Evet Kur’an öyle bir kitap ki; bütün ehl-i dalâletin çektiği yaraları, iman hakikatları ile tedâvî eder. Bütün zulümâtı dağıtır. Bütün dalâlet ve helâket kapılarını kapatır.
Abdullah Aymaz - Samanyoluhaber.com
Hocaefendi devamla “Kur’an’ın yeryüzünü şereflendireceği güne kadar, gelmiş-geçmiş her nebi, kendi çağını aydınlatacak çerağı, meşaleyi O’nun ışık kaynağından tutuşturmuş ve çevresindeki amansız çölleri O’ndan birkaç damla ile cennetlere çevirmiştir. Hatta O’nun gölgesinin gezindiği en karanlık devirler bile, birer ALTIN ÇAĞ haline gelmiştir. Aslını duyup yaşayanların dönemleri ise Cennet sabahlarından farksızdır. O’nun eşiğine baş koymuş olanlar meleklere eş, O’nun aydınlık ikliminden canlı-cansız her varlık da kardeştir.”
Efendimiz (S.A.S.) Allah tarafından ilk yaratılan nur olması itibariyle Hakikat-ı Ahmediyesi peygamberliğin özüdür. İlk dönem ilk okul mesabesindeki insanların seviyesine göre onlara Allah katında tek din olan İslamı öğreten, sonra orta okul seviyesindeki insanlara öğreten, daha sonra da lise seviyesindeki insanlara öğreten peygamberler Muhammed Aleyhisselamın yardımcılarıdır. O ise, hepsinin Baş Öğretmeni gibidir. Hakikat-ı Muhammediye ile bizzat Asr-ı Saadette insanlığın üniversite seviyesinde iken muallimliğini yapmıştır. Kitabı da Kur’an-ı Kerimdir. Onun için Asr-ı Saadette, Kur’an’ın bir mucizesi ve Kur’an’ın canlı tefsirleri olan Sahabe Efendilerimiz gerçekten ASIL ALTIN NESİL’dirler. Daha sonra Emevî döneminde Ömer İbn-i Abdülaziz dönemi de ALTIN NESİL dönemidir. Mehdi-i Abbasî dönemi de öyle… Selçuklu ve Osmanlının İslamiyetin tam yaşandığı dönemidir. Bilhassa Kur’an ve Efendimize çok saygılı Osmanlı’nın hassas dönemi…
Hocaefendi devamla: “Kur’an’ı tam duyabilmiş bir sinenin ilhamları karşısında koca deryalar damla gibi kalır ve O’nun nuruyla aydınlanmış bir dimağ (beyin) yanında güneş bir mum ışığına dönüşür. O’nun gönüllerimizde duyulan nefesi canlarımıza can ve eşyanın yüzüne çaldığı ziya ile bütün varlık da iç içe Hakk’a bürhandır. O’nun soluklarının duyulduğu en kuytu yerler bile İsrafil’den sur sesi almış gibi birden bire dirilir; O’nu kendi şivesiyle duyan gönüller Cebrail’den nağmeler duymuş gibi gerilir; dirilir ve gerilir, zira ‘Bu Kitap, iman edenler için, onların Rabb’leri tarafından basiretleri açan bir hidayet ve bürhandır.’ (Câsiye Suresi, 45/20) Evet Kur’an, insanî melekeleri ölmemiş kimseler için tam bir rahmet ve hikmet kaynağıdır.”
Her kelimesi bir melek-i nâtık (konuşan melek) olan Kur’an’ı tam duyabilen bir sineye sahip fıkhî-itikadî mezheplerimizin imamları, Abdülkadir Geylanî, İmam Gazalî, İmam Rabbani ve Üstad Bediüzzaman gibi zatlar, Kur’an’dan tam istifade sahipleridir.
Hocaefendi devamla: “Kur’an, katiyen insanlığın çocukluk dönemlerinde bölge bölge ayrı ayrı peygamberlerin gönderilmesi çerçevesinde kalıp zaman ve mekan hudutlarını aşmayan, aşamayan diğer beyanlar (suhuflar ve diğer üç kitap) gibi değildir. O, bütün zamanları, mekanları aşan ve itikaddan en küçük âdâbına kadar, bütün insanlığın ihtiyaçlarını cevaplayan engin ve zengin bir mucizedir ve O, bu derinliğiyle bugün dahi herkese ve herşeye meydan okuyabilecek güçtedir.”
Üstad Hazretleri diyor ki: “Elde Kur’an gibi bir Mucize-i Bâkî varken, / Başka bürhan aramak aklıma zâid görünür. / Elde Kur’an gibi bir Bürhan-ı Hakikat varken, / Münkirleri ilzâm için gönlüme sıklet mi gelir?” (Yirmi Beşinci Söz’ün giriş cümlesi)
“Kur’an-ı Hakim, şu büyük kainat kitabının Ezelî bir tercümesi… (ilk yaradılıştan, kâinatın bir mekan tomurcuğu açılıp genişlemesine kadar herşeyi anlatan ezelî bilgilerle dolu bir kitap…) Şu sema ve arz sayfalarında gizli İlâhî İsimlerin keşşafı… (Bütün kainatta, arz ve semâda tecelli eden isimleri keşfedip ortaya çıkarak kitap) Şu hadiselerin satırlarının altında gizli hakikatların anahtarı. (Hadislerin hepsi de hikmetlidir ve herbirinde de İsimler tecelli eder, ibret ve dersler vardır… Bunları en tesirli ve en hikmetli biçimde anlatan kitap da Kur’an’dır.) Şu şehadet âlemi perdesi arkasında olan gayb âlemi cihetinden gelen Rahmânî Ebedî iltifatların ve Sübhanî Ezelî hitapların hazinesi… Şu İslamiyet âlem-i mânevîsinin güneşi temeli, hendesesi… Uhrevî âlemlerin mukaddes haritası…. (…)” (Yirmi Beşinci Söz)
Sadece bir kısmın aldığımız şu Kur’an tarifinde anlatılanların bir benzerini hangi kitapta bulabiliriz? Yani Kur’an dışında böyle bir kitap var mı?
Evet Kur’an öyle bir kitap ki; bütün ehl-i dalâletin çektiği yaraları, iman hakikatları ile tedâvî eder. Bütün zulümâtı dağıtır. Bütün dalâlet ve helâket kapılarını kapatır. Şöyle ki: İnsanın zaafını, aczini, fakirliğini ve ihtiyacını, bir Kadir ve Rahîm’e tevekkül ile tedavi eder. Hayat ve vücudun yükünü, O’nun kudretine, rahmetine teslim edip; kendine yüklemeyip belki kendisi o hayatına ve nefsine biner hükmünde bir rahat makam bulur. Kendisinin konuşan bir hayvan değil, belki hakikî bir insan ve makbul bir misafir-i Rahman olduğunu bildirir. Dünyayı, bir misafirhane-i Rahman olduğunu göstermekle ve dünyadaki mevcudat ise, İlahî Güzel İsimlerin aynaları olduklarını ve yaratılan sanat eserleri ise, her vakit tazelenen mektubât-ı Samedâniye olduklarını bildirmekle, insanın dünyanın fâniliğinden ve eşyanın zâil olup yok olmasından ve fânilere muhabbetten ileri gelen yaralarını güzelce tedavi eder ve evhamın zulümâtından kurtarır… Hem mümine der: İRADEN cüz’î ise kendi Mâlikinin küllî iradesine işi bırak. İKTİDARIN küçük ise, Kadir-i Mutlak’ın kudretine itimad et. HAYATIN az ise, bâkî hayatı düşün. ÖMRÜN kısa ise; ebedî bir ömrün var, merak etme. FİKRİN sönük ise; Kur’an’ın güneşi altına gir, imanın nuruyla bak ki: YILDIZ BÖCEĞİ olan fikrin yerine Kur’an’ın her bir YETİ, birer yıldız gibi sana ışık verir. Hem hadsiz emellerin, elemlerin varsa, nihayetsiz bir SEVAB ve hadsiz bir RAHMET seni bekliyor. Hem hadsiz arzuların, maksadların varsa, onları düşünüp muzdarip olma. Onlar bu dünyaya sığışmaz. Onların yerleri başka diyardır ve onları veren de başkadır.” (Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf)