"Ayetlerde akabe olarak nitelenen hususlar, özellikle günümüzde daha bir önem kazanmıştır. Zira gerek ülke içinde, gerekse ülke dışında pekçok mağdur ve mazlum vardır. Bunların kimileri evlerinden, ülkelerinden, kimileri anne-babalarından, kimileri de var olan servetlerinden mahrum durumdadırlar. Baba veya anneleri hapiste veya uzaklarda olan nice yetim ve öksüz vardır. "
Prof. Dr. Muhittin AKGÜL | samanyoluhaber.com
Aşılması Zor Olan Tepe: Akabe
Bu haftaki yazımda, Kur’ân’da “akabe” (sarp yokuş) olarak nitelendirilen bir konuyu ele alacağım. Akabe kelimesi, engel, tepe, sarp yokuş, dağdaki engebeli ve aşılması zor olan yol gibi anlamlara gelmektedir. Kur’ân, akabe kelimesindeki zorluğu, sosyal alana ve özellikle de insanın kendisine ait bir şeyler verirken yaşadığı psikolojik durumu ifade etme anlamına taşımış, bununla da insanın yapısına bir takım hikmetler için yerleştirilmiş bir gerçeği hatırlatmıştır ki, bu gerçek, insanın servetine olan düşkünlüğü, başkalarına vermede yaşadığı zorluk, çektiği iç burkuntu, bencilliği, cimriliği ve mala karşı olan aşırı ve derin hırsıdır. İşte bütün bu baskılara, şeytani dürtü ve vesveselere rağmen, şayet insan nefsine hâkim olup, malın esiri değil de, malı kendisine esir yapabiliyorsa, bu zor mu zor olan engeli de böylelikle aşmış olur. Buna mukabil olarak da ebedi âlemde amel defterini sağından alan ve Cennete dâhil olan kullar arasına girmiş olur.
Âyette belirtilen konuların “akabe” (aşılması zor olan engel) olarak ifade edilmesi, aynı zamanda ilgili âyetlerde sayılan konuların, Cenab-ı Hakk katında ne kadar değerli olduğunu göstermesi açısından da oldukça önemlidir.
Beled Sûresi’nde peşpeşe gelen kısa âyetlerde, insana bahşedilen nimetlerin bazıları hatırlatıldıktan sonra, onun bu nimetler karşısındaki nankörlüğü ve şükürsüzlüğü ön plana çıkartılarak, sarp yokuş anlamındaki akabenin nelerden ibaret olduğu hatırlatılır. Söz konusu âyetlerin mealini verdikten sonra, kısaca bunlar üzerinde durmaya çalışacağız:
“O insan kendi üzerinde kimsenin güç sahibi olmadığını mı sanır? “Ben yığınla servet tükettim.” diye övünüp durur. Kendisini gören olmadığını mı sanır? Biz ona görmesi için gözler, Gönlüne tercüman olacak dil ve dudaklar, vermedik mi? Ona hayır ve şer yollarını göstermedik mi? Fakat o sarp yokuşu aşmaya çalışmadı. (Böyle yaparak verilen nimetlerin şükrünü eda etmedi.) Sarp yokuş, bilir misin nedir? Sarp yokuş: bir köleyi, bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır! Kıtlık zamanında yemek yedirmektir. Yakınlığı olan bir yetimi, Ya da yeri yatak, (göğü yorgan yapan, barınacak hiçbir yeri olmayan) fakiri doyurmaktır. Hem sarp yokuş: Gönülden iman edip, birbirlerine sabır ve şefkat dersi vermek, sabır ve şefkat örneği olmaktır. İşte hesap defterleri sağ ellerine verilecek olanlar bunlardır.” (Beled 5-18)
Âyetlerden de açıkça anlaşıldığı üzere sarp yokuş şunlardan meydana gelmektedir: Köle ve esiri hürriyetine kavuşturmak, kıtlık zamanında yemek yedirmek, yakınlığı olan bir yetimi veya bir fakiri doyurmak, gönülden iman edip, birbirlerine sabır ve şefkat dersi vermek, sabır ve şefkat örneği olmaktır.
Âyette, köleyi kölelikten, esiri de esaretten kurtarıp hürriyetine kavuşturma anlamına gelen “fekk-ü rakabe”, her dönemde karşı karşıya kalınacak bir olguyu ifade etmektedir. Kölelik ve esaret, her ne kadar tarihteki gibi aleni ve resmi bir statüde yapılmasa da, aslında her ikisi de manası itibariyle bütün canlılığıyla varlığını korumaktadır. Günümüzde zalimlerin elinde kalmış pek çok esir bulunmaktadır. Bunlardan kimi hapishanelerde, kimi ülkelerinden kaçarken başka topraklarda, kimi de hürriyete kavuşmak için yollar aramaktadır. Evet bunlar evrensel beyan ışığında değerlendirildiğinde, esirdirler ve esaretten de kurtarılmayı beklemektedirler.
Yüce Yaratıcı tarafından, yeryüzünün halifesi ve değerlisi olarak yaratılan insan, köle yapılamaz ve esaret altına alınamaz. Ancak şu da bir gerçektir ki, tarihte zaman zaman bazı zalim ve diktatörler, baş edemedikleri topluluk ve şahısların hürriyetlerini gasbederek esaret altına alabilmiş, köle pazarları kurabilmiş ve adeta bir meta gibi şerefli olan insanı pazarlayıp satabilmişlerdir. Şekil ve kuralları değişse de, bu türden köleleştirme, esaret altına alma, çocukları sahipsiz ve yetim bırakma çaba ve gayretleri, hiçbir zaman yeryüzünde eksik olmamıştır.
Kanaatimizce günümüzde başta Türkiye ve Suriye olmak üzere benzeri dikta ve rejimiyle yönetilen ülkelerde, esaret şekil değiştirerek yoğun halde devam etmektedir. İşte böylesi bir durumda, hali vakti yerinde olan zenginlere, bu insanları esaretlerinden kurtaracak imkânlar hazırlama, bunlara yardım etme ve hürriyete giden yolda yardımcı olma, sarp yokuşu aşmaktır. Özellikle de şahıslardan ziyade külli sivil kıyımlar düşünüldüğünde hadisenin vehameti daha iyi anlaşılabilir.
Neden mi? Zira insan hürriyeti her şeyin üstündedir. İnsanları kölelikten kurtarıp, hürriyetlerine kavuşturmayı, en başında Allah Resûlü olmak üzere, onun yakınındaki zengin sahabiler çok sıklıkla yapmışlardır. Konuyla ilgili pekçok âyetin yanında, Allah Resûlü’nin (s.a.s.) şu sözleri, bunun ne kadar önemli olduğunu göstermeye yeter zannediyorum.
Bu rivayetlerden birinde Hz. Peygamber: “Her kim mümin bir köleyi azat ederse, Yüce Allah da onun her organına karşılık, onu hürriyetine kavuşturanın bir organını Cehennem ateşinden uzak kılar " buyurmuşlardır.
Diğer bir rivayette ise bir defasında bir bedevi Allah Resûlü’ne:
“Ey Allah'ın Resulü! Bana öyle bir şey öğret ki, o beni cennete götürsün” deyince, Resûlullah: “Bir canı kurtar yahut bir köleyi hürriyetine kavuştur” buyurdular. Soruyu soran şahıs: Bunların ikisi de aynı şey değil midir?” deyince de: “Hayır, bir canı kurtarmak demek, onu tek başına senin hürriyetine kavuşturman, diğeri ise fekk-i rakabe, yani bir köleyi salıvermek ise, onun azat edilmesine yardım etmendir. Bu bazen tek başına, bazen de ortak olarak olabilir” buyurdular.
Âyetteki “fekk-i rakabe” ifadesinin diğer bir anlamı da, herkesin iyi ve güzel işler yaparak kendisini cehennem azabından kurtarması demektir. Evet bu da kelimenin ikinci manasıdır ki mü’minin, nefsin haram ve gayr-ı meşru arzu istekleri ve şeytanın da aldatmak için her türlü yolu deneyerek vesvese vermesi karşısında, kazanabilmesi için büyük bir çaba ve gayret sarfetmesi gerekir ki, çok da kolay değildir ve bu durum Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından “büyük cihad” olarak tarif edilmiştir.
Akabe olarak nitelenen diğer husus, umumi olan bir kıtlık, açlık, fakirlik ve ekonomik kriz dönemlerinde, temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak olan açları doyurmak ve sıkıntılı durumdan kurtarmaktır. Ayrıca öncelikle de akrabalık bağı da olduğu için akrabalarından ve yakınlarından olan yetimlere yahut aynı binayı, mahalleyi, kasaba veya bölgeyi paylaştığı yetimleri görüp gözetmesi, ellerinden tutup kimsesiz olmadıklarını hissettirmesidir.
Günümüz açısından yetimi, “sadece babası olmayan” şekliyle değerlendirmek doğru olmayabilir. Baba, çocuklarının sahibi, velisi olarak onların maddi manevi bakım ve görümünü yapar, ihtiyaçlarını giderir, onları koruyup kollar. Günümüzde de yetim derecesinde sahip çıkılacak, gözetilecek, koruyup kollanacak çok çocuk bulunmaktadır. Belki geniş manada yetime böyle bakmak, imtihan olduğumuz akabeleri aşma adına önemli olsa gerektir.
Sûre’nin sonunda da aşılması gereken zor durum olan akabe, gönülden iman, birbirine sabır ve şefkat dersi vermek, sabır ve şefkat örneği olmakla noktalanmaktadır. Evet akabeyi aşarken pekçok yeni akabeler insanın önüne çıkabilir. Yapılan bu hayırlı işler, bazen zalim ve münafıklarca terör faaliyeti kapsamına alınabilir, yasaklanabilir, bunları gerçekleştirme aynı zamanda oldukça zor bir hale gelmiş olur. İşte o zaman da bu aşılması gereken akabe, sabır olur, sabır tavsiyesi olur ve herkesin korku ve endişeden kenara çekildiği böylesi ifritten bir süreçte, örnek olma oldukça büyük bir önem arzeder duruma gelebilir.
Kur’ân, yukarıdaki işleri yapanları, dünyadaki amel arşivleri (defterleri) sağ taraflarından verilecek kişiler olarak nitelemekte ve Cennetle müjdelemekte iken, tam tersi konumda bulunan ve kendisine verilen nimetleri görmezden gelen nankörleri de, kitapları solundan verilen cehennemlikler olarak nitelemektedir.
Âyetlerde akabe olarak nitelenen hususlar, özellikle günümüzde daha bir önem kazanmıştır. Zira gerek ülke içinde, gerekse ülke dışında pekçok mağdur ve mazlum vardır. Bunların kimileri evlerinden, ülkelerinden, kimileri anne-babalarından, kimileri de var olan servetlerinden mahrum durumdadırlar. Baba veya anneleri hapiste veya uzaklarda olan nice yetim ve öksüz vardır. KHK zulmüyle mesleğinden edilmiş, bütün iş kapıları kendilerine kapatılmış, evine götüreceği yiyeceğe muhtaç nice insanlar bulunmaktadır. Gerek ülke içinde, gerekse yakın uzak ülkelerde hürriyetlerine kavuşmayı bekleyen, ancak gereken meblağı bulamayan nice boynu bükük masumlar ve mağdurlar vardır. İşte bütün bunlar, ellerinden tutacak, fekk-i rakabe yapacak ve böylelikle hürriyete giden yolları açacak Ebubekir ruhlu zenginlere ihtiyaç duymaktadır.
Âyetlerde sarp yokuşu geçmek için atılması gereken adımları tekrar özetleyecek olursak bunlar: Köle veya günümüzde köleden daha kötü duruma düşürülerek külli bir kıyıma ve yokluğa hapsedilen benzer durumdaki kimseleri hürriyetlerine kavuşturmak, açlık zamanlarında yoksulları doyurmak, yedirip içirmek, giydirmek, yetimlerin veya yetim statüsünde bulunanların ellerinden tutup bir baba şefkatiyle az da olsa yetimliklerini unutturmak, gönülden iman etmek ve sabır ve merhameti tavsiye etmektir.
Yüce Mevla’dan dileğimiz, bu mübarek günlerde bu zor tepeyi aşan ehl-i mürüvvetin sayısının fazla olması ve ellerini daha ciddi olarak taşın altına koymalarıdır.
https://twitter.com/muhittinakgul