Altı asır Cihana hükmedenler...

Altı asır Cihana hükmedenler...
Padişahlar her zaman tartışmalara konu oldu bu tartışmalar padişahlara hakarete kadar uzandı.
Kimilerince padişahlar cahil ve halkı sömüren yöneticiler olarak tasvir edildi kimilerine göre de “Fatih, Yavuz ve Kanuni” dışındaki sultanların hiçbir şeyden anlamadığı ima edildi. Zaman zaman gündeme gelen Vahdettin “hain miydi, değil miydi” tartışmaları da işin cabası. “Bizler Devlet-i Aliyye tahtının sahibi değil ancak misafirleriyiz.” Düşüncesiyle kaleme alınan yepyeni bir padişahlar biyografisi ülkemizde sultanlar ile alakalı bazı ezberleri bozacak gibi gözüküyor. Sultan II. Abdülhamid’in “Dünyada insaniyete edilen hizmet zayi olmaz. İnsanın dünyada bırakacağı ancak iyilik ve namdır.” sözüyle başlayan Salih Gülen tarafından kaleme alınan “Tahtın Kudretli Misafirleri Osmanlı Padişahları” isimli eser Yitik Hazine Yayınları tarafından piyasaya sunuldu. Eserde Osmanlı padişahlarının bütün bir cihana “one minute” deyişleri gözler önüne seriliyor. Eser hakkında yazarı Salih GÜLEN'le kısa bir röportaj yaptık. Kitabınızı diğer padişah biyografilerinden ayıran en mühim özelliği nedir? Piyasadaki padişah biyografilerinde bakış açısı umumiyetle padişahların asker kimlikleri üzerinde yoğunlaşıyor. Buradan hareketle de başarı veya başarısızlık kararı veriliyor. Bu kitapta padişahları, bir sultan, bir halife, bir baba, bir eş olarak ele almaya çalıştım. Bir lider bir komutanın ötesinde bir insan olarak… Ve karşımıza Osmanlı medeniyeti inşa eden dâhi devlet adamları, dev şairler, usta bestekârlar, muhteşem hattatlar, başarılı sporcular, meşhur müzisyenler kısacası bir medeniyetin mimarları çıktı. Biz Osmanlı padişahlarının savaşçı olanlarını daha mı çok seviyoruz? Savaşçı olarak değil de çok başarılı olanları çok seviyoruz. Burada savaşçı Osmanlıları, Persler, Moğollar gibi istilacı yahut, İngilizler, İspanyollar gibi sömürgeci olarak göstermek tarihi gerçeklerle çok uyuşmaz. Osmanlı yüksek bir medeniyettir ve gittiği yerlerdeki medeniyetlere de saygı duyar. İnsanlığın ortak mirasına büyük katkılar yapmıştır. Padişahların muhteşem olanlarını sevmemiz gayet normal, Osmanlı halkı da padişahlarını muhteşem görmek ister. Padişahların kıyafetlerini ve fotoğraflarını incelediğimizde boylarının yaklaşık 1.70 1.75 civarında olduğunu tahmin ediyoruz. Ancak ihtişamlı cepkenler ve görkemli bir kavukla hele hele gövdeleri de bacaklarından uzun olduğundan muhteşem atların üzerinde muhteşem bir görüntü çizdikleri malum. YAVUZ’A DİĞER PADİŞAHLAR DA HAYRANDIR Padişah denilince akla neden sadece Fatih, Yavuz ve Kanuni geliyor? Bu algı biraz da aldığımız eğitimle alakalı tarih galiplerin üzerinden yazılır. Gerçekten Fatih, Yavuz ve Kanuni; dünya tarihini etkileyecek güçte padişahlar ve çok başarılı kumandanlar, cihana “one minute” diyebilen sultanlar. Yavuz gibi bir büyük karizmanın diğer dönemleri de etkilediği muhakkak. Pek çok Osmanlı padişahı zaten Yavuz’a hayrandır. Mutlaka türbesine ziyaretine giderler, Yavuz’un kıssaları nesilden nesle aktarılır. Devleti onun devrindeki muhteşem günlere taşımak, hazineyi onun gibi doldurmak çoğu padişahın hedefidir. Ancak bütün Osmanlı padişahlarının üç padişahın gölgesinde kalmasını şahsen çok doğru bulmuyorum. Otuz altı padişahın dönemlerinde ve icraatlarında öğrenilmesi gereken çok hususlar olduğu kanaatindeyim. Biraz daha okuyabilirsek hayranlık duyacağımız çok daha fazla padişah çıkacaktır. Bir padişahın çok başarılı olması devletin başarısı için yeterli mi? Hayır. Bu husus genellikle gözden kaçıyor. Devlet idaresi kolektif bir iş, bir ekip çalışması, moda tabiriyle bir takım oyunudur. Sadece bir tek padişahın devlet içinde yapabilecekleri oldukça sınırlı… Milyonlarca kilometrekareye yayılmış dev bir imparatorluktan bahsediyoruz. Sonraki padişahların devirlerinde Fatih’in, Yavuz’un, Kanuni’nin ekiplerinin yetişmediği gerçeği de göz önünde bulundurmak gerek. Yoksa I. Ahmed, II. Osman, IV. Murad, II. Mustafa, II. Mahmud, II.Abdülhamid gibi karakter olarak Kanuni’den çok da eksiği olmayan padişahlar geldi, lakin onların Kanuni’nin sahibi olduğu bürokratları, alimleri, orduları hiç olmadı. Osmanlı padişahlarının tamamının hayatını yazan biri olarak sizi en çok etkileyen padişahların kim olduğunu sorsak Başta altın zincirin on halkası olarak bilinen ilk on padişah olmak üzere Sultan I. Ahmed, II. Osman, IV. Murad, II. Mustafa, III. Ahmed, I. Abdülhamid, III. Selim, II. Mahmud, Abdülaziz, II. Abdülhamid, Mehmed Reşad hayatlarıyla en çok dikkatimi çeken padişahlar. Çok fazla saymadınız mı? Şahsi hataları elbette olabilir. Lakin otuz altı padişahın tamamını iyi niyetli, en az otuzunu her şeye rağmen başarılı buluyorum. Eserde görselliği ön planda tutmanızın özel bir sebebi var mı? Görsellerin gücünü yazı ile vermek mümkün değil. Padişahların yaşadıkları mekânları, yaptırdıkları eserleri, mühim hadiselerden görüntüleri vererek tarihi, masaldan gerçekliğe dönüştürmeye çalıştık. Fotoğraflara dikkatli bakıldığında sarayların camiler yanında çok küçük kaldığı, Osmanlı medeniyetini izlerinin yıllara meydan okuduğu, çok mütevazı mekânlardan dünyanın idare edildiği çok daha güzel görülecektir. Özellikle üç Osmanlı başkentini (Bursa Edirne ve İstanbul) bu nazarla sayfalara taşıdık. Bazı görsellerin bu eser vesilesiyle ilk defa gün yüzüne çıkmış olmasından dolayı mutluyuz. Padişahların çoğu bilinmeyen pek çok özelliğine yer veren “Tahtın Kudretli Misafirleri Osmanlı Padişahları” kitabı şimdiye kadar yayınlanmamış, gravür, minyatür ve fotoğraflar kitabı süslüyor böylece padişahların nazarından Osmanlı tarihine bakarken bir yandan da en renkli okumalar yapmak mümkün oluyor. Yayınevi yetkilileri eserin İngilizceye çevirisinin tamamlandığını Arapça çevirisinin ise sürdüğünü haber verdiler. Herkese ulaşılabilmesi için kitap 18 lira kampanya fiyatı ile piyasaya arz edildi. ESERDEN PASAJLAR HANEDAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN BAŞARISINA DUACI “Tahtın Kudretli Misafirleri Osmanlı Padişahları” kitabına takdim kaleme alan Sultan V. Murad ve Sultan V. Mehmed Reşad’ın torunu Şehzade Osman Osmanoğlu yazısında hiçbir padişahın hain olamayacağını belirtiyor:“Kimilerinin iddia ettiği gibi hiçbir padişah; kendi devletinin, mensubu bulunduğu milletin, inandığı dinin aleyhinde çalışmış değildir. Bu gelenek saltanatın kaldırılmasının ardından zorunlu olarak başlayan diyar-ı gurbet zamanlarında da devam etmiş ve hiçbir hanedan mensubu Türk devletini zor durumda bırakacak faaliyetler içinde yer almamıştır.” Osmanoğlu yazısının ilerleyen kısmında da hanedan ailesinin Türkiye’nin başarılı olmasını temenni ettiğini belirtiyor. “Bugün hanedan mensuplarının bazıları yurt dışında bazıları da Türkiye’de yaşamaktadır. Mühim bir kısmı Türk vatandaşı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya sahnesinde söz sahibi güçlü bir devlet olması ailemiz üyelerinin ortak temennisidir.” PADİŞAHLARDAN ANEKDOTLAR Osman Gazi: Osman Gazi’nin Bizans’a karşı yürüttüğü fetih po­litikasında iki temel prensibi vardır: gaza ve istimAlet (meylettirme, gönül kazanma). Burada gaza, düşman ordularını mağlûp ederek yeni topraklar fethedilmesini, istimalet ise bu fethin gönüllerde gerçekleşmesini sağlama çabasıdır. Orhan Gazi: Yetmişli yaşlarına dayandığı bir dönemde çok sevdiği büyük oğlunu kaybeden Orhan Gazi’yi bu haber âdeta yıkar. Devlet işleriyle Şehzade Murad’ın ilgilenmesini isteyerek bir kenara çekilir ve birkaç yıl sonra muhtemelen Bursa’da vefat eder. I. Murad: Kosova Savaşı neticesinde I. Murad’ın şehid olduğu haberi Hristiyan dünyasında büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır. Savaş meydanlarının yenilgi tanımayan bu hükümdarının artık kendileri için tehlike olmaktan çıkması Bizans İstanbul’unda, Paris’te büyük sevinç meydana getirmiştir. Çelebi Mehmed: Karakter olarak sakin yaradılışlıydı, öfkesini dizginlemesini bilen, ciddî ve kararlı bir insandı. Sağlam duruşu devlet adamlarına ve ordusuna güven verirdi. Çok iyi silah kullanır, savaşlarda en ön saflara kadar gitmekten çekinmezdi. İştirak ettiği yirmi dört savaştan kalan kırktan fazla yarası olduğu rivayet edilir. II. Murad: 1432’de Edirne’ye gelen Seyyah Broquiere, “Le voyage d’outremer” isimli eserinde, padişahın kudretini şöyle tasvir etmektedir: “Söylendiğine göre o, savaştan hoşlanmaz. Bana da öyle görünüyor; zira elindeki kuvvetleri ve büyük geliri kullanmak istediği takdirde, Hristiyan âleminden gördüğü az mukavemet göz önüne alınırsa Avrupa’nın büyük bir kısmını fethetmek onun için işten değildir.” Fatih Sultan Mehmed: 1444 -1446 arasındaki iki yıllık saltanatı genç sultan için büyük bir tecrübe olmuş, iktidarı elde etme, askere hâkim olma, devlet yönetiminde otorite sağlama gibi pek çok hususta kendini yetiştirmiş ve tahta çıktığı vakit zihnen İstanbul’un fethine yakın bir hükümdar olarak planladığı düşüncelerini hayata geçirmiştir. II. Bayezid: Avrupa’daki bazı sanatçılarla temas kurmuş, Leonardo Da Vinci, padişa­ha yazdığı ve bugün Topkapı Sarayı Arşivinde bulunan bir mektupta Haliç’e ve Boğaz’a bir köprü yap­maya hazır olduğunu bildirmiş, yine Michelangelo da köprü projesini duyunca bir ara İstanbul’a gelme­yi istemiş, ancak bu projeler ger­çekleşmemiştir. Yavuz Sultan Selim: Kendi için köşk, yalı vs. yaptırmayarak her zaman hazinenin dolu olmasına çalışmıştır. Az konuşur ve az güler, konuşurken bazı kelimeleri birkaç defa tekrar eder. Şiir yazacak derecede Arapça ve Farsçaya hâkimdir. Şair, filozof ve âlim bir padişah olan Yavuz Sultan Selim, Osmanlı padişahları içinde ilim yönünden en ileri padişahlardan sayılır. Kanuni Sultan Süleyman: Vazife taksimatında isabetli kararları, işi ehline vermesi, başarılı bir ekip kurması ve adam yetiştirme kabiliyeti sayesinde sadece kendi devrinde değil, oğlu ve torunu dönemlerinde de devlet işleri başarılı bir şekilde sürdürülmüştür. II. Selim: Padişah İstanbul’dan ziyade Edirne’yi sever. Bu yüzden de yaptırdığı muhteşem cami, başkenti değil Edirne’yi süslemektedir. Saltanatının büyük kısmı Topkapı Sarayı’nda geçse de burada sadece Hünkar Hamamı’nı ve mutfakları yeniletmiştir. Mimar Sinan gibi dâhi mimara sarayda yeni köşkler yaptırmaktansa Selimiye gibi bir ihtişam abidesi diktirmeyi tercih eder. I.Ahmed: Ayasofya’nın karşısına Osmanlı estetiğinin bir şaheseri olarak Sultan Ahmed Camii’ni yaptırmıştır. Temel atılırken padişahın da bizzat altın bir kazma ile çalışmaya katıldığı cami, müştemilâtı ile birlikte büyük bir külliye şeklinde inşa edilmiştir. IV. Murad: Atlara çok düşkün olan Sultan IV. Murad, Has Ahur’a çok ehemmiyet vermiştir. Şair Nef’i’nin meşhur Kaside-i Rahşiyye’sinde anlattığı Sultan’ın atları, Dağlar Delisi, Ağa Alacası ve Tayyar bu ahırlarda yetiştirilmiştir. Sultan IV. Murad’ın vefatı üzerine eski bir Türk geleneği olarak Has Ahur’dan sultanın üç atı cenazenin önünde eyerleri ters bağlanmış olarak Topkapı Sarayı’ndan Sultanahmet Camii’ne kadar yürütülmüştür. Sultan İbrahim: Sultan İbrahim için “deli” lâkabını II. Meşrutiyet döneminin bazı tarihçileri ortaya atmıştır. Oysa padişah amcası Sultan I. Mustafa gibi değildir. Çocukluğunda yaşadığı sarsıntıların etkisinde kalıp ruhî bunalımlar yaşamış ve psikolojik rahatsızlıklar içinde kalmıştır. Kendisi de bu durumundan memnun değildir ve yazdığı hatlarında mizacının bozuk olduğundan, başının çok ağrıdığından, başına duman gibi bir şeyin çöktüğünden, baygınlık geçirdiğinden ve içinin daraldığından bahseder. Ruhî sıkıntılarına rağmen devlet işleriyle ilgilenmeye çalışır, divan toplantılarını takip eder, kararlarını inceler. II. Mustafa: Osmanlı tarihinde ordunun başında sefere çıkan son Osmanlı padişahı olarak yer edinir. Tahta çıkışının üçüncü gününde “Zevk, sefa ve rahatı kendimize haram eylemişizdir.” diyen padişah Zenta yenilgisine kadar (1697) savaş fikrinde olmuştur. I.Mahmud: 18. yüzyılda Osmanlı Devleti’ne en son parlak dönemini yaşatan Sultan I. Mahmud, izlediği başarılı dış politika ve yaptığı başarılı antlaşmalarla kendinden sonra gelecek padişahlara Doğu’da ve Batı’da yıllarca sürecek bir barış dönemi bıraktı. Sultan, cuma namazı dönüşü Topkapı Sarayı’nda atı üzerinde vefat etti. (13 Aralık 1754) III.Osman: Sultan III. Osman’ın tebdil kıyafetle gezmeleri meşhur olup bu gezilerinde kendini “Edirneli Osman Ağa” olarak tanıtır. Halkın içinde olması, onların ihtiyaçlarını yakından görmesini sağlar ve bu sıkıntıları karşılamaya çalışır. III.Mustafa: 21 Ocak 1774 Cuma günü Ayasofya’da Cuma namazı için okunan ezan esnasında Sultan III. Mustafa vefat eder. Kaynaklarda samimî, iyi kalpli, merhametli, hayırsever ve cömert bir padişah olarak anlatılan Sultan III. Mustafa, dindar tabiatlıdır, sabah namazlarının çoğunu tebdil kıyafetle Ayasofya’da kıldığı rivayet edilir. II.Mahmud: II. Mahmud önce amcası III. Selim’in tahttan indirilmesini, (1807) ardından ağabeyi IV. Mustafa’nın tahta çıkışını, III. Selim’in katlini, Alemdar Mustafa Paşa’nın ağabeyini tahttan indirme çabalarını ve kendi hayatına kastetmek isteyenleri gördü. Yaralı olarak kurtularak tahta çıktı. (28 Temmuz 1808) Darbelere ve karşı darbelere şahit olarak başlayan saltanatı, büyük mücadelelerle sürdü, Osmanlı tarihinde pek çok ilki gerçekleştirerek sona erdi. V.Murad: Tahta çıkışından beş gün sonra Sultan Abdülaziz’in Fer’iye Sarayı’ndaki odasında ölü bulunduğuna dair haberi kahvaltı sofrasında alan Sultan V. Murad şok geçirerek bayılmıştır. Aradan on bir gün geçtikten sonra eski padişahın kayınbiraderi Kolağası Çerkez Hasan Bey, eniştesinin ölümünden mesul gördüğü Hüseyin Avni Paşa’yı Meclis-i Vükelâ toplantısı esnasında baskın düzenleyerek öldürmüştür. II.Abdülhamid: On bir yaşında annesini kaybetmesi ruhunda derin izler bıraktı. Babası Sultan Abdülmecid’in kendisinden ziyade ağabeyi V. Murad’a yakınlık göstermesi ile çocuk yaşta yalnızlıkla mücadele etmeyi öğrendi. Kimse padişah olacağına ihtimal vermediği için sarayda itibar görmedi. Ne kendisi saray hayatını sevdi ne de saraydakiler içine kapanık şehzadeyi. Mehmed Reşad: Osmanlı tarihinin tahta en yaşlı çıkan padişahı oldu. Belki de kendine bıraksalar padişah olmayı değil bir köşede ibadetiyle meşgul olmayı tercih ederdi. Buhranlı yıllar, yaşlı ancak devlet tecrübesi olmayan padişahı daha da yordu. Meşrutî yönetim olduğu için icranın başı sadrazamdı. Padişahın idaredeki etkisi iyice azalmış, yönetim İttihat ve Terakki, sadrazam ve hükûmetin kontrolüne geçmişti. Vahdeddin: Saltanat sırası Sultan Abdülaziz’in oğlu Yusuf İzzeddin Efendi’deydi. Onun anî ölümü üzerine (1 Şubat 1916) önce veliaht, ağabeyi Sultan Reşad’ın da vefatı üzerine de padişah oldu. Babasını altı aylıkken, annesini de dört yaşında iken kaybetti. Anasız babasız olmanın ruhî yapısındaki eksikliğini hissederek büyüdü. Kendinden on dokuz yaş büyük ağabeyi Sultan II. Abdülhamid tarafından himaye edildi. Ağabeyini baba gibi gördü. YİTİK HAZİNE YAYINLARI
24 Mayıs 2009 13:19
DİĞER HABERLER