Altınbaşak-2

Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih, Hüsrev Altınbaşak ağabeyi anlattığı yazı dizisinin ikinci bölümünü kaleme aldı.
         20 Ağustos 1977 Ramazan ayında, akşamüstü İzmir’de Çeşme Dersanesine uğramıştım. Meğer, Hüsrev Altınbaşak Ağabeyimiz vefat etmiş. 1889 doğumlu Ağabeyimiz 78 yaşında Hakkın Rahmetine kavuşmuş…  Hocaefendi de o günlerde çok rahatsız… Öbür gün Ağabeyin cenazesi kalkacakmış; bizim hemen yola çıkmamızı istemiş. Biz de Muharrem Kalyoncu, Alaaddin  Kıdak ağabeyler, Şefik Beyle, Hasan Ağabeyin arabasıyla yola çıktık. Sultanhisar’a gelince Atıf Egemen Ağabeyi ziyaret edelim, diyerek evine uğradık. Takvimlere göre de Kadir Gecesiydi… Ağabeye, Hüsrev Ağabeyin vefatını haber verdik. Sahuru orada yapıp duasını alarak yolumuza devam ettik. Isparta’da evine vardığımızda gasil ve kefenlenme işleri bitmişti ama bize açıp Hüsrev Ağabeyin yüzünü gösterdiler. Dünya gözüyle o tevafuklu Kur’an’ların Cevşenleri ve Risaleleri yazan mübarek Ağabeyimizin  nûrânî simasını görmüş olduk. Cenazeyi mezarlığa götürürken inşaat halindeki binaların hepsinden polisler durmadan çekim yapıyorlardı. Definden sonra İzmir’e döndük. Yolda  Şefik Beyle Kalyoncu Ağabey, karşılıklı Arnavut-Kürt atışmaları esprileri yaparak İzmir’e  geldik. Bir ağabeyimiz, bunlar ölüyü güldürürler, diye latife yaptı… Bildiğim kadarıyla üçü Hakkın rahmetine kavuştu. Bu gecesini gündüzünü Hizmette geçirmek isteyen değişik fıtrat yiğitlerin hepsinin üzerimizde hakları vardır.

         Bundan seneler sonra Prof. Dr.  Niyazi Beyin annesi, hemen peşinden eşi vefat etmişti. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının o zamanki Başkanı Harun Hocamız  başsağlığı dilemek için evine gidiyor… Niyazi Bey’in gamlı kalbi için bir de şiir yazmış. Evin içi taziye için gelenlerle dolu. Şiirini okurken Niyazi Bey çok duygulu anlar yaşamış. Sonra Harun Hocamız, “Haydi şimdi bir dua et’  demiş. Niyazi Bey ellerini açıp “Ya Rabbi Niyazi ailesine, Hüsrev Altınbaşak ailesine, Harun Tokak ailesine…” diye başlayıp duasını bitirmiş. Hemen, Harun Hoca, Hüsrev Altınbaşak ismini zikretmenizin sebebi ne?” diye soru sormuş. O da işte şu hanımefendi onun kızı… Benim vefat eden eşimin de teyze kızı…” Mesele anlaşılmıştı. Yanında bulunan Harun Bey’in yardımcısı Ali Bey Ispartalı olduğu için bu sözleri duyunca hemen hanımefendinin yanına gidip, “Abla ben de Ispartalıyım. Hüsrev Ağabeyin kızı imişsiniz. Çok memnun oldum. Biliyor musunuz Isparta’da Altınbaşak Koleji var; babanızın ismi verildi bu koleje…” demiş. Bunun nasıl olduğunu sorunca kendisine Hizmeti anlatmış…

         Daha sonra bunu duyunca çok etkilendim. Çünkü daha önce Hüsrev Ağabeyin talebelerinden Muzaffer Bey şunları anlatmıştı: “Hüsrev Ağabeyin evinde ders alırken veya sohbet ederken, eğer kapının zili çalınırsa, bazan bizzat kalkar kapıyı kendisi açardı. Bazan da, siz açın, derdi… Bir gün yine kapı çalındı, hemen kendisi gitti. Ama yanımıza epeyce geç geldi. Sebebini sorduğumuzda dedi ki: “Senelerdir göremediğim kızım gelmiş… Kocaman kadın olmuş. Kendisi eczacı imiş. İlk defa görüşüyoruz. Bana ‘Baba çok yaşlısın sana ben bakmak istiyorum.” dedi. Beni  İstanbul’a  götürmek ve evinde bakmak istiyordu. Ben ‘Burada evimde iyiyim. Talebelerim bana bakıyorlar.’ dedim. ‘Baba erkekler sana nasıl bakabilirler?’ dedi. Ben de ‘Kızım sana hakkımı helal ettim. Ben burada çok rahatım. Haydi kızım yolun açık olsun.’ diyerek onu uğurladım.” dedi.

         Kızından randevu aldık. Belki bilgisi ve haberi yoktur, diye Hüsrev Ağabeyin yazdığı tevafuklu Kur’an-ı Kerimlerden birini ve birkaç tevafuklu eserini alıp yanına gittik. Hepsini kendisine takdim ettik.  “Biliyordum. Bana geçen gün bir grup talebesi geldi. Onlar bunları çok ucuza hizmet olsun diye veriyorlarmış. Halbuki korsanlar pahalı pahalı satıyorlarmış. Yayın hakkı bizde olmadığı için engelleyemiyoruz. Bu hak sizin bize verir misiniz?’ dediler. Ben de onları tanımıyorum. Sav’da matbaaları varmış… Ne dersiniz?” dedi. Ben de, onlar gerçekten samimi insanlardır. Verirseniz iyi olur, dedim.  (Sonradan öğrendiğime göre vermiş.)

         Ben kendisine “Biliyor musunuz. Seneler önce Hüsrev Ağabeye kanser teşhisi konmuş. Ama iki ay ömür biçmişler. Bunu ya duymuş veya hissetmiş. Yanındakilere “Bunlar bir şey bilmiyor. Habbe-i Sevda (Çörek otu) ölümden başka her şeye devadır.” deyip Isparta’ya dönmüş. Her gün sabah-akşam çörek otu yağı içmeye devam etmiş ve 13 sene yaşamış. Vefatı başka sebepten olmuş.” deyince, “Hayret! Ben de eczacıyım ve her gün çörek otu yağı içiyorum.” dedi. Tahminen yaşının yetmişten yüksek olması lazım ama elli-beşlerde görünüyor. O zaman işin sırrını bir derece anlamış oldum.

         Meseleyi Büyüğümüze aktarınca, çok sevindi. Çünkü “Babasının  son anlarında başındaymış, cenazesinde varmış”  dediğim için  babasına düşkünlüğü hoşuna gitmişti…
06 Kasım 2025 11:31
DİĞER HABERLER