Fethullah Gülen Hocaefendi, haftanın Bamteli sohbetinde 'Paranoya, bir korku, şüphe ve vehim hastalığı olarak bütün suiniyetlerin, suizanların da kaynağı gibidir; onun ikliminde şekillenir bütün ayrıştırıcı düşünceler, “biz” ve “ötekiler” mülâhazaları; orada kararlaştırılır nâhak yere infazlar ve en dırahşan nâsiyeleri karalamalar.' dedi...
Fethullah Gülen Hocaefendi, haftanın Bamteli sohbetinde şunları söyledi:
Şimdi, bir kimse çürümüş ise, kafanızı ona takıp da çürümüşlüğü sadece onda mütalaa etmemek lazım. Eğer etrafındakiler de çürümemiş ise şayet, en azından biri “Yahu yeter!” diyecektir. Siz hiç duydunuz mu böyle “Yeter!” diyen bir ses?!. Onca mezâlime, onca mesâvîye, onca şenaate, onca denâete, Hitler’in yapmadığını yapmaya, Saddam’ın yapmadığını yapmaya, Kazzâfî’nin yapmadığını yapmaya karşı bir tane pozitif ses, bir tane insanca soluk yükseldiğini duydunuz mu?!. Evet, şayet öyle bir şey olursa, o da kendini bulacağı yerde bulur zaten. Öyle biri var ise, içinden geliyor ise şayet, o da onu bildiğinden dolayı sükûtu tercih etmiştir. Dolayısıyla çürüme de kaçınılmazdır. Bir tabiat çürümeye, iç deformasyonuna, iç çürümesine müsait ise şayet, onun çevresi de bu meseleyi hızlandırır ve farkına varmadan Amnofis’in arkasından gidip dururlar.
Evet, “Amnofis” deyince, bir menkıbeyi hatırladım; her hadise bir şeyi çağrıştırıyor; arz edeyim: Bir gün şeytan Amnofis’in yanına geliyor. Hazreti Musa’ya muasır olan Firavun’a, Mehmet Akif, “Amnofis” diyor. O mu, yoksa başka bir adı mı var, İbnü’ş-Şems filan mı? Şeytan gelip diyor ki: “Yahu saçın-sakalın artık bembeyaz oldu senin. Hala ?diyorsun. ‘Benden büyük tanrı yok!’ diyorsun. ‘Ayağımın dibinde bu su akıyor; Musa kim, o kim oluyor ki benimle boy ölçüşsün!’ diyorsun.” -Bunların hepsini Kur’an-ı Kerim anlatıyor; mazmun olarak ifade ediyorum.- “Artık sen bu dediğin şeylerden vazgeçsen!” diyor. İhtimal, herhalde Firavun bir kahkaha atıyor; şimdikilere de deseniz, kahkaha atarlar: “Sen git, yarın gel!” diyor şeytana. Demek ki bazen insan o duruma düşüyor ki, hakikaten şeytan bile onun edip-eylediği şeylere akıl erdiremiyor. “Sen git, yarın gel!” diyor. Gidiyor. Ertesi gün kalkıyor; Kahire -yerleri Kahire Firavunların- sokaklarından içeriye girence, bakıyor ki, insanların bazıları dört ayağı üzerine çömelmiş, yerde -bağışlayın- inek gibi böğürüyorlar.. bazıları merkûp gibi anırıyorlar.. bazıları at gibi kişniyorlar.. bazıları koyun gibi meliyorlar.. bazıları köpek gibi havlıyorlar.. bazıları bilmem ne gibi uluyorlar… Şaşırıyor şeytan bu hale; geliyor diyor: “Nedir bu hal böyle; bütün Kahire’nin sokaklarını böyle şeyler ile gördüm.” Firavun, “İşte bunlar, benim bendegânım; arkamdan koşturup duran sürüler. Ben, ??ediğim zaman, bunlar da ‘Evet!’ dediler bana, sürüklendiler arkamda. Fakat bak senelerden beri Harun ile Musa’ya söz geçiremedim ben!” diyor.
Evet, manevî anatomisi itibarıyla kendini çürümeye salmış insan, çevresindeki şuursuz, insafsız, iz’ansız, bilerek dünya hayatını âhiret hayatına tercih eden kimseler sebebiyle daha bir azgınlaşır; onlar alkışlıyor, takdir ediyorlar ise şayet, o insanı farkına varmadan Amnofisleştiriyorlar, Kazzafîleştiriyorlar, Saddamlaştırıyorlar demektir hiç farkına varmadan.
Hâsılı, Allah’a karşı terakkî adım adım olduğu gibi, çürüme, korkunç deformasyon da hep mebdede çok küçük bir şey ile başlar. Başta küçük bir açıdır fakat makas açıldıkça açılır, açıldıkça açılır, açıldıkça açılır. Bu “ani’l-merkez” doğrudan kaçma/uzaklaşma… “Merkez kaç” demek… “Ani’l-merkez hareket!” derdi eskiler; şimdi merkez kaç… Açıldıkça açılır, açıldıkça açılır, açıldıkça açılır; öyle açılır ki, hakikaten şeytanı bile hayrette bırakacak bir duruma düşürür insanı. Şair arkadaşımın ifadesi ile, “İsyan deryasına yelken açmışım / Kenara çıkmaya koymuyor beni.” Alır götürür onu; bir yönüyle şeytanın hazırladığı gayyâya götürür, farkına varmadan… “Dünya geçicidir, burada kalınmaz / Ne kadar mal olsa, murad alınmaz / Gafil olma sakın, geri dönülmez / Yürü dünya yürü, sonun virandır / Meded, bundan sonra ahir zamandır.”
Paranoya, bir korku, şüphe ve vehim hastalığı olarak bütün suiniyetlerin, suizanların da kaynağı gibidir; onun ikliminde şekillenir bütün ayrıştırıcı düşünceler, “biz” ve “ötekiler” mülâhazaları; orada kararlaştırılır nâhak yere infazlar ve en dırahşan nâsiyeleri karalamalar.
Paranoya, psikiyatristlerin daha iyi bileceği bir husustur. Paranoyanın çok çeşitli sebep ve tesirleri vardır. Mesela; eksiği-gediği bulunan, basit bir zeminden önemli, hayatî bir yere gelmiş olan, daha net konuşacak olursak şayet, fakir bir aileden, gecekonduda oturan bir aileden gelip birden bire kendisini imkânlar içinde bulan kimseler bu maraza yakalanabilir. Böyle biri, Cenâb-ı Hak imkânlar verince, küstahlaşır; bir yönüyle, herkese tepeden bakmaya başlar. Firavunlar için de böyle olmuştur; Hitler de aynen böyledir. Bunların sergüzeşt-i hayatlarına baksanız, hayatlarını doğru okusanız, sonra onu soyut resim yapan bir ressama verseniz, resim çizse, hepsi için aynı şekli çizecektir; hepsi birbirine çok iyi benzerler bunların.
Bir de hakları olmadığı halde elde ettikleri o şeyleri “Elden kaçırırız!” diye sürekli bir vehim, bir korku, bir tereddüt yaşarlar. Mesela, Şah, “Neme lazım, ya Humeyni gelirse!.. Benim saltanatım gider!” falan paranoyası yaşar. Başka yerlerde de öyle… Saddam, “Ya Ekrâd içinden birisi kalkar Humeyni gibi gelirse!… Ben Irak’ta saltanatımı kaybederim!” paranoyasıyla yaşamıştır. Öbürü Yemen’de “Humeyni gibi birisi gelirse, ben saltanatımı kaybederim. Oysaki kaç yerde, birkaç tane sarayım var benim.. bir yerden bir yere giderken elli tane zırhlı araba ile gidiyorum ben.. âdetâ ordular koruyor beni.. milletin başında bulunan ben, o milletimin başında, olmazsa olmaz gibiyim!” paranoyasıyla oturup kalkmıştır. Bütün bunlar insandaki o paranoya duygusunu, düşüncesini tetikleyen faktörlerdir, esasen. Elde ettikleri, haksız yere elde ettikleri şeyleri kaybetme vehmi ile, şüphesi ile, tereddüdü ile -bir yönüyle- septistçe yaşarlar bunlar. Dolayısıyla ihtimallere hüküm bina ederler. Yüzde bir ihtimal ile, bir yerdeki bir oluşum, bir karartı, belki bir gölge hakkında “Aman, bir cin olmasın!” falan derler. “Yok mu etrafımda insanlar, şu gölgeye ateş etsinler; cin olabilir bu!” filan… “Büyücüler var ise şayet, bu cini savmak için gelse, bir şey okusalar!” falan… Var ise bir insanda böyle paranoya, başvurmadık şey bırakmaz o.
Zannediyorum, İslam dünyasında, ona musallat olmuş günümüzdeki paranoyaklar, esasen, haksız yere elde ettikleri şeyleri “Elden kaçırırız!” mülahazasıyla en masum insanların kanına, ırzına, namusuna tecavüz edercesine zulümler işliyorlar. Zaten onlar için namus, ırz, falan meselesi söz konusu değil; tecavüz ederler hafizanallah. Ve bunları yapanların en tehlikelileri de İslam dünyasındadır. Neden? Çünkü o şeytanî saltanatlarını korumak için İslamî argümanları kullanırlar. Camiye gelirler, ön safa geçerler, halkın içinde görünürler. Zat-ı Ulûhiyetin nâm-ı Celîlini tekrar eder dururlar; “Peygamberimiz!” derler. Bazen -o gün o moda olur ise- “Kur’an Müslümanlığı!” derler; bazen “Hadis Müslümanlığı!” derler; bazen “Fıkıh Müslümanlığı!” derler. Siz başka bir şey söylemiş iseniz, mutlaka kendilerine göre farklı bir şey söylerler. Bazen “İmamlar da kim oluyor? Kur’an bize yeter!” derler. Ben bunları söylerken, zannediyorum hatırlıyorsunuzdur; siz sosyal medyada duymuşsunuzdur bunları; şu ağzı-gözü bozulmuş, İslam dünyasının başına musallat olmuş eşrârın ağzından, şerâreler halinde akan bu şeni’, bu deni şeyleri defaatla duymuşsunuzdur.
Evet… İslamî argümanları kullanma… Namazı kullanma.. orucu kullanma.. haccı kullanma.. “Allah!” deme, “Peygamber!” deme, hâşa ve kellâ, bunları kullanma. En tehlikelisi bu… Sürüler bundan dolayı aldanabilirler.