Avrupa Parlamentosu milletvekili, Alman politikacı Rebecca Harms, son dönemde Türkiye’den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) gelen davalarla ilgili konuştu.
Avrupa Parlamentosu milletvekili, Alman politikacı Rebecca Harms, son dönemde Türkiye’den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) gelen davalarla ilgili konuştu. “Bu süreçte AİHM’in tutumuyla ilgili ciddi şüphelerim var.” diyen Harms, “Türkiye’den gelen davaları Türk yargısına havale etmeyi sonlandırmalılar. AİHM, Türkiye’deki iç hukuk yollarına gereğinden fazla güveniyor.” ifadelerini kullandı.
İşte Rebecca Harms’ın Ahvalnews.com’da Eşref Aydoğmuş’un sorularına verdiği cevaplar;
Siz Türkiye’de yaşanan hukuksuzlukları yakından takip eden bir isimsiniz. Sosyal medyada bu konuları sık sık dile getiriyorsunuz. Temmuz ayında Avrupa Parlamentosu’nda (AP) bir konuşmanızda yapılanları Nasyonal Sosyalizm’le karşılaştırdınız. Bu kadar tehlikeli olduğuna inandığınız bu durumla ilgili ekleyecekleriniz neler?
Okul yıllarından beri Alman tarihiyle meşgulüm. Almanlar olarak biz ve halkım; Nasyonal Sosyalizm, Faşizm, Yahudi soykırımı, İkinci Dünya Savaşı ve büyük tahribatlar için bugüne ve geleceğe yetecek kadar sorumluluk taşıyoruz.
Her ne kadar Türkiye’deki gelişmeleri dayanılmaz buluyorsam da, bunu Nasyonal Sosyalist Almanya’yla eşit tutmak kolay değil. Eşit tutmalar hemen hemen yanlış sonuç verir.
Ama Alman tarihinden bugünün Türkiyesi için öğrendiğim; Türkiye’de binlerce insanın işini kaybetmesi, mallarına el konması, kendilerinin veya aile fertlerinin bir organizasyona veya bir harekete mensubiyeti iddiasıyla hapse atılmaları; demokrasi, hukuk ve insan haklarının askıya alınmasıdır.
Politik motivasyonlu toplu zulümlere ve toplu tutuklamalara karşı, tüm demokratik dünya bir duruş sergilemelidir. Aydınlatılmayan korkunç darbe gecesinin, kesinlikle aydınlatılması gerektiğini düşünüyorum.
Toplu zulümlerle endişe ve korkunun yayılması hedefleniyor ve muhalifler sindirilmeye çalışılıyor.
– Türkiye-AB ilişkilerine gelmek istiyorum. İlişkilerin dondurulması konusunda temelde iki farklı görüş söz konusu; Bir taraf, ilişkilerin tamamıyla dondurulmasının, Türkiye’nin giderek daha da izole olmasını sağlayacağını savunuyor. Diğer taraf ise hukuk devletinin artık var olmadığını ve siyasi izolasyonun toplumu mobilize edeceğini savunuyor. AB sizce nasıl hareket etmeli?
AB, kararlarında hem Erdoğan’a eleştirel yaklaşmalı, ama aynı zamanda da AB’yi çıkarlarının ve güvenliklerinin savunucusu olarak gören kadın-erkek Türklerin sorumluluğunu da taşıdığını unutmamalı. Ve onlar, Türkiye AB’den tamamen yüzünü çevirirse, durumun daha da kötüleşeceği endişesini taşıyorlar. Bu sürekli bir dengelemeyi gerektiriyor…
– Türkiye’deki antidemokratik uygulamalara karşı Avrupa’nın gösterdiği tepkilerinin yetersiz olduğu eleştirilerini nasıl değerlendirirsiniz?
Erdoğan’a, hükümete ve AKP’nin yaptıklarına nasıl tesir edebileceğimiz zor bir tartışma konusu. Avrupa Birliği’nin ortak tutum sergilemesi ve tek bir çizgide buluşması önemli olurdu. AB’nin şimdiye kadarki tepkileri hiçbir değişiklik getirmedi.
Avrupa Parlamentosu, eğer Türkiye’de referandum anayasası hayata geçerse, Avrupa Birliği müzakerelerinin askıya alınmasını talep ediyor. Ben de Avrupa Parlamentosu’ndaki bu oylamayla aslında doğru bir tercih yaptığımızı düşünüyorum. Her ne kadar Türkiye’deki birçok arkadaşım bundan korkup, eleştirel tepki verseler de.
Biz değiştirilmiş Türk anayasasının Avrupa Birliği müzakereleriyle bağdaşmayacağını anlatmalıydık. Açıklık getirmeliydik.
Avrupa Komisyonu’ndan AB fonları ile Cumhurbaşkanı’nın hiçbir şekilde güçlendirilmemesini talep ettik.
Erdoğan’a açık bir sınır çizmek ve aynı anda demokratlara ve zulme uğrayanlara destek olmak kolay değil. Bana göre tek bir seçenek kalıyor; o da Gümrük Birliği’ni açık taleplerle hukuka bağlamak için yapılacak müzakereler.
Kesinlikle sadece bu bağlantıyla müzakere yapılmalı. Erdoğan’ın en büyük çıkarı, kesinlikle ekonomik menfaatlerdir. Avrupa Birliği bir sonraki adımda bunu terazinin bir kefesine koymalı.
-AB Komisyonu Göç, İçişleri ve Vatandaşlık Komiseri Dimitris Avramopoulos geçenlerde “Türkiye ile vize muafiyeti konusunda son düzlüğe girildi” dedi. Neler söylersiniz?
Ben tamamen farklı fikirdeyim. Her zaman Türkiye’nin sadece elitinin değil, tüm vatandaşlarının AB’ye rahat bir şekilde seyahat edebilmelerini arzulamışımdır.
Ve şu anda Doğu Avrupa’da bunun reel ve duygusal olarak AB ve komşu üye ülkelerinin arasındaki bağ ve birliktelik duygusu için ne kadar önemli olduğuna tanık oluyorum.
Türkiye ile vize muafiyeti konusunda bir ilerlemenin kaydedilmemesi çok acı. Ama Avrupa Parlamentosu’nun talep ettiği şartlar yerine getirilmedi.
Bence Türkiye şu an hukuk devleti değil ve o yüzden vizelerin kaldırılması imkansızdır. Türkiye’de hukuk devletinin yok edilişi beni çok tedirgin ediyor.
Birçok arkadaşım hapiste. Toplu cezalandırmaların kurbanlarının yakınları, Türkiye’de davası olan avukatlar da beni bilgilendiriyor.
Bazı iddianamelere baktığımda, gözaltına alınabilecek kadar gerekçeli olmadıklarını, şüphe uyandırıcı olduklarını gördüm.
Hapiste olan savcı ve hakimler, avukatlara ve hukuki kurumlara yapılan baskı, Avrupa Avukatlar ve Hakimler Birliği tarafından sürekli sert bir şekilde eleştiriliyor.
Türkiye’de çok uzun zamandır ne hukuk devletinden, ne basın ve düşünce özgürlüğünden bahsedebiliriz.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) tutumuyla ilgili de ciddi şüphelerim var. Türkiye’den gelen davaları Türk yargısına havale etmeyi sonlandırmalılar.
AİHM en azından aciliyeti olan davalara bir an önce bakmalı ve hüküm vermeli. Birçok insanın çok kötü şartlar altında hapiste olduğunu ve birçoğunun ağır hasta olduğunu bilmek, beni derinden endişelendiriyor.
Kısa bir zaman önce tanışmış olduğum Türk bir hukukçu ile konuştum. Bana eşi ve çocukları ile Türkiye’den kaçış hikayelerini anlattı.
Korkunç bir hikayesi var, ama iyi sonuçlanmış bir hikaye. Özgür bir hayat için her şeylerini tehlikeye attılar. Birçok Türk’ün aynı durumda olduğunu düşünüyorum.
Hiçbir insan sebepsiz yere hayatını insan tacirlerine ve su alan botlara emanet etmez.
-Avrupa Konseyi ve AİHM’in tutumu hakkında şüphelerinizin olduğunu ifade ettiniz. Nedir bu şüpheler? Biraz açar mısınız…
Erdoğan kendisini eleştirenleri ve siyasi rakiplerini korkutmak ve başından atmak için, kendi çıkarları için hapse atıyor.
Selahattin Demirtaş ve diğer demokratik olarak seçilen HDP milletvekillerinin davalarına bakın, Ahmet ve Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, Ahmet Turan Alkan, Ayşenur Parıldak ve Şahin Alpay´ın davalarına bakın, Cumhuriyet Davası Deniz Yücel’in, İnsan Hakları Savunucusu Taner Kılıç veya Osman Kavala.
Türk yargısı içinde siyasi mağdurlar için adil bir yargı süreci veya hükümlerin mümkün olmadığını gösteren o kadar çok dava var ki…
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ulaşan davaların çoğunun şimdiye kadar çoktan Strazburg’da masaya yatırılması gerekirdi. Bilhassa Strazburg’dan çok öncesinde yardım talep eden gazetecilerin ve yazarların avukatlarının davaları…
Bu durum gösteriyor ki AİHM, Türkiye’deki iç hukuk yollarına gereğinden fazla güveniyor.
-Temmuz ayında BİLD’de yayınlanan habere göre, Erdoğan Almanya’ya iltica eden eski iki Türk generale karşılık Deniz Yücel’i serbest bırakmayı teklif etti. Haberi diplomatik kaynaklara dayandıran gazete, Türk hükümetinin tutuklu Almanları rehine olarak kullandığı kanaatinin Berlin’de hakim olduğunu yazdı. Tüm bu gelişmeleri nasıl değerlendirdiniz?
Bununla ilgili sadece Almanya’nın bir Hukuk Devleti olduğunu ve böyle bir şantaja boyun eğmeyeceğini söyleyebilirim.
Almanların veya çifte vatandaşların bu sebepten tutuklandıklarına dair bir şüphe var. Almanya kesinlikle bir hukuk devletine aykırı davranmamalı. Ve bunu Deniz’in cezaevinden çıkmasını çok istediğim halde söylüyorum…
– DİTİB’konusunu da sormak istiyorum. Kölner Stadt Anzeiger gazetesinde yer alan haberde, ‘Federal Alman Hükümeti’nin Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’nin (DİTİB) projelerine verdiği desteği önümüzdeki yıl yüzde 80 azaltacağı’ belirtildi…
Almanya’daki camilerde muhakkak birçok aktif cami üyesi gerçekten iyi işler yapıyordur. Ama çatı kuruluşu DİTİB, Türk Devleti’nin Almanya’daki “uzun kolu” gibi.
Ben de Alman meslektaşım Cem Özdemir gibi; DİTİB gibi kurumların, eğer İslam’ın Almanya’da entegrasyonuna katkı sağlamak istiyorlarsa, Anayasal düzene bağlı olarak hareket etmeleri gerektiğine inanıyorum.
-Son olarak; Türkiye için umutlu musunuz?
Bugün Türkiye ile ilgili bana umut veren; cesur bir şekilde Türkiye’de mağdur olanların hakkını arayan, ağzını açmaktan korkmayan eşler, çocuklar, veliler, milletvekilleri, belediye başkanları var.
Her şeye rağmen, meslektaşları hapse atılmış olmasına rağmen, işini yapan avukatlar var.
İstanbul’da gözlemci olarak katıldığım mahkeme duruşmalarında, sanık için ailesinin ve arkadaşlarının mahkeme salonunda varoluşunun bile ne kadar önemli olduğunu görmek bana çok tesir etti.
Hapiste olan bir arkadaşımın kızı, mahkeme salonunda hukuk okumaya karar verdi. Bunun gibi kadınlar Türkiye’yi tekrar iyiye yönelik değiştirecekler. Hala Erdoğan’ın Türkiyesi’nden farklı olan bir Türkiye var.