Babasının cenazesine gidemeyen gazeteciden duygu dolu bir yazı

Gazeteci-Yazar Mahmut Çebi, yandaş medyada hedef gösterildiği için Türkiye’de vefat eden babasının cenazesine gidemedi.
Zaman Avrupa'daki köşesinde duygularını paylaşan usta gazeteci, yakınlarının kendisine ‘gelme’ tavsiyesinde bulunduğunu yazdı.

”Bana babamın vefat resmini gönderdiler. Yüz ifadesi uyuyan huzurlu bir bebeği andırıyordu. Kendim gidemeyince sözümün babama ulaşması için bir şiir yazdım'' dedi 

İşte Babasını cenazesine bile gidemeyen bir gazetecinin duygu dolu bir yazısı.... 



Babam, Rabbi’ne döndü

Bana babamın vefat resmini gönderdiler. Yüz ifadesi uyuyan huzurlu bir bebeği andırıyordu. Kendim gidemeyince sözümün babama ulaşması için bir şiir yazdım. Kızkardeşime “Babamın kulağına oku, eminim duyacaktır.” dedim.
Üç kardeşiz. 85 yaşındaki babam rahatsızdı. Perşembe akşamı kız kardeşimi aradım. Durumunda bir değişiklik olmadığını iyi göründüğünü söyledi.

Cuma günü sabah sekiz gibi telefonum çaldı. Arayan benden iki yaş büyük abimdi. Sesi titriyor ve ağlıyordu. Onun bir kere bile ağladığını görmemiştim. İlk kez ağladığını duyuyordum. Şaşırdım ve gayrı ihtiyari “Babam mı öldü” dedim.

Titrek ve ağlayan sesiyle “Baba gitti, baba gitti” dedi.

Babamı herkes severdi ama kızkardeşim ise bir başka severdi. Abim ve ben uzaklarda idik. Anne ve babama yakın kalan ve onlara bakan kızkardeşimdi.  Babam yaşlandıkça biraz çocuklaştığı için ona özenle adeta bebeği gibi bakardı… Onu aradım telefonu açmadı. Tekrar aradım açmadı. Bir saat sonra aradım yine açmadı. Yeğenimi aradım durumu ona sordum. Anlattı… “Annem telefona bakacak durumda değil, kimseye açmıyor” dedi.

Geçen yıl bana “AKP’li ihbarcıların, ispiyoncuların ve keyfi zulüm yapanların ne yapacağı belli olmaz Türkiye’ye gitme” demişlerdi. Ben de her şeye rağmen yine sılayı rahimi aksatmamış anne babamı ziyaret etmiştim. Fakat bu yıl önce SABAH gazetesi, ardından Hürriyet gazetesi beni manşetten yalan ve iftira haberle ihbar edince çekindim. Almanya’dan Türkiye’ye akraba ziyaretine gidip sebepsiz yere tutuklananlar da olunca “ailem” gitme, abim de “gelme” dedi.

Babam harbiden babaydı. Başta çok sevdiği 60 yıllık eşi annem olmak üzere ailesine çok düşkündü. Torna ustasıydı. İşe gider işi bitince evine gelirdi. Ailesi haricinde bir hobisi yoktu. Gittiği yere beni de götürürdü. O yüzden ben babamla arkadaş gibi büyüdüm. Balık tutmayı çok severdi, ben de severdim. Dereler, nehirler, göller ve tabii ki denizler uğrak yerimizdi. Geceleri bıldırcın tutmaya da gittiğimiz olurdu.

Ailesi çok fakir olduğu için 7 yaşında çalışmaya başlamış ve okula gidememişti. 50 yaşından sonra kendi kendine zar zor öğrenene kadar okur yazar değildi. Ama gençliğinde çok film seyretmişti. O filmleri sanki yeni seyretmiş gibi hatırlar ve biraz da hikayeleştirip bize anlatırdı. Kızkardeşim ve ben gülmekten yere yatardık. O biz güldükçe daha bir aşka gelir daha bir heyecanla anlatırdı. Anlattığı kovboy filmlerin başrolünde hep Con Veyn olurdu. Tarzan ve azılı korsan Erol Flayn diğer sevdiği isimlerdi.

Beni çok az dövdü. Ama hepsinde haklıydı. Bir keresinde teyzem bizi ziyarete gelmişti. Ben o zamanlar ortaokula başlamıştım. Sohbet esnasında tarihi bir olayı anlatmaya başladı. Ben en iyi notlarımı tarih dersinden alırdım. Babam aşkla anlatırken salakça bir şey yaptım ve “Baba o öyle değil şöyle deme” gafletinde bulundum. Bir anda durdu. Yüzü kızardı. Kızdı. Bana okkalı bir şamar attı. Ama ondan sonra da hiç anlatmadı.

Haramdan tiksinirdi. 8 yaşlarındaydım. Evimizin önünden cenaze kalabalığı geçiyordu. Peşlerine takıldım. Mezarlığa gittik. Cenaze defnedildi. Herhalde zengin cenazesiydi. Sadaka dağıtılacak dendi. Bir çok kişi sıraya girdi. Ben de girdim. Bana 50 kuruş verdiler. Eve gelince babama “Baba bak bugün mezarlıkta 50 kuruş kazandım” dedim. O kadar kızdı ki okkalı bir şamar yedim. Parayı elimden alıp attı. Ondan sonra hayatımın hiçbir döneminde hiçbir kurum ve şahıstan yardım almadım. Hatta çok züğürt geçen üniversite hayatım boyunca devletten bile burs istemedim. Ama cebimden de para eksik olmadı.

AKP’nin hukuksuzluk ve gaddarlık boyutuna varan yönetimi yüzünden babamın cenazesine gidemedim. Babamın adını taşıyan oğlum “Ben gideyim baba” dedi. Gitme diyemedim. “İyi olur git” dedim. İyi de oldu. Babamı benim adıma o uğurladı. Güzel bir cenaze olmuş. Oğlum “Babama bir pencere” başlığı altında cenaze izlenimlerini yazıp bize gönderdi. Okuduk ağladık. Gitmiş kadar olduk. Allah razı olsun.

İşçi ve emekli maaşıyla evini geçindirdi. Zengin bir hayatı olmadı. Ama öyle bir hayata hiç de özlem duymadı. Vefatı sonrası Süleyman Kutsi bey “okuduğumuz üç hatim var istersen onun duasını Esat amcaya yapalım” dedi. Biz de ev ahalisi olarak iki hatim okuduk. Şengül abi bir tane Berlin’den hediye etti. Eminim babam hayatında böyle bir zenginlik görmemiştir.

Bana babamın vefat resmini gönderdiler. Yüz ifadesi uyuyan huzurlu bir bebeği andırıyordu. Kendim gidemeyince sözümün babama ulaşması için bir şiir yazdım. Kızkardeşime “Babamın kulağına oku, eminim duyacaktır.” dedim. Yeğenim “Dedem şiirini beğendi dayı” dedi. İşte o şiirim:

Babaya veda

Namı Kocaman’dı

Kocaman bir adamdı

Babamdı

Varlığıyla evini hami gibi kuşatan

Gölgesiyle de huzur veren bir çınardı

Neşeliydi, beklentisizdi, kimseyi sıkmaz

Sohbetiyle meclise tad katardı

Korkunun semtine uğramadığı

Mert ve yiğit bir adamdı

Dünyaya dair bir hesabı yoktu

Hesaplayacağı bir şeyi de olmadı

Varı yoğu Melahat’ı ve çocukları

Gerisi üç kuruşluk dünyaydı

“Kimseye muhtaç etme Allah’ım”

Dilinden eksiltmediği duaydı

Hayat ağacı böyledir

Her dem bir yaprak uçar

Dünya kapısını kapatan Rab,

Daha güzelini açar

Güle güle baba mekanın cennet olsun

Rabbim kabrini nurlarla doldursun

Annen, baban, bekliyor seni tabiyyun

İnna lillahi ve inna ileyhi raciun
21 Kasım 2016 17:40
DİĞER HABERLER