Avrupa Parlamentosu (AP) ’nun onayladığı Türkiye raportörü, Hollandalı parlamenter Kati Piri tarafından hazırlanan rapor ilginç özellikler taşıyor
Öncelikle bu karar AP’nin 2014-2019 yasama döneminin son Türkiye kararı olma özelliğine sahip. 26 Mayıs’ta yapılacak AP seçimleri sonrası oluşacak yeni AP’nin Türkiye’yle ilişkilerine zemin oluşturacak.
Bu rapor, Avrupa Parlamentosunun kabul ettiği Türkiye ilgili aldığı en ağır rapor olma özelliğini de taşıyor
Ayrıca son alınan kararda müzakere sürecinin askıya alınmasını tavsiye etmesinin yanında iki yeni unsura daha yer veriliyor. Türkiye-AB ilişkilerinin “etkin bir ortaklık temelinde yeniden tanımlanması” isteniyor. AP, katılım müzakerelerinin başladığı 2005 yılından bu yana ilk defa bu düşünceyi bir kararına yansıtıyor. Türkiye ile AB arasındaki ilişkinin demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel haklara saygı koşuluna bağlanması da isteniyor .
Raporda ilk defa Gülen Hareketi ifadesi de kullanıldı. Özellikle Türkiye’deki AKP rejiminin yurt dışındaki istihbarat faaliyetleri açıkça eleştirildi.
MÜZAKERELER DURDURULSUN AMA ADAY ÜLKE STATÜSÜ KALSIN DEMEK NE ANLAMA GELİYOR?
Raporda dikkat çeken bir konu da Türkiye ile sadece müzakerelerin dondurulması gerektiği, ancak aday ülke statüsünün kalması yönündeki tavsiye .
Uzmanlar Avrupa Parlamentosundan Türkiye ve yurtdışındaki demokratları “küstürmemek” ve “hayal kırıklığına uğratmamak” adına belirlenen bir adım olarak yorumluyor
Türkiye’deki anayasa değişikliği ile birlikte gelen tek adam sisteminin demokratik kurum ve kuruluşları işleyemez hale getirdiği biliniyorsa, Türkiye Kopenhag kriterlerini de yerine getiremiyor demektir ki, bu durumda adaylık statüsünün hukuki ve siyasi temeli de çökmüş bulunmaktadır.
AB Konseyi tarafından müzakerelerin resmi olarak durdurulması yönünde bir kararın alınması durumunda, IPA fonlarının da kesilmiş olacak.
Bu da Türkiye’de bir çok STK’yı zor durumda bırakmış olacak. Şimdi AB fonları direk STK’lar tarafından kullanılıyor. Türkiye aday ülke statüsünü kaybederse AKP hükümeti de siyasi hamlede bulunacak. Ve herkesin bu fonları kullanmasını engelleye bilir
SONUÇ OLARAK
Avrupa Parlamentosu kararı ile Adaylık statüsü düşmese dahi, Türkiye’nin AB’ye üye olamayacağı deklare edilmiş oldu. Türkiye hükümeti, AB değerler değil bir Hristiyan/ve Türk-Müslüman düşmanı bir birlik söylemini tekrar gündeme taşıyarak tabanını ve ulusalcı kesimi bu konuda yine arkasında konsolide edecektir. İnsan hakları alanındaki reformlarda Türrkiye hükümeti üstündeki Avrupa Birliği etkisi ve motivasyonu azalacaktır.
AB bir şekilde Türkiye ile diyalog mekanizmalarını ayakta tutmaya çalışacaktır. Müzakere görüşmeleri kesilse dahi, Gümrük Birliği, Siyasi Diyalog Toplantıları, Ortaklık Konseyi ve Türkiye -AB Zirvesi gibi mekanizmaları işler halde tutulacaktır.
Kabul edilen Türkiye raporundaki başlıklar özetle şöyle:
- Kabul edilen rapor Türkiye’de OHAL’in fiili olarak devam ettiğinin altı kalın çizgiler ile çizilmiş Mahkemelerde OHAL prosedürlerinin uygulandığı İfade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü ve mal edinme özgürlüğü konusunda çok ciddi geriye gidişin olduğu belirtilmiş
- Gülen Hareketi ve muhaliflere baskı uygulamak için yurt dışında başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere kurumların MİT tarafından kullanılması açıkça eleştiriliyor
- Bu durumun Avrupa ülkelerinin egemenlik haklarını ve sosyal düzenini tehdit ettiği vurgulanmış ve bu konuda Avrupa ülkelerin güvenlik birimleri göreve davet ediliyor.
- Pasaportlar iptalleri sert bir dille eleştiriliyor
- Terörle Mücadele Kanunu insan hakları ihlallerini meşrulaştırmak için kötüye kullanılıyor
- Türk Hükümeti başka ülkelerden vatandaşlarını kaçırıyor veya gizli takip ve ihbar hatları açma gibi yöntemleri ile rahatsız ediyor. MİT’in İllegal kaçırma operasyonları ilk defa AP raporuna girdi.
- OHAL Komisyonu işlevsiz olduğu da kayıtlara geçmiş
- 4 binden fazla hakim ve savcının işten atılması hukukun bağımsızlığı ve tarafsızlığına açıkça tehdit oluşturduğu vurgulanıyor . 570 avukatın da tutuklanmasının savunma ve adil yargılanma hakkına engel olduğu ifade ediliyor.
- Sendika üyeliğinin suç delili olarak ele alınmasından derin bir endişe duyuluyor ve bunun ülkede sendikal hakların gelişmesine yönelik ciddi bir engel teşkil ettiği belirtiliyor.