Gazeteci Nazif Apak TR724.com internet sitesine yazdığı değerlendirmede Türkiye'deki bazı gazetecilerin tavırlarını eleştirdi
AH MUSTAFA AH!
Ben Mustafa diyeceğim; siz kimi isterseniz onu hatırlayın ve Mustafa’yı silip yerine başka bir isim yazın. Yusuf mu dersiniz, Salih mi, İbrahim mi, Ahmet mi, Fatih mi, Fehmi mi, Hüseyin mi… bilemiyorum. O isimleri yan yana dizdiğinizde ne demek istediğimi daha rahat anlarsınız. Mustafa demem, onu bir adım öne çıkarıp “Ayıp değil mi bu yaptıkların?” diye hitap etmem, “Yakışıyor mu?” diye sitemde bulunmam aslında bir kişi için değil. Kişisel de değil…
Ah Mustafa ah! 15 Temmuz gecesinden bu yana ‘FETÖ’ dedin başka bir şey demedin. Vallahi de ayıp billahi de ayıp. Darbeyi eniştesinden öğrendiğini söyleyen; üstelik kameralar karşısında darbeyi öğrenme vakti ile ilgili defalarca tutarsız ve çelişkili saatler veren bir kişinin beyanı üzerine koca bir kitle darbeci ve terör örgütü ilan edilebilir mi? Sır perdesi aralandıkça anlaşılıyor ki çok önceden bilinen, planlanan, göz yumulan ve hatta bazı insanların parçası haline getirildiği bir kalleş süreçten geçirilmiş Türkiye…
Sen pervasızca sorardın eskiden, sorgulardın her şeyi; şimdi sana bir haller oldu. Daha ilk dakikadan kendini savcı-hakim yerine koyup kalem kırdın. Daha doğrusu en tepedeki ne dediyse onu tekrar ettin. Oysa bir zamanlar hukuki süreçlere riayet ederdin. Ergenekon davaları devam ederken hem AKP’yi, hem Cemaati haklı bir gerekçeyle uyarıyor, ‘sağlam hukukçu’ bir babanın oğlu olmanın hakkını veriyordun. Bir zamanlar masumiyet karinesinden, mahkeme kararından, temyiz sürecinden bahsediyordun. Ya şimdi! Daha ortada ispat edilmiş bir hiçbir şey yokken, siyasetin kölesi yapılmış yargı bile henüz karar vermemişken sen onları bile sollayıp insanları mahkûm ediyorsun. Neredeyse dar ağacı kurup o masum insanların cellâtlığını yapacaksın. Yakışıyor mu bu sana Mustafa?
Unutma, baban da 12 Eylül’de hapislere atıldı; tıpkı on binlerce insan gibi. Sen daha küçüktün, ilkokula gidiyordun, belki gazeteleri takip edemiyordun ama o gün estirilen havaya kapılacak olunursa babanın da içinde bulunduğu binlerce insanın suçu sabitti. Onları ancak idam paklardı. Babanın yazdığı terör karşıtı kitap (Politikada Şiddet) bile suç delili sayılmıştı örneğin. O günkü muktedirler öyle diyor, kitleler de buna çılgınca inanıyordu.
Ah Mustafa! Tek adam rejimine doğru gidildiğini ilk görenlerden biri sendin, AKP’li dostlarını da Cemaat’ten arkadaşlarını da ikaz ettin. Hatta yurt dışında katıldığın programlarda da bu tehlikeye dikkat çektin. Diyetini de ödedin. Yandaş medya seni kapı önüne bırakıverdi. Şimdi herkesin karalama yarışına girdiği ‘Cemaat gazeteleri’nde az daha yazı da yazacaktın. Oralarda her görüşten insan özgürce yazıyordu çünkü.
Yanılmıyorsam sen de gazeteciliğe yıllar önce Aksiyon’da başlamıştın; tıpkı pek çok yazar gibi. Zaman yetkilileri ile görüştüğünü, anlaştığını çok güvenilir bir meslektaşımdan duydum. Başlamak nasip olmadı. Belki gazete yöneticileri ağırdan aldı, belki sen vazgeçtin; bilemiyorum; ama o gün başlamış olsaydın şu an sen de bir ‘terör örgütü üyesi’ olacaktın değil mi? Tıpkı Şahin Alpay’a, Ali Bulaç’a, Mümtazer Türköne’ye, Mustafa Ünal’a, Nuriye Akman’a, Bülent Korucu’ya, Ali Akkuş’a vs. denildiği gibi sana da ‘FETÖ elemanı’ denecekti. Bunu gazeteci kılıklı adamlar söyleyecekti Mustafa’cığım ve sen bunu her duyduğunda üzüntüden kahrolacak bu acımasız iftiraya ortak olanları Allah’a havale edecektin…
“Ama 15 Temmuz…” diyeceksin bu satırları okursan. 15 Temmuz’u yapana da yaptırana da bin defa yazıklar olsun! Ne acıdır ki olayın üzerindeki sır perdesinin kalkmadığı, ciddi bir soruşturma yapılmadığı, yargının asli görevini bırakıp suçu (direktif gereği) birilerinin üzerine yıkmak için iğneyle kuyu kazdığı görülüyor. Darbe teşebbüsünü başta Fethullah Gülen olmak üzere Cemaat’in tanınan bütün simaları lanetledi hâlâ da lanetliyor; ama seslerini duyan yok.
Sen bile kulak kabartıp “Ne diyorlar acaba?” diye düşünmedin. Gülen “Şayet bana sempati duyanlardan birileri darbeye karışmışsa ideallerime ihanet etmiş sayarım…” dedi; duydun mu, duyabildin mi, karanlıkta kendine fısıldayabildin mi?
Tamam; belki korktun, belki çekindin. O yüzden işinden atılıp açlığa mahkûm edilen ya da hapislerde çürütülen öğretmenleri, memurları, akademisyenleri, gazetecileri duymazdan geliyorsun; ama hiç mi sormuyorsun vicdanınla baş başa kaldığında: On binlerce insanın darbe ile ne alakası var ki bu insanlara zulmediliyor, mallarına el konuyor, özgürlükleri çalınıyor? 15 Temmuz öncesi başlatılan kitle imha kampanyası seni hiç mi rahatsız etmiyor… E hani suçun şahsiliği hukukun en temel ilkesi idi! E hani ‘tabii hâkimlik kuralı’ işletilmez, özel mahkemeler kurulup belli kişiler yargılanır ve cezalandırılırsa buna adalet denmezdi!
Korkunu da, endişeni de anlıyorum ve seni (sizi) ayıplayamıyorum; çünkü karşımızda “Ya bendensin ya onlardan!” diyen ve devletin bütün olanaklarını kendisi kişisel kini için kullanan bir zihniyet var. Gaddar mı gaddar! Bu zihniyetin karşısına çıkmak ağır bir bedel ödemeyi gerektirebilir. Susmanı, idare-i maslahata binaen bir iki laf etmeni, böylece kendini ve aileni koruyup kollamanı anlıyorum ama hukuku ayaklar altına alarak koca bir kitleyi iki de bir FETÖ diye karalamanı anlayamıyorum. Tarihe kendi adını böyle mi yazdıracaksın?
Ah Mustafa! Cemaatten tanıdığın insanları bir düşün hele. Hangisinde zerre miktar şiddet, cebir, terör, darbe eğilimi gördün; söyler misin? Aileden ‘abiler’e gidenler de oldu; bir kerecik olsun demokrasi dışında bir kelam mı işittiler. Sen onlarca insanla arkadaşlık kurdun; kimde antidemokratik bir ize rastladın Allah aşkına? Cemal Uşak’ta mı, Erkam Tufan’da mı, Ekrem Dumanlı’da mı, Mustafa Yeşil’de mi?
Ah Mustafa! Her şey bir yana, bu işlerin bir hesabı var öbür tarafta. Hayatında teröre asla tenezzül etmemiş, şiddet ve cebirden kaçınmış, darbe dendiğinde tiksinti duyacak kadar sivil-demokrat yaşamış insanlara her gün FETÖ diye hitap etmenin, onları incitmenin, linç kampanyasına körükle katılmanın bir hesabı var ahirette. İnan ki sana da, seni sevenlere de yazık ediyorsun. Değmez! Ve aydın dediğin kişi, bir despot karşısında asla eğilmez…