Amelde ihlas ruhu

"Kader, adâletle ve hikmetle iş görür. Âlem-i islâm’ı alâkadar eden bir kutsî meselede, şartlar ne kadar ağır olursa olsun, katlanmak ve üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmekle mükellefiz."

Amelde ihlas ruhu
M. ALİ ŞENGÜL | Samanyoluhaber

Âlem-i İslâm’ın ve müminlerin uhuvvet kadar, hatta çok daha önemli olan ihlas üzerinde hassasiyetle durmaları önem arz etmektedir.

Mü’min amellerini îman ve ihlas üzerine bina etmeli, hizmeti îmaniye ve Kur’aniye yolunda daha samimi, vefâ ve sadâkat yolunda daha ciddî durmalı ve ihlasla ameller üzerinde derinlik kazanmak sûretiyle, Allah ve Resûlüllah’ın rızasını kazanma yolunda gayret göstermelidir.

Hz. Üstadın, ihlas risalesinde ser- levha yaptığı şu ayetler, bu hususta dikkatleri celp etmektedir:

“Namazlara kalkıp huşû ile Allah’ın divanında durun (Bakara suresi 238. Ayet)
“Sakın birbirinizle ihtilaf etmeyin; sonra korkuya kapılıp zaafa düşersiniz, rüzgârınız (kuvvetiniz) gider.” (Enfal suresi 46. Ayet)
“Nefsini maddî mânevi kirlerden arındıran felâha erer. Onu günahlarla örten ise ziyana uğrar.” (Şems suresi 9-10. Ayetler)
“Âyetlerimi az bir fiyatla, yani dünya menfaati karşılığında satmayın.” (Bakara suresi 41. Ayet)

Efendimiz (sav) Nesâî ve Müsnedde “Allah teâla, ancak ihlasla yapılan ameli kabul eder” buyurmaktadır.

Ey Âhiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’aniyede arkadaşlarım!... Bu dünyada, husûsen uhrevî hizmetlerde; en mühim bir esas…ihlastır.  …Mâdem bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde…bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umûmî ve kutsî bir vazîfe-i îmaniye ve hizmeti Kur’aniye omuzumuza ihsan-ı ilahî tarafından konulmuş. Elbette herkesten ziyade bütün kuvvetimizle ihlası kazanmaya mecbur ve mükellefiz…

Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umûr-i hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı ihlas kuvvetine dayanmak gerektir. İhlası kıracak esbaptan; yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz. Hz. Yusuf (as) ın demesiyle, nefsi emmâreye itimat edilmez. Enaniyet ve nefsi emmâre sizi aldatmasın. “Doğrusu, ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin merhamet edip korudukları hariç, nefis daima fenâlığı ister, kötülüğe sevk eder. Doğrusu Rabbim Gafurdur Rahîmdir (affı ve merhameti boldur) (Yusuf Sûresi 53. Ayet)

İhlası kazanmak ve muhafaza etmek ve mânileri def etmek için, gelecek düsturlar rehberiniz olsun:

Birinci düsturunuz: Amelinizde rızâ-yi ilahî olmalı,

İkinci düsturunuz: Bu hizmet-i Kur’âniye’de bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde fazîlet-fürûşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir,

Üçüncü düsturunuz: Bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz,

Dördüncü düsturunuz: Kardeşlerinizin meziyetlerini şahsınızda ve fazîletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir.

Ey hizmet-i îmâniyede arkadaşlarım! İhlası kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi ‘râbıtâ-yı mevt’tir. (ölümü hatırlayıp nefis ve şeytanın tuzaklarına yakalanmamaktır.)

İkinci sebep: Îman-ı tahkîkinin kuvvetiyle ve mârifet-i Sâni’i (Allah’ı bilmeyi) netice veren masnûâttaki  tefekkür-i îmanî (kâinattaki sanat eseri olan varlıkları, îmanı pekiştiren şeyleri düşünmek) den gelen lemeât (parıltılar) ile bir nevi huzur kazanıp, Hâlık-ı Rahîm’in (merhameti çok yüce yaratıcının) hâzır nâzır olduğunu düşünüp, O’ndan başkasının teveccühünü aramayarak, huzurunda başkalarına bakmak, medet aramak o huzurun edebine muhâlif olduğunu düşünmek ile, o riyâdan kurtulup ihlâsı kazanır.

Hubb-u câh, şöhretperestlik, hodgâmlık (kendi rahatını, zevkini düşünme) korku ve tamâ (açgözlülük) gibi hususlar ihlâsa en büyük engel görülmektedir. (29.mektubun 6. Kısmında Hucumât-ı sitteye bakılabilir)

Hz. Üstad, “Münâfıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir planı; böyle her biri birer zâbit, birer hâkim hükmündeki eşhâsı, müşterek bir meselede böyle kaçınmak ve birbirini tenkit etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır, boğuşturur, manevî kuvvetlerini dağıttırır. Sonra kuvvetini kaybedenleri kolayca tokatlar, vurur. R.N. şakirtleri, hıllet ve uhuvvet ve fenâ fil ihvân (birbirinde fâni olma) mesleğinde gittiklerinden, inşeallah bu tecrübeli ve münâfıkâne plânı da akîm bırakacaklar.

“Sizin tesânüdünüze benim ziyâde ehemmiyet verdiğimin sebebi; …sizin kuvvetli tesânüdünüzü gören ehl-i îman kanaat eder ki; bir hakîkat var, hiçbir şeye fedâ edilmez, ehl-i dalâlete (zâlimlere) başını eğmez, mağlup olmaz diye kuvve-i mâneviyesi ve îmanı kuvvet bulur, ehl-i dünyâya ve sefâhete iltihaktan kurtulur.”

“Sakın, sakın, münâkaşa etmeyiniz! Câsus kulaklar istifade ederler. Haklı olsa haksız olsa bu halimizde münâkaşa eden haksızdır.Bir dirhem hakkı varsa, münakaşa ile bin dirhem bizlere zararı dokunabilir… Haklı adam insaflı olur; bir dirhem hakkını, istirahatı umumînin yüz dirhem menfaatine feda eder. Haksız ise ekseriyetle enâniyetli olur; Feda etmez gürültü çoğalır”. 

“Böylesine ağır bir musîbet ânında biz birbirimizden şikâyet eder isek, o zaman hakîkati öğrenmekten pişmanlık duymayı ifade eder. Bu ise maddî musîbetten daha büyük bir mânevî musîbettir. Geçmiş şeylere îtiraz etmek mânasızdır. Tâmiri kâbil değildir. Aynı zamanda kaderi tenkit olur”.  buyurmaktadır. (13.Şua)

“Allah’ın yarattığı her şey güzeldir.” (Secde suresi 7. Ayet) Hz. Üstad, “ya bizzat güzel ya netîceleri îtibariyle güzeldir” diye tefsir etmektedir.

Kader, adâletle ve hikmetle iş görür. Âlem-i islâm’ı alâkadar eden bir kutsî meselede, şartlar ne kadar ağır olursa olsun, katlanmak ve üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmekle mükellefiz.

Hz. Üstâdı ve talebelerini Anadolu’da sıkıştırdılar, mahkeme mahkeme, şehir şehir sürgüne gönderdiler, zindanlarda çürümeye, ölmeye terk ettiler; olmadı yirmi bir defa zehirlediler. Buna rağmen Cenab-ı Hakk, Saff Suresi 8. Ayette “Dinini söndürmek isteyen nifak şebekelerine karşı nurunu parlattı.” İlâhî beyanında görüldüğü gibi, Nurlar Anadolu’nun her tarafına yayıldı.

Bu gün, zulmü esas alanlar, kuvveti devreye sokarak tahammülü zor bir tahribatta bulundular ama, Bakara sûresi 216. Ayette Cenab-ı Hakk: ” Olur ki, hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur” buyurduğu gibi, nice yüzbinlerce kardeşlerimiz bu durum karşısında  zorlandılar, üzüldüler ama, Elhamdulillâh bu vesileyle, hizmetin dünyada gitmediği yer de kalmadı. 

Biz de Rabbimizin Bakara suresi 156. Ayette beyan buyurduğu gibi, her musibet karşısında deriz ki: “Biz Allah’a aitiz ve zaten O’na dönmekteyiz”.

En’am suresi 53. Ayette: “Biz onlardan kimini kimi ile, neticede ‘Allah bula bula aramızdan bunları mı lütfuna lâyık gördü?’ desinler diye, işte böyle imtihan ettik. Allah kimin şükrettiğini, kimin lütfuna daha layık olduğunu bilmez olur mu?” buyurulmaktadır.

Âl-i İmran Suresi 134. Ayette yine Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: “O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.”

İnsan diline kilit vurmalı, fermuar çekmeli ve uhuvveti, ihlası sarsıcı her şeyden içtinap edip çekinmelidir.

İnsan iradî bir varlıktır. Başkalarının düşüncelerine saygılı olmak suretiyle vahdeti, kardeşliği, ihlası korumalıdır. Kalp istikametini korumak saâdet-i dâreyne (dünya ve ahiret saadetine) vesiledir.

Kalplerin te’lifi Allah’a âittir ama, insanların da bu mânada birlik beraberliği temin için, iradelerini kullanmaları gerekiyor.
Kuvvetli uhuvvet, öyle bir hasene (sevap) dir ki, bin seyyieyi (günahı) affettirir. “Bir tek insanın seninle hidâyete ermesi, sahralar dolusu kırmızı koyundan, keçilerden daha hayırlıdır”. (Buhâri)

Keşfül ahfâ’da “Hayır Allah’ın takdir ettiğindedir” deniliyor. Mü’minler belâ ve musîbetlere  sabırlı oldukları kadar, insanlara ve bütün varlıklara karşı da o kadar şefkatlidirler. Allah’ın gücü her şeye yeter. Bizler kendimizden daha ziyade Allah’ın güç ve kudretine dayanarak ihlas, samimiyet, vefâ ve sadâkatle dâvâmıza sâhip çıkmalıyız.

Ortalık kar buz olunca kaymalar mukadderdir. Birbirimize tutunarak kaymanın önüne geçmeli ve düşmeleri önlemeliyiz.
Mâide sûresi 56. Ayette Cenâb-ı Hakk:” Kim Allah’ı, Resulünü ve îman edenleri dost edinirse bilsin ki, bunların teşkil ettiği Allah tarafı mutlaka gâlip gelecektir” buyurur.

Îman erkânına inanmak ve amel-i sâlihle ebetler âlemine namzet bir kul olarak yaşamak, Rabbimizin bir ikrâmı, bir ihsânıdır. Böylesine îman ile şereflenen mümin aslâ ye’se düşmemeli, çünkü, ye’s içinde ümidini kaybetmek küfür sıfatıdır.
Yûsuf Sûresi 87. Ayette Cenâb-ı Hakk: “…Allah’ın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü kâfirler gürûhu dışında hiç kimse Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez!”

26 Ocak 2021 12:57
DİĞER HABERLER