Avrupa Birligi (AB) Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’ın açıkladığı yeni ‘mülteci ve göçmen politikası’ paketi ne anlama geliyor?
ANALİZ/YORUM
Oğuzhan Albayrak, İnsan Hakları Savunucusu, Human Rights Defenders e.V. Genel Sekreteri
Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’ın dün (23 Eylül) gerçekleştirdiği basın açıklaması, esasen Avrupa Birliği’nin mülteci politikasında içinde bulunduğu çıkmazı sona erdirecek yeni inisiyatifler almasını bekleyenler açısından hayal kırıklığı olarak adlandırılabilir!
2015 yılından bu yana, Avrupa Birliği değerleriyle örtüşen ve insanı ön plana alan ortak bir Mülteci ve Göçmen Politikası yol arayışı içinde olan Birlik, ne yazık ki bu sefer de uzlaşmadı Dün açıklanan yeni paket esasen ideal olmaktan ziyade, günümüz AB’nde uygulanabilir asgari şartları biraraya getiren bir programdan öte bir adım teşkil etmemektedir.
Yeni paket neleri kapsıyor?
Etkin ve daha hızlı bir süreç: AB sınırlarına ulaşan mültecilerin, bundan sonra daha hızlı ve daha detaylı bir kayıt sürecinden geçmesi ve kayıt işlemlerinin yapılması öngörülmektedir. Sadece parmak izlerinin alınması ile yetinilmeyip, sağlık ve güvenlik/istihbarat kontrollerinin de daha sıkı yapılması planlanmaktadır. En geç 5 gün içinde, mültecilerin hukuki süreçleri ile ilgili yol haritasının belirlenmesi hedeflenmektedir. Mülteci statüsü daha az verilen ülke vatandaşlarının dosyalarının daha hızlı sonuçlandırılması ve ilgili ülkeye iade işlemlerinin bekletilmeden yapılması için önlemlerin artırılması öngörülmektedir.
Mültecilerin AB içinde ‘dağıtımı’, AB ülkelerin sorumluluğu ve dayanışması: Komisyon Başkanı özellikle kriz dönemlerinde tüm AB üyelerinden beklenen dayanışmayı istisnasız sergilemelerini beklediğini açıklamıştır. AB sınırlarını koruyan bu ülkelere destek verilmesinin elzem olduğunu belirten von der Leyen ‘esnek katkı’ sistemini açıklamıştır. Buna göre, mülteci kabul etmeyen ülkeler, mültecileri kabul eden üyelere daha fazla maddi yardım vermek durumunda kalacak. Ayrıca, bu ülkelerden, mülteci statüsü kabul edilmeyen kişilerin geldikleri ülkelere iade edilmesinde ‘sponsor’ olmaları beklenmektedir.
AB sınırlarını güçlendirilmesi ve üçüncü ülkelerle daha etkin işbirliği: Üçüncü ülkelerle ihtiyaca göre hazırlanacak işbirliğine gidilmesi hedeflenmekte ve özellikle insan kaçakçılığı ile mücadelede AB sınırları boyunca daha etkin adımların atılması öngörülmektedir.
Bu arada , AB’nin gelecekte ihtiyaç duyacağı belli istihdam alanlarında görevlendireceği kişileri belli ülkelerden yasal yollarla AB’ye davet edilmesi için daha fazla bütçe ayırmasına ilişkin somut adımları kısa ve orta vadede göreceğimizi düşünüyorum. Bu özellikle, Türkiye gibi ülkelerdeki, göreceli olarak daha eğitimli olan ve geleceğini yurt dışında arayan genç neslin dikkatini daha da fazla çekecektir.
Dublin-III uygulamasında ise fazla bir değişikliğe gidilmemektedir. Almanya’nın katı Dublin-III’ü olduğu gibi muhafaza etme taraftarlığı bu konuda fazla bir gelişme olmayacağının da göstergesi esasen. Ancak, minör düzenlemeler öngörülüyor. İtalya, Yunanistan ve İspanya gibi AB sınırındaki ülkeleri rahatlatmaktan uzak düzenlemeler arasında, örneğin kardeşlerinin ikamet ettiği veya tahsil aldığı bir AB ülkesine iltica başvurusunda bulunmasına izin vermektedir.
Havuç – Sopa politikası:
Esasen, insan hakları ve mülteci konularında faaliyetlerde bulunan sivil toplum kuruluşları, açıklanan bu yeni paketin geçtiğimiz aylarda duyurulmasını bekliyordu. Paketin, Moria mülteci kampındaki yangın felaketinden sonra daha fazla bekletilmeden açıklanmış olması, AB’nin mülteci krizini etkili bir şekilde yönetebildiği imajını verme çabasından öte bir refleks değil. Tıpkı, 2015 Eylül ayı başlarında Bodrum yakınlarında sahilde bulunan Alan Kurdi bebeğin cansız bedeninin dünyada tepkiye yol açması sonrasında AB liderlerinin aldıkları sözde önlemler gibi…
Ayrıca , yeni pakette yer almayan bir unsur da AB ülkelerinin almak durumunda kaldıkları ‘zorunlu mülteci kotası’. Hatırlanacağı üzere, Eylül 2015’te AB İçişleri Bakanları ‘zorunlu kota’ uygulamasını kabul etmişti. Ancak, bu karara Macaristan, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya günümüze kadar uymamakta ve bu da AB mülteci politikasındaki derin çatlağı yansıtmaktadır.
Öte yandan, yeni pakette mülteci kabul etmeyen AB üyesi ülkelere yaptırımlar da söz konusu olmayıp, buna karşın, yetişkin her bir mülteciyi kabul eden üye ülkeye AB bütçesinden ilave 10.000 Avro destek sağlayarak, bu konuda çekinceli davranan doğu AB üyesi ülkelere göz kırpmaktadır Komisyon.
Yeni paketin hedeflerinden birtanesi, AB sınırlarında kurulan Moria Mülteci Kampı gibi merkezlerinin doluluk oranının azaltılması, yani mülteci statüsünün daha hizli bir şekilde tayin edilmesi. Daha hızlı alınacak kararlar, daha dikkatsiz alınacak kararları beraberinde getireceğini de unutmamak gerekir. Nitekim, önceki yıllarda bu konuda alınan ‘somut’ önlemlerin mağduriyetleri gidermekten ziyade artırdığı da söylenebilir.
Burada vahim olan başka bir husus ise, ‘potansiyel’ mültecilerin bir tasnif sistemine tabi tutulmalarıdır. Buna göre AB sınırlarındaki ‘kişi tarama sürecinde’ (bu süreçte kişi AB ülkesine girmiş sayılmamaktadır) iltica etmek isteyen kişinin sahip olduğu vatandaşlık kategoriyi belirleyecek. Mülteci ‘adayı’, AB genelinde iltica kabul oranı %20’nin altında olan bir üçüncü ülke vatandaşlığını taşıyorsa, hızlandırılmış bir karar mekanizmasına tabi tutulacak bir kategoride yer alacak, bu da doğal olarak daha hızlı bir şekilde geldiği ülkeye iade edilmesini kolaylaştıracaktır.
Bir de , farklı kategorideki mülteci ‘adaylarının’ farklı merkezlerde barındırılacak olması Moria gibi kampları azaltmaktan ziyade sayısal olarak daha fazla kampların kurulmasını da beraberinde getirecektir.
Ne bekleme(me)liyiz?
Yeni önlem paketinin Macaristan’daki Hükümet Başkanı Victor Orbanı etkilemeyeceği ve Avrupa’yı ‘Müslümanlardan koruyacağı’ şeklindeki politikalarından geri adım atmasını sağlayacak bir teşvik olmayacağı izahtan varestedir. Diğer popülist liderlerde ‘Orban’ist tavırlarından vazgeçmeyecektir. Nitekim, daha yeni önlem paketi açıklanmadan Viyana’dan gelen, ‘mülteci konusunda egemenlik haklarımızı muhafaza edeceğiz’ şeklindeki açıklamalar, yeni paketin icrasında üye ülkelerin kendi iç dinamikleriyle hareket edeceğinin bir göstergesi olup, AB genelinde mülteci politikalarının önümüzdeki dönemde de yeknesak olmayacağının işaretidir.
AB Komisyonu, açıklanan yeni paketle, AB sınırlarına 2015 yılına kıyasla (1,8 milyon mülteci) yasadışı yollardan daha az mültecinin geldiğini (2019 yılında 140 bin) savunmakta, yeni gelen kişilerden mülteci statüsü oranının düştüğüne işaret ederek, 2019 yılında AB’ye sığınan her üç kişiden ancak birinin hukuki olarak mülteci statüsü aldığını ifade etmektedir.
Bu kısır ve miyop bir stratejidir, Avrupa’ya komşu bölgelerdeki küresel gelişmeleri hesaba katmamaktır. Örneğin, halihazırda bir milyar nüfusu olan Afrika kıtasının 2050 yılında iki milyar nüfusa sahip olacağı öngörülmektedir. Kıta genelinde yaşanan çatışmalar, küresel ısınmayla birlikte azalan kaynaklar vb etkenler, Afrika kıtasında yaşanmakta olan kıtlığın daha da artıracak olup, bunun da doğal sonucu olarak son durağın Avrupa kıtası olduğu kitlesel göç hareketlerini beraberinde getirecektir. AB hantal bürokrasi ve giderek muhafazakarlaşan politikalarının bir sonucu olarak üçüncü ülkelerle olan işbirliğini bu konuda geliştirmek isteyecektir.
Ancak bu, Avrupa değerlerinden feragat etmek anlamına gelmektedir. AB’nin günümüze kadar Türkiye, Tunus, Libya ve diğer Kuzey Afrika ülkeleriyle yaptığı mülteci işbirliği anlaşmalarında da görüldüğü üzere bu ülkelerdeki otoriter liderlerin para kasalarını doldurmak ve mültecileri AB’ye karşı bir siyasi koz olarak kullanmaktan öteye gitmediğini, Türkiye-Yunanistan sınırında defaatle gördük.
Öte yandan, Afrika’dan her yıl binlerce insanın hayati tehlikeye göze alarak Akdeniz üzerinden Avrupa kıtasına ulaşmaya çalışmalarını da engelleyememiştir bu anlaşmalar… ve Akdeniz’in binlerce insan için mezar olmaya devam edeceğini de engelleyemeyecektir bu politika!
Sonuç olarak, ne mültecilerle daha fazla barındıramayacağını söyleyen İtalya, İspanya ve Yunanistan; ne mülteci politikalarına daha fazla katkı sunmak istemeyen hatta mülteci görmek istemeyen Macaristan ve Avusturya gibi AB içindeki muhafazakâr bloku temsil eden ülkeler; ne de son haftalarda Moria’da yaşanmakta olan dramı gören, refah seviyesi yüksek ve değerleriyle bazı üçüncü ülkelere ders vermeye kalkışan bu yaşlı kıtanın milyonlarca insan memnun değil bu yeni önlem paketinden.
Göreve neredeyse bir yıl önce başlayan AB Komisyonu tüm taraflara ‘gerçeğe hoşgeldiniz’ dedi. Özetle AB Komisyonu, olması gerekeni değil uygulanabilir bir paketi açıklamıştır dün. Ümit edelim ki, Avrupa Parlamentosu bu yeni önlem paketini geri çevirerek AB’nin değerlerini koruyacak adımlar atsın…