kendi dillerinde İlahiler ve na’tlar okudular. Zaten Şeyh İsmail çok güzel Kur’an tilavet ediyordu…
Bu Kurban Bayramında Almanya’dan dostlarımız kurbanlarını Tanzanya’da kesmek için gitmişlerdi. Oradan bizi telefonla görüntülü olarak aradılar. Hatta Alptekin ile görüştürdüler. Kayın pederi Şeyh İsmail vefat etmiş, ayrıca eşi hanımefendi de vefat etmişti. Çocukları kalmıştı. Onun ölüm haberi bizleri ve bütün sevenlerini derin bir üzüntüye sevk etti…
Başta evlatları ve akrabası Sait Aksoy olarak bütün tanıyan ve sevenlerine başsağlığı diliyor ve bu adanmış ruhlu yiğidimiz, kahraman Alpimiz, Alptekinimize, Cenab-ı Erhamürrahiminden rahmetler, mağfiretler niyaz ediyoruz… Alptekin kardeşimiz bazı kardeşlerimiz gibi Hizmet’e gelecek bazı bela ve musibetleri paratöner gibi üzerine çekip bir koruma alanı meydana getirmiş olarak ruhunun ufkuna yürümüştür.