Her seçim öncesi “Ümmet kazanacak” başlıkları atılırken hiç itirazı olmadı Beyefendi’nin. Haliyle seçimlerden sonra “Ümmet kazandı” dediler, gık’ını çıkarmadı. Onun attığı her adım ‘göklerden inen bir karar’dı zira. Zorda kalırsa örümcekler uçağa ya da Huber Köşkü’ne ağ örüyor; onu adeta Hz Peygamber gibi muhafazaya alıyorlardı. Bazıları ‘sırat-ı müstakimden ayrılıp da’ ona muhalefet etmeye kalktığında ‘iflah olmuyor’lar, çarpılıyorlardı...
AMA BİZ SİZİ HALİFE BİLİYORDUK
“Zikr’ül Rahman, tilavet’ül Kur’an, geliyor muhteşem halife Erdoğan” diye arz-ı tazim ediyorlardı onun için. O ki Arakan’dan Bosna’ya, Kahire’den Gazze’ye ‘ümmetin biricik umudu’; 37. Osmanlı Padişahı, 118. İslam Halifesi’ydi. Öyle diyorlardı. ‘Halife-i ruy-i zemin’di. Zillulah’tı. Bazı atılgan arkadaşlar “Tayyip Erdoğan ‘de facto halife’dir ve ben ona biat ediyorum” diye ilan bile etmişlerdi. Ha şimdi hutbe okuyacak ha şimdi sikke bastıracak derken kaç seçimdir ayaklarına turab oldu bu ümmet. Şimdi nereden çıktı bu “Biz tekkeye mürid aramıyoruz” terslemeleri efendim?
Partili Cumhurbaşkanı’nın İslamcı-Pelikancı kavgasında safını ‘Pelikancı’lardan yana belirlemesidir mevzu. Erdoğan’ın bu kariyer basamaklarını ‘sata sata’ tırmandığını görmüyor olabilir mi ki bu şaşkınlar? Neye hayret ediyorlar ki? Beraber yola çıktıklarından kaç kişi kaldı yanında? Sadece bazıları raf ömrünü doldurmadı, o kadar. Herkes sırasını bekliyor. Aslında 15 Temmuz olmasa, çok daha önceden başlayacaktı bu kapışma. Alçak darbe girişiminden 2 hafta önce Erdoğan, Mavi Marmara için “Bana mı sordunuz” çıkışıyla tüm zamanların en büyük satışlarından birine imza atmıştı. Bir kısım muhipleri bunu ‘dost kazığı’ olarak nitelemiş, bir kısmı da “Bizi üzdünüz, kalbimizi kırdınız” diye serzenişte bulunmuştu. Sonrasında Erdoğan’ın talimatıyla Mavi Marmara davası da kapatılmış, bizzat savcısı, “Devletimiz egemenlik haklarından feragat etmiştir” demişti.
HERKES BIÇAĞI SIRTINDA HİSSEDİNCE ANLIYOR
Bu son kavganın çıkışı da aynı yerden oldu. Cem Küçük, Mavi Marmara’cıları ‘manyaklar’ olarak niteledi ve ortalık toz duman oldu. Bir süredir Erdoğan’a “Niye bu tetikçilere müsaade ediyorsunuz?” diye sitem dolu yazılar yazan İslamcılar ise bir gün Reis’in çıkıp o ‘sonradan olmalara’ haddini bildireceğini umut ediyorlardı. Gaflet işte. Yaşanan her bir ‘sezon satışı’ herkesin gözünün önünde cereyan ettiği halde hala herkesin bıçağı sırtında hissedinceye kadar Erdoğan’dan bu kadar emin olması da apayrı bir olgu.
Sayın AKP’li Cumhurbaşkanı çıktı dedi ki, “Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki.” Çok doğru. Zaten işin eğriliği bu sözde değil. Arka planındaki ikiyüzlülükte. Bu sözleri, son 7 yıldır günbegün bütün adımlarını, tavırlarını, konuşmalarını sözde bir ‘hilafet’ maverası etrafında şekillendiren bir liderin söylüyor olması garip. Zaten aynı konuşmanın hemen devamında, bazı İslamcıları ‘sırat-ı müstakimden ayrılmakla’ suçlaması bile kendini tekzip eder mahiyette değil mi? Aslında Erdoğan’ın derdi İslamcılarla değildi; kendisine pazara kadar değil, mezara kadar biat etmeyen İslamcı’larlaydı. Bizatihi bu sözlerin kendisi şuur altında bir ‘ulûhiyet’ sanrısı taşıdığını gösterirken kalkıp da birilerini ‘ulûhiyet davası peşinde koşmakla’ itham etmesi de tipik bir Erdoğan davranışıydı.
HANİ ÜMMET KAZANIYOR, TARİH-COĞRAFYA ONA KIYAMA DURUYORDU?
Her seçim öncesi “Ümmet kazanacak” başlıkları atılırken hiç itirazı olmadı Beyefendi’nin. Haliyle seçimlerden sonra “Ümmet kazandı” dediler, gık’ını çıkarmadı. Onun attığı her adım ‘göklerden inen bir karar’dı zira. Zorda kalırsa örümcekler uçağa ya da Huber Köşkü’ne ağ örüyor; onu adeta Hz Peygamber gibi muhafazaya alıyorlardı. Bazıları ‘sırat-ı müstakimden ayrılıp da’ ona muhalefet etmeye kalktığında ‘iflah olmuyor’lar, çarpılıyorlardı. Ola ki birileri ona oy vermezse hem dünyasını hem ahiretini berbat ediyordu. Müftüler, hocalar cami cemaatini ‘halifeye’ oy vermeye çağırıyor, şeyhülislam Hayrettin Efendi’leri ona oy vermeyenleri adeta ‘kâfir’ ilan ediyordu. Farz’dı Reis’i desteklemek. Zat-ı şahanelerinin bir miting için Şanlıurfa’ya yolu düştüğünde ‘kendisini karşılamak üzere tarih de coğrafya da kıyama kalkıyor’du. O öyle bir makama sahipti ki, dönemin HDP Genel Başkanı Demirtaş’a, “Senin camiyle ne is¸in olur ya! Bunların kıldıgˆı namaz bile insanları aldatmak için” diye hüküm verebiliyordu. Canı isterse miting meydanlarında Kur’an-ı Kerim sallıyor canı isterse Risale-i Nur’lardan ders yapıyordu. Siz ona siyaseten rakip oluyordunuz, o “Bize Allah yeteeeer!” diye bağırıyordu. 10 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı seçildiğinde bir AKP milletvekili, “Bugün Peygamber Efendimiz’i gururlandırdık” diyor, onun hoşuna gidiyordu. Bir başka milletvekili “O Allah’ın bütün vasıflarını taşıyor” diyor, o fahirleniyordu. Hatta “Peygamber bile Mekke’ye girerken kibirlendi de biz kibirlenmedik” diyenlere makam üstüne makam bahşediyordu. Bazı vekillere göre ona dokunmak ibadet, bazılarına göre de onun göründüğü televizyonu göbek hizasının altında tutmak günahtı. Kendisi de zaten bir gün dayanamayıp “Bizim rahmetimiz gazabımızı aşacaktır” diyerek asıl gönlünde yatanı açık edecekti.
‘GEREKİRSE 10 TAKLA ATAR’
Uzun söze gerek yok; her tavrında her edasında bir güzellik vardı mübareğin. 17 Aralık’tan sonra nice nice yurdum insanı, “Halifeye ihanet ettiniz” diyerek Gülen cemaati mensuplarını tel’in etmişlerdi. Ol halife uğruna, kendi çocuklarını evlatlıktan reddedenler oldu. Onun için naatlar yazanlar çıktı. Doğum günü geldiğinde billboardlara ’kutlu doğum’ afişleri asılıyordu. Tophane’de, eski futbol oynadığı kulübü bile ziyaret etse “Hoş geldin Allah’ın elçisi” tezahüratıyla karşılanıyordu.
Haliyle insanlarda büyük bir beklenti hâsıl olmuştu. Millet ufak ufak sarığı kaftanı giyinip halk otobüslerinde “Nisan’a kadar lan sizin sonunuz. Osmanlı gelecek hepinizi kılıçtan geçirecek” diye naralar atmaya, “Erdoğan dünyaya nam saldı. Siz öleceksiniz, gebereceksiniz, az kaldı” diye efelenmeye başlamıştı ki, o da ne? Hazret çıktı dedi ki, “Biz tekkeye mürit aramıyoruz” E, ama biz sizi halife sanıyorduk be Reis!
Aslında durum o kadar karmaşık değil. Yıllar önce Akit yazarı Nusret Çiçek, “O en nihayet bir siyasetçi, gerekirse on takla atar” diye yazmıştı. İşte bu kadar!
Ahmet Dönmez tr724