Başbakan Erdoğan, ATV'nin yayını AK Parti Genel Merkezi'nden yapılan ''Başbakanla Gündem'' adlı programında gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, mayın temizleme tartışmalarıyla ilgili olarak,
''Bizim tabii ki burada Silahlı Kuvvetlerimiz, böyle bir şeyin içine 'biz gireriz' dediği zaman biz burada hiç düşünmeyiz'' dedi.
Erdoğan, Gazeteci Mehmet Barlas'ın, ''Bu kadar başarılı bir siyasetçi, her girdiği seçimde niye bu kadar sinirli? AK Parti'ye, 'AKP' diyenlere edep dışı hareket dediniz... Niye AKP'ye kızdınız, özel birine mi kızdınız? Deniz Baykal'a siz de 'sen diyorsunuz. Deniz Baykal sizden 20 yaş büyük... Niye bu kadar sinirlisiniz?'' sorusu üzerine, gülerek, ''aslında siz bunun cevabını verdiniz'' dedi.
''Aslında bir tespit yaptığını, herhangi bir kişiye karşı verilmiş bir cevap değil, tespit olduğunu'' dile getiren Erdoğan, yaptığı bu tespiti, aslında Türk Dil Kurumunun (TDK) da yaptığını belirtti.
Erdoğan, daha önce bu konuyla ilgili TDK'dan cevap istediklerini, bununla ilgili bir soru gelebileceği düşüncesiyle TDK'nın cevabını yanına aldığını kaydeden Erdoğan, AK Parti'yi kurduklarında Yargıtay Başsavcılığına partilerinin kısaltılmış ismini de açılımını da gönderdiklerini anlattı.
Oy pusulalarında da ''AKP değil, AK Parti'' yazdığına dikkati çeken Erdoğan'ın ''Şimdi mesela sizin isminiz Mehmet. Sizin isminizi birisi çok farlı ansa'' sözleri üzerine Barlas, kendisine küçükken Mehmet yerine ''Memo'' diye seslenildiğini ve buna hiç kızmadığını belirtti. Erdoğan, bunun üzerine şöyle konuştu: ''Biz de lakap diye aramızda, halk arasında anılır, bu söylenir. Biz de çocuklarımıza, arkadaşlarımıza o lakabı takardık. Ama bir siyasi partinin tescilli bir adı varken, bu tescilli adı kullanmayan, bu süreç yeni başlamadı, bu sürecin başlaması 2002 yılındadır. 2002 yılında bir köşe yazarı bu süreci başlattı ve ''AK Partiye, (AK Parti) demeyin, (AKP) deyin'... Oradan başladı ve genişleyerek gitti.
Şimdi böyle bir tespit var. Ben burada şunu özellikle vurgulamak isterim; TDK'nın konuyla ilgili bu açıklaması bana göre çok çok önemli. O da şu; bugün TÜİK var. Açılımı nedir? Türkiye İstatistik Kurumu... Eğer biz bunu Türkiye İstatistik Kurumu olarak vereceksek, bunun kısaltılmış adının 'TİK' olması lazım ama 'TİK' Demiyoruz, aynı şekilde TÜBİTAK var. Ne ise onu kullanıyoruz.
Bizim de isteğimiz, sadece bizim açılımımız Adalet ve Kalkınma Partisidir, ama kısaltılmış adımız da AK Parti'dir ve bu tescilli adımızdır. Niçin bizim bu tescilli adımızla değil, farlı kendinize göre belirlediğiniz bir ad ile anmak istiyorsunuz. Burada, samimi bir niyet yok. Burada istediğimiz adabı muaşerete davettir. Biliyorsunuz, adap kelimesi de edep kelimesinin çoğuludur.''
-''YARGIYA GÖTÜRMEK DURUMUNDA KALDIK''-
Bu işin üstüne gidilmese daha iyi olmaz mıydı?'' sorusu üzerine de Erdoğan, ''bizim özellikle bu konudaki vurgumuzun sebebi, bu kasıltılmış adı çok farklı şekilde açmaya başlayanlar oldu. Bu benim bu süreci başlatmamdan sonra değil, daha önce oldu ve çok çirkin bu işi açanlar oldu'' dedi.
Erdoğan, şöyle devam etti: ''Bu konuları bile biz yargıya götürmek durumunda kaldık. Yargıdan da aldığımız cevaplar, ağır eleştiri. Bakın bir siyasi partiye, ağza alınmayacak, edep dışı bu ifadeleri çevirenler oluyor. Bu tür kabiliyeti olanlar var. Parlamento içinde de var, parlamento dışında da var. biz kalkıp da bunu halkımıza anlatmazsak, bunu söylemezsek, kendi partimizin adını savunmaktan aciz duruma düşeriz ki bu doğru olmaz.
Bakın Anavatan Partisi... Niye 'AVP' diye bunu hiç söylemediler. ANAP diyorlar, tescilli adı öyle de onun için...
Bakın burada kimi zaman adı oluşturan baş harfler yerine, addaki hecelerle de kısaltma yapıldığı görülmektedir' diyor. 'Kurumlar, kuruluşlar, dernekler, adlarını belirledikleri gibi, adlarının kısaltmalarını da belirleme özgürlüğüne sahiptir' bunu TKD söylüyor. Biz bu özgürlüğümüzü kullanmışız, bunu da Yargıtay Başsavcılığına tescil ettirmişiz.''
-MAYIN TEMİZLEME KONUSU-
Başbakan Erdoğan, çok tartışma yaratan mayınların temizlenmesiyle ilgili soruları yanıtlarken, bu konunun geçmişinin çok eski olduğunu ifade etti.
Kendi dönemlerinde değil, 1990'lı yıllarda başlayan bir süreç olduğunu belirten Erdoğan, Türkiye'nin Ottawa Anlaşması'na göre 2014 yılına kadar sınırlardaki mayınları temizlemesi gerektiğini anımsattı.
Erdoğan, şunları söyledi: ''Biz aslında bu anlaşmanın gereğini yapıyoruz. Bu anlaşmanın gereğini yaparken de biz burayı öyle temizleyelim ki bunun sonucunda bu bölge nasıl değerlendirilir? Şimdi yer altının değerlendirilmesi var, bir de toprak üstünün değerlendirilmesi var. Toprak üstünde de Tarım Bakanlığımızın yaptıkları çalışmalar neticesinde burada organik tarım yapılabilir tespiti var. Bu noktadan hareketle şimdi diyorlar ki 'bu ihalelerle birlikte işte petrol, maden şu bu filan... Onlar zaten verilmiş. Çoktandır orada petrol aramasını bizim kamu kuruluşumuz TPAO, özel sektör yapıyor, yabancı kuruluşlar yapıyor. Sınır boylarında zaten yapılıyor şu anda, ama bundan ya haberleri yok ya da yeni yeni bunu öğreniyorlar, ya da duyuyorlar.''
''Peki bir Türk firmasına verilemez miydi?'' sorusuna Erdoğan, ''Hayır öyle bir endişe yok zaten, tabii verilir, niye verilmesin. Yani bir başkasına verilmesi diye bir süreç yok...'' karşılığını verdi.
Kendi iktidarları döneminde ''Ordu ile bunu yapma noktasında adımlar attıklarını'' anlatan Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''O zaman biz, Kara Kuvvetlerine bunu söyledik. Dedik ki 'bu neye mal olur? bize rakam verin.' '25-30 milyon dolarla bu iş yapılır' denildi. Ödeneği ayırdık, aradan bir müddet geçti, aldığımız cevap şu; 'bunu yapamayacağız, iade ediyoruz' ve ödenek tekrar gönderildi. Ondan sonra 'ne yapalım?' diyerek oturduk konuştuk, dedik ki 'bu işi Maliye Bakanlığı yoluyla yapalım' ve Maliye Bakanlığı, o süreçte bir adım attı. Buna talip, ülke içinden çıkmadı, ülke dışından o zaman 500 milyon dolar civarında bir teklif geldi. O teklif de bize o dönemde çok yüklü bir teklif geldi. Bunun üzerinde biz, 'biraz daha çalışalım' dedik. Bu sürece gelince, yeni yeni dünyada da bazı gelişmeler var. İsmi anıldığı için mesela bunlardan bir tanesi de NAMSA... Burada böyle bir ihaleyi, sertifika noktasında kimse ona cesaret edemiyor. Yani garantörü kim olacak, kim bunun sertifikasını verecek? Yarın bu temizleme işi yapılırken ya da orada bir mayın patlaması, şu bu olursa bunun garantisini kim verecek? Bunu vermeye kimse yeltenemiyor. Bunu yapan kim? Sadece NATO yani NAMSA yapıyor. Peki NAMSA bunu nasıl temizliyor? O da taşeronlar vasıtasıyla yapıyor. Bu noktada, 'NAMSA'ya bu işi vermeyelim', böyle bir şeyimiz de yok. 'Kendi Silahlı Kuvvetlerimizle yapmayalım' diye de böyle bir yargımız kesinlikle yok. Bizim tabii ki burada Silahlı Kuvvetlerimiz, böyle bir şeyin içine 'biz gireriz' dediği zaman biz burada hiç düşünmeyiz. Ve onu kesinlikle ona yaptırırız. Nitekim, son ihalede biz hatta onu da oraya getirdik. Öyle bir hareketlenmeye girdik ki mesela iş öyle bir hareketlenme sürecine geldi ki OSTİM'de bizim sanayicimiz bir araya gelerek, 'biz Silahlı Kuvvetlere, savunma sanayine yan ürünler üretiyoruz, bunu da yaparız' dediler ve onlar da bir çalışma içine girdiler. Bakın şimdi piyasa gelişme başladı. En azından rekabet zemini oluştu.''
''Organik tarımı sadece İsrail'in yapabileceği'' görüşünün ortaya atıldığının belirtilmesi üzerine de Erdoğan, ''hiç alakası yok'' dedi.
Körfez ülkelerinden de bu noktada taliplerin olduğunu, ''temizlendikten sonra organik tarım işine girelim'' diyenlerin de bulunduğunu anlatan Erdoğan, ''Ama kendi ülkemiz içerisinde böyle bir şeye girecek olanlar olduktan sonra zaten bunu farklı bir şekilde bizim düşünmemiz mümkün değil'' diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, ''tek dertlerinin, bu bölgenin ülkenin, milletin çıkarına en iyi şekilde kazandırılması olduğunu'' ifade ederek sözlerini şöyle sürdürdü:
''Suriye kendi sınırını temizlemiş, biz hala niçin temizlemiyoruz? Bir diğeri de bir defa bu işin içerisinde Milli Savunma Bakanlığı var, Genelkurmay Başkanlığı var, Maliye Bakanlığı var, Tarım Bakanlığı var. Bunlar müşterek yürütecekler. Bir diğer özelliği de tüm sınır boyu, 200 metre eninde güvenlik sınırıdır, bunun dışında kalan bölgede, böyle bir çalışma yapılacak. Yani o güvenlik sınırı her zaman için korunacak. Fakat İsrail'i burada ortaya atanlar, tamamen mayın temizleme üzerinden İktidarımızı vurmaya veya Partimize gölge düşürmeye, leke sürmeye gayret edenler var. Türkiye'nin bu konudaki tavrı bellidir. Şimdi aldılar özelleştirmeye götürdüler. İşte 'gittiler, şu fabrikaları sattılar, buraları böyle sattılar, bunlar elde bir şey bırakmadılar' dediler. Zerre kadar ekonomiden anlayan, zerre kadar bu ülkenin menfaatlerini düşünen, o fabrikaların nasıl zarar ettiğini, nasıl bedel ödettiğini, nasıl özel sektörle bu noktada kıyasa koyduğumuzda fiyat farklarını doğduğunu gayet iyi bilirler.... SEKA'da yaşadık aynı şeyi.''
-''DERTLEŞECEĞİZ''-
''Ottawa Anlaşmasına göre, 2014 yılına kadar mayınlar temizlenmeli. 2010 yılına kadar da depodaki mayınların imha edilmesi lazım. Genelkurmay'ın depolarında 2 milyon mayın olduğu söyleniyor. Oysa Ottawa Anlaşması'na göre bunlar yok edilmeliydi. Mesela siz bu hesabı Genelkurmay'dan soruyor musunuz?'' sorusuna Erdoğan, ''Onlarla tabii herhalde oturup konuşacağız, dertleşeceğiz'' dedi.
''NAMSA ve temizlik konusunu'', Genelkurmay Başkanı'na, ''NAMSA ve ilgililer ile bu konuyu siz de görüşün'' dediğini dile getiren Erdoğan, ''Fakat dikkat edin, muhalefet yeni bir şey söylemeye başladı, 'isterse NAMSA olsun' diyorlar. 'Biz bu işi Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğiz.' Niyet başka'' diye konuştu.
Ottawa Anlaşması'nın yanı sıra kendisinin de bu noktada ulusal bir yaklaşımının bulunduğunu belirten Erdoğan, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde GAP'a ivme kazandırdıklarını anlattı.
Geçenlerde bölgede mayın nedeniyle yaralanan bir gurubun Ankara'ya geldiğin ifade eden Erdoğan, Suriye'nin kime ve kaç liraya mayınları temizlettiğine ilişkin soru üzerine de bu noktada bir görüşmesinin olmadığını belirtti.
''Kendi topraklarımız içinde de mayınlar sürekli döşeniyor. Mesela Tunceli'de mayın döşendiği bilgisi var mı? PKK'nın döşediği mayınların dışında kendi topraklarımızda da mayınların döşendiği söylendi...'' sözlerine Erdoğan, ''Ben onları kabullenemiyorum, bunlara inanmak da istemiyorum'' karşılığını verdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Deniz Feneri olayıyla bir Allah kuruşu bizim partimizin kasasına girmemiştir'' dedi.
Başbakan Erdoğan, ATV'nin ''Başbakanla Gündem'' adlı programında Almanya'daki Deniz Feneri e.V davasıyla ilgili RTÜK Başkanı Zahit Akman hakkındaki iddiaları değerlendirmesinin sorulması üzerine şunları söyledi:
''Biz bir hukuk devletinde yaşıyoruz her şeyden önce. Yani hukuk devletinin içinde bir defa bir şeyi görmemiz lazım; olay bir yargı süreci ve bu yargı sürecinin içerisinde üstelik de bir Alman mahkemesinin bir talebi var Türkiye'den ve bu talep üzerine öyle bir karar alınmış. Dolayısıyla böyle bir sürecin içerisine bizim girmemizin ben doğru olduğuna inanmıyorum. Moldova dönüşünde yine gazeteci arkadaşlar bana sordular, orada da söyledim. Konuyla ilgili olarak bunu savunmak, bana düşmez. Bunu savunması gereken bizzat bu arkadaşların kendisidir. Zahit Bey, diğer arkadaşlar zaten en iyi şekilde savunurlar. Fakat bunu, bizimle böyle ilintili hale getirme olayı, bizi ciddi manada rahatsız eder. Çünkü benim Partimin bir defa tüm hesapları A'dan Z'ye sitemizde her zaman mevcuttur. Ne girer, ne çıkar, hepsi de orada vardır. Hiç bir siyasi partinin yapmadığı, yapamadığı örnek bir çalışmadır bu. Kuruluşumuzdan bu yana buna dikkat etmişizdir. Hala da böyle gitmekteyiz.
Deniz Feneri olayıyla bir Allah kuruşu bizim partimizin kasasına girmemiştir. Böyle bir şeyi konuşmayı bir defa ben kesinlikle partime yönelik bir farklı çirkin bir yaklaşım olarak görüyorum. Şık olmayan yaklaşım olarak görüyorum.''
Erdoğan, ''Dosyanın Yargıtay Başsavcılığına gönderilmesini manidar mı buluyorsunuz?''sorusuna, ''Tabii Yargıtay Başsavcılığının kendi talebi olduğu söyleniyor. O talep üzerine de Ankara Başsavcılığının bu dosyayı gönderdiği söyleniyor. Bizim de dışardan öğrendiğimiz, arkadaşlardan aldığımız bilgi bu'' karşılığını verdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Bir gerçeği tespit etmemiz lazım; şu anda biz küresel krizden az etkilenen bir ülkeyiz ama 'tamamen kurtulduk dersek' yanlış olur. Şu anda bir defa eksideyiz. Ama yıl sonuna doğru buradan kurtulabilme umudu, imkanı olan bir ülke konumundayız'' dedi. Erdoğan, ''açıklanan teşvik sistemi''ne ilişkin bir soru üzerine, eleştiri olmamasının mümkün olmadığını söyledi.
Erdoğan, daha önce 49 ilin teşvik kapsamı içerisine alındığını anımsatarak, ''O zaman da memnun olanlar, olmayanlar, kapsam içine girenler, girmeyenler çeşitli illerden eleştiriler aldık. Ama tabii çok çok da memnun olanlar çıktı. Bu paketi de açıkladığımızda diyebilirim ki çok ağırlıklı memnuniyet var. Gerek bana gerek arkadaşlarıma bu memnuniyet telefonlarla bildiriliyor. Hatta ziyarete gelenler var. Zaten kendileriyle daha önce istişaresi yapılmış olan iş adamlarımız, akademisyenlerimiz, sivil toplum örgütlerimiz var. Hep görüşülerek bu karara varıldı'' diye konuştu.
Adıyaman milletvekillerinin kendisini ziyaret ettiğini anlatan Erdoğan, şöyle devam etti: ''(Biz Adıyaman'da zor durumdayız. Bizim akıbetimiz ne olacak? Malatya'yı dörde koydunuz, bizi niçin koymuyorsunuz? Ne olacak bu halimiz?) dediler. Öyle bir şey var ki Adıyaman daha önce 49'un içindeydi. Bu yılın sonuna kadar yine onu kullanabilir. Ben de diyorum ki onlara bu yılın sonuna kadar yatırım yaparlarsa ister Adıyamanlı, ister bir başkası yapsın 2013'e kadar aynı haklardan istifade edecek. Bunu sağlayın. Şu anda konuşan sivil toplum örgütleri buna gayret etsinler. Orada yatırımı başlatsınlar. Kazmayı vurduğu andan itibaren 2013'e kadar bu hakkı kendisi kullanabilir. Peki diğerinde ne olacak? Olacak olan şu; mesela kurumlar vergisi yüzde 20 idi. Birisi yüzde 4, birisi yüzde 2... Yani, 2 puanlık bir şey var. Bunu bu kadar abartmanın anlamı nedir?
''Teşvik sistemi mutlaka olumlu işleyip, olumlu sonuç üretiyor mu'' sorusuna Erdoğan, ''Buna ulusal bazda bakarsak yanılırız. Dünyada bir finans kriziyle başlayan küresel kriz vardı. O ekonomik krize dönüştü. Bizim buradaki hedefimiz, bu bir sosyal krize dönüşmesin. Sosyale dönüşürse arkasından arkasından siyasi kriz gelir. Biz bunu şu anda perdelemenin, engellemenin gayreti içindeyiz'' yanıtını verdi.
Konuşmasını, Trabzon ve Muş illerinden örnekler vererek sürdüren Erdoğan, bu konu değerlendirilirken çok geniş açıdan bakılması gerektiğini söyledi. Trabzon ve Muş illerinin artıları ve eksilerinin farklı olduğuna dikkati çeken Erdoğan, ''Coğrafya itibariyle ele aldığımız zaman Trabzon'un avantajları Muş'a göre iyi değildir. Muş'un coğrafyası Trabzon'a göre çok daha güzeldir. Muş Ovası... Böyle bir arazi hiçbir yerde yok. Ama bakın, tek başına Muş'a yatırım yapılmadı. O ovadan kimse istifade etmedi'' diye konuştu.
Muş'un havalaanı olduğuna ve kara yolu taşımacılığı noktasında herhangi bir sıkıntısı olmadığına değinen Erdoğan, Trabzon'un İran gibi ülkelere kara yolu taşımacılığı bağlantıları bulunması nedeniyle avantajlı konumda olduğunu ancak arazi noktasında Muş'un sahip olduğu avantajlara sahip olmadığına dikkati çekti. Erdoğan, Trabzon'un nitelikli eleman açısından Muş'a göre daha avantajlı bir konumda olduğunu söyledi.
-İŞSİZLİK VE İSTİHDAM PAKETİ-
''İşsizlik ciddi bir problem halinde yığılarak geliyor. İstihdam paketi açıkladınız. 500 bin kişiye iş olacak heyecanı var. Aynı anda 500 bin kişiyi nasıl sisteme kanalize edeceksiniz'' sorusu üzerine Erdoğan, şunları söyledi: ''Bu yaz bir seferberlik ilan edeceğiz, tüm okullarımızı boya, badana, bakım, onarım tüm işleri yaz sezonu içerisinde çıkaralım diyoruz. Bunların bedelleri zaten part ya da full time olabilir. Bu zaten nereden bakarsanız bakın, bir 3 ya da 4 ayı kapsar. Ondan sonra onlar orada aynı şekilde okulda hizmet alımı şeklinde orada çalışmaya devam edebilirler. Bu imkanları, bu hakları da var. Meslek okullarından mezun olan gençlerle alakalı olarak onlara 6 aylık hem staj imkanı, bu stajla beraber de onlara yevmiye karşılığında sosyal güvenlikleri sağlanmak suretiyle onlar çalışmanın içinde yerlerini alacaklar. Bunun yanında yine sektöre diyeceğiz ki, 'Bak böyle böyle.... Ben işveren primini sana ödüyorum. Sen de yanına gel bu elemanı al. Ne kadar eleman alırsa alsın, işveren primini biz sana ödeyeceğiz. Bunları kendimiz Hazine'den karşılıyoruz. İşsizlik Fonundan karşılama noktasında da şeyimiz var ama burada bizim bir avantajımız var. Bir defa işçiyle ilgili olan biz değiliz. O zaten bize yük olmayacak. Alırsa, alması hainde zaten o bizim için bütçeleşecek bir şeydir. Onu şu anda kestiremeyiz ne kadar alacağını. Aldığı anda biz işvereninkini veriyoruz artık işçininkini de kendisi halletmiş oluyor. Hedef burada 500 bin... Bunun altında ya da üzerinde olabilir. Bunu da başarabileceğimize kesin bir inancımız var. Onun için de yine tüm sivil toplum örgütleri başta TOBB olmak üzere onlarla da görüştük. Böyle bir seferberliği birlikte ilan ettik. Ben hatta onlara bazen latife olarak yaparım, 'Bak işte söylüyorsunuz, (bizim 1 milyon 300 bin üyemiz var) diyorsunuz. O zaman herkes bir kişi yanına almış olsa 1 milyon 300 bin kişi yapar.''
-KÜRESEL EKONOMİK KRİZ-
''Genel olarak ekonomik göstergelere bakıldığında krizin Türkiye üzerindeki etkisi nedir? Şu anda nasıl görüyorsunuz'' sorusunu Başbakan Erdoğan, ''Bir gerçeği tespit etmemiz lazım; Şu anda biz küresel krizden az etkilenen bir ülkeyiz ama 'tamamen kurtulduk dersek' yanlış olur. Şu anda bir defa eksideyiz. Ama yıl sonuna doğru buradan kurtulabilme umudu, imkanı olan bir ülke konumundayız'' yanıtını verdi.
Bu durumun şu andaki ekonomik hareketlerde görülebildiğini belirten Erdoğan, Türkiye'deki otomotiv, konut satışlarında bu durumun görülmeye başlandığına işaret etti. ÖTV ve KDV'de atılan adımların küresel ekonomik krize yönelik alınan tedbirler olduğunu anımsatan Erdoğan, şöyle devam etti: ''Fakat hani benim Perşembe günü yaptığım açıklamada söylediğim 'para var' dediği olay bunlar... Bizim bunu derken, 'ülkemizde sıkıntı içerisinde olmayan yok' böyle bir iddiayı asla yapmadık. Ama şu anda bir gerçek de var. Bir tarafta banka mevduatlarında azalma olurken, otomobil satışlarında artma oluyor. Hükümet olarak geldiğimizden beri bir çok sosyal tedbirler aldık dar gelirli kesime yönelik. Özellikle özürlüler üzerinde yaptığımız çalışmalar... Yani eğer bir özürlüye annesi bakıyorsa ona verdiğimiz asgari ücret gibi. Bu tür şeylerde sürekli biz yoksul, mağdur olanları yalnız koymayalım, sosyal devlet ilkesini yerine getirelim, bunun adımlarını attık. 65 yaşın üzerindekilere hiçbir geliri yoksa onlara az da olsa belli bir rakamı ödüyoruz. Bu adımları atıyoruz. Bu noktalarda yalnız bırakamayız. Ama dediğim gibi yılın son çeyreğinde bir canlanma başlayacak. Buna şimdi yılın son çeyreği dediğimizde o rakamlar o zaman açıklanmıyor biliyorsunuz. Bunun şimdi bazıları istismarını yapabilir ona da hazırlıklı olmak lazım. Yere sağlam basıyoruz, attığımız adımları temkinli atıyoruz. Bunu gerçekten şu anda ekonomiyle ilgili bakan arkadaşlarım sürekli görüymelerini yaparak, piyasaları gayet iyi takip ederek, piyasa oyuncularıyla sürekli irtibat halinde olarak devam ediyorlar.''
''Vergi indirimine ilişkin süre dolmak üzere. Vergi indirimi süresini uzatmayı düşünüyor musunuz'' sorusunu Erdoğan, ''Değerlendirmesini yaparız, gerekirse uzatırız. Bütün mesele bu canlılığı tutalım'' şeklinde yanıtladı.
''Sayın Ali Babacan, Dışişleri Bakanlığından ekonomiye geldi, daha mı başarılı ekonomide'' sorusu üzerine Erdoğan, ''Şu anda kendisini başarılı görüyorum. Ekonomide eksikliğini hissetik'' dedi.
Başbakan Erdoğan, ''Obama ile çok yakın oldunuz. Obama'nın harcadığı paralara bakıyorsunuz, bir sigorta şirketi için 40 milyor dolar, General Motors için 30 milyar dolar... Bizim Türkiye olarak krize karşı önlem olarak alınan paketlerin portresi ne, gücü ne'' sorusu üzerine Erdoğan, ''Şu son yaptığımız açıklamayla ilgili bunun bize neredeyse hiç maliyeti yok. Bizim buradaki maliyeti 250 milyon TL'dir. Bu işin maliyeti'' dedi.
-''YÜKSEK VERGİDEN YANA DEĞİLİZ''-
Bir başka soru üzerine hükümete geldiklerinden bu yana vergide sürekli indirim yaptıklarını söyleyen Erdoğan, ''Hepsinde yaptık. KDV'de birçok üründe ciddi indirimlerimiz oldu. Gıda da ciddi indirimler yaptık. Şimdi bu son olayda da geçici de olsa yaptımız bu indirimler hareketlenme getirdi. Biz yüksek vergiden yana değiliz politikamızda bu yok. Ama biz benim bir lafım var hep bunu söylerim, Anadolu lafı gerçi de biz sürümden kazanmayı hedefliyoruz. Bunu tabana adil yaymak istiyoruz. Kayıt dışı ekonomiden kurtulalım istiyoruz da vatandaşımızın buradaki yaklaşımı da önemli. Benim vatandaşım gidiyor, bakkaldan bir şey alıyor. Fişini almıyor. Fişini almadığı zaman kime çalışıyor'' diye konuştu.
''Krizlerden çıkarken bazı yapısal değişikler kendisini gösterir. Mesela ABD'de veya diğer Avrupa ülkelerinde bu görülüyor. ABD'de daha devletçi modele doğru kayılıyor. Türkiye'de bu krizi yaşarken ekonominin genel olarak sistemi bakımından önemli bir değişiklik yaşaması gerektiğini ya da ekonominin hala değiştirilmeye muhtaç çok önemli yapısal değişiklikleri olduğunu gördünüz mü'' sorusunu Erdoğan, şöyle yanıtladı: ''Biz geldiğimizden bu yana konuyla ilgili bir çok bu alanda adımla ve yaptığımız değişikliler var. Toprağı en iyi değerlendiren iktidar biziz. Biz şu anda Türkiye genelinde gerek devlet gerek yerel yönetimler olarak aynı şekilde devam ettiriyoruz. Dikkat ederseniz, bizim bir de bu süreç içerisinde üzerinde ısrarla durduğumuz konu özel sektöre verdiğimiz ağırlıktır. Toprağı değerlendirirken özel sektörün girişimci ruhuyla bunu bütünleştirdik. Bu imkanı onlara sağladık. ''Sanayici, yatırımcı gelsin yatırımı yapsın'' dedik. Bu teşvikte arazileri kendilerine biz verdik. Buralara yatırım yapanlar içinde 500,400,100 dönüm yer alanlar oldu. İnsanlar oralara geldi, fabrikalarını kurdular. Buralarda şimdi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, evlatlarımız çalışıyor. Onlar için bir istihdam olanağı oldu. Bunu biz 81 vilayetin 81'i.. Burada da yer tahsisleri söz konusu, Biz burada yine toprağımız değerlendirmenin gayreti içinde olacağız. Aynı şekilde turizmde de ciddi adımlar attık. Bir taraftan tahsisler yaparken bir taraftan da satışı yapılan yerlerle ilgili oraları cazip kılıcı adımlar attık. Toprakta bu dönem çok farklı bir gelişme dönemi oldu. En iyi değerlendirilen dönem bu oldu. Fakat bizim bir baş sıkıntımız var. Bu da şu; biz özellikle yasama, yürütme, yargı olarak dayanışmamızı ortaya tamkoyamıyoruz. Bunu bizim aşmamız lazım.''
-GALATAPORT, HAYDARPAŞAPORT...-
Başbakan Erdoğan, ''Arsa satışların Danıştay tarafından iptal edilmesi durumunda siz Başbakan olarak ne yapıyorsunuz bu durumda'' sorusunu da ''Benim yapacağım bir şey yok. Ben buna üzülüyorum'' yanıtını verdi. Erdoğan, şöyle devam etti: ''Bu insan planlı bir yeri geliyor kamudan alıyor. Aldığı yer gayet güzel. Projesi de İstanbul'a farklı bir güzellik kazandıracağı gibi çekim alanı oluşturacak. Bakıyorsunuz bir grup dernek müracaat ediyor. Bu durduruluyor. Aynı şekilde İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile alakalı olarak 4 Levent'teki yer. Eski İETT yeri şimdi büyükşehir belediyesinin yeri. Küresel sermaye bir ülkeye girerken güvence arar. Bir tanesi o güvenceyi bulamayınca diğerleri de aynen kaçıp gidiyorlar. Biz de zaten siyasetçiler de bu işin karşısında. Orası da çok önemli. İstanbul Büyükşehir Belediyesi de buna dayanarak bir çok yatırımların altına girdi. O da bu yatırımların altında ezilmeye başladı. Çünkü o da müteahittine ödeme yapamıyor. Parasını şu anda alamıyor. İhaleyi kazanmış olan firma da böyle bir durumla karşı karşıya kalınca iş kopma noktasına geldi.''
Erdoğan, konuya ilişkin bir başka soru üzerine de ''Biliyorsunuz biz 411, 367 vakaları yaşamış olan bir iktidarız. Başka böyle bir şey söylememe gerek var mı'' dedi.
''Türkiye'yi yönetmek çok mu zor?'' sorusunu Erdoğan, şöyle yanıtladı: ''Herşeyden önce kollektif aklın ülke için çalıştığı bir zaman bu çok önemli bizim için. Muhalefet sadece parlamentonun içinde değil ki parlamentonun dışında da farklı muhalefeti yapan anlayış var. Buralarda işte o kollektif aklın oluşması lazım. O kollektif akıl ülkem, miletim için çalıştığı zaman biz o zaman sıçrarız, çok daha farklı bir şekilde sıçrarız. İşte az önce söylediğiniz yerin dışında bir Galataport olayı... Şu anda Galataport'un bittiğini düşünün, bir de şu anki mevcut Galataport'u düşünün. Şu andaki hali mi yoksa bitmiş hali mi güzel? Aynı şekilde Haydarpaşaport... Şu anda orada dev konteynerler duruyor. Ama onların oradan tamamen temizlenip kalkıtığını orada gerçekten gayet güzel bir proje uygulandığı bir Haydarpaşaport'u düşünün. Öyle bir noktadayız ki Türkiye şu anda dünya turizminde çok önemli bir yere gelecek. Şu anda Haliç'te mesela, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, benim zamanımda temeli atılan Kadir Bey'in bitirmiş olduğu bir Haliç Kongre Merkezi var. On yıllardan sonra İstanbulumuzda 3 bin 200 kişilik kongre sarayı var. Şimdi biz bir tane yapıyoruz. Açık Hava Tiyatrosu ile Lütfi Kırdar arasında tamamen yerin altında 7 kat ve orada yine 28 Eylül'de inşallah IMF'nin Uluslararası Dünya Buluşması'nı gerçekleştireceğz. Salonumuz yine 3 bin 500 kişilik toplantı salonu. Onun dışında da yine 7-8 tane bin 300, bin 100, 700, 800, 900 kişilik salonların olduğu... Bunları yapacağız. İstanbul bir çekim alanı oldu. Bunu çok daha farklı yerlere taşımak mümkün ama bakıyorsunuz. O prangalar ayaklarınıza vuruluyor. İnanın bazen o sıkıntıyı yaşıyoruz. Bakın biz şu anda ikinci tüp geçitle ilgili çalışmamız var. Birinci tüp geçit devam ediyor. Engellemelerle karşılaştık gecikti. Aslında biz birinci tüp geçiti yanı Marmaray'ı önümüzdeki yıl açma şansımız var. Şimdi ikinciye başlayacağız. Fakat biz her halükarda üçüncü köprüyle ilgili şansımızı zorlayacağız.''
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Siz bir bölücü terör örgütünün silah bırakmasıyla güvenlik gücünün silah bırakmasını aynı teraziye nasıl koyarsınız?'' dedi.
''Son dönemde üzerinde en çok durduğumuz konu Kürt konusu, sayın Cumhurbaşkanı ve siz de yaptığınız bir çok açıklamada Kürt meselesinin çözümünde çok önemli bir noktaya gelindiğini vurguladınız, belirtiniz. Bu nokta nedir? Daha önceki çözüm girişimlerinden ve imkanlarından daha fazla bir şans bugün nedir. Bu konuda bundan sonra yakın dönemde çok farklı bir oluşum kendisini gösterecek mi?'' biçimindeki soru üzerine Erdoğan, ''Şimdi her şeyden önce 2005'te Diyarbakır'da benim bu konuyla ilgili bir açıklamam oldu. Şimdi Kürt açılımı konusunda; bunlar bizim vatandaşlarımız. Burada herhangi bir ayrımı düşünmemiz kesinlikle mümkün değil. İktidarımız döneminde attığımız adımlarla, gerek orada kimlik siyasetine yönelik onun tanınması, gerek kültürel noktadaki yaklaşımımız, mesela anadillerini öğrenme noktasında kursların açılması vesaire... Mesela yeni şu anda Bakanlar Kurulu kararını da çıkartıyoruz. Cezaevlerinde kendi dilleriyle eşleriyle, çocuklarıyla vesaire görüşebilme imkanının getirilmesini de getiriyoruz Bakanlar Kurulu kararıyla'' diye konuştu.
''Bu yasak mıymış?'' şeklindeki soru üzerine de Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Maalesef öyleymiş. Onun adımını da atıyoruz. Bunun dışında işte TRT Şeş yayınları 24 saat devam ediyor. Bütün bunların yanında bölge ile ilgili tarihinde görmediği sosyal ekonomik destekleri bu dönemde gördü ve görmeye devam ediyor. Şimdi tabii bunların yanında devletin bütün kurumlarının bu noktada bir uyum içerisinde olması. Benim bir Kürt kökenli vatandaşımın devlete giremeyişi gibi bir şey söz konusu değildir. Her zaman söylüyorum; benim partimin içerisinde bir defa şu anda hiçbir siyasi partide olmayan milletvekili arkadaşlarım var Kürt kökenli. Bunlar benim partimde, benimle beraber çalışıyor, bölgeye tüm insanlarımıza hizmet etmek için. Böyle bir ayrım söz konusu değil ve bu ayrımı tahrik eden bazı merciler var. Ben bunun ağırlıklı olarak içeride olduğuna da ihtimal vermiyorum. Bu dış kaynaklı da olabilir. Çünkü bir dağda yapı var, bir de siyasi bir yapı var ki, siyasi yapı içte ve dışarıda var. Şimdi bu bir gerçek. Şöyle bir yaklaşımı niçin düşünmüyoruz; örneğin, bakıyorsunuz bir siyasi parti, 'PKK 15 gün daha eylemsizlik kararı almakla olumlu bir yaklaşım göstermiştir, diğer taraf da buna karşı bir şey göstermelidir, ortaya bir eylem koymalıdır' diyor. Şimdi böyle bir şeyi düşünmek çok çok yanlış. Yani siz bir bölücü terör örgütünün silah bırakmasıyla güvenlik gücünün silah bırakmasını aynı teraziye nasıl koyarsınız?''
''DTP Eş Başkanı Ahmet Türk'e bu nedenle mi randevu vermiyorsunuz?'' sorusuna ise Erdoğan, şu yanıtı verdi:
''Şimdi bakın ben çok samimi açık konuşmayı severim. Onu da tekrar söyleyeyim. Ben doğrusu randevu vermeyi düşündüm. Fakat randevu vermeyi düşündüğüm günün ertesinde 10 tane askerimiz şehit oldu. Şimdi düşünün, siz de benim yerime kendinizi koyun. Bir Başbakan olarak o gün 10 tane asker şehit oluyor ve ben kalkıp o gün onlarla böyle görüşmeyi yapacağım. Hiçbir zaman çünkü bölücü terör örgütüne terör örgütü diyemediler ve her zaman adeta avukatlığına soyundular ve savundular. Ardından bir müddet daha geçti. Yine dedik ki şöyle bir sakinleşsin ondan sonra düşünelim. Tekrar bir mayın olayı, 6 tane şehidimiz var. Şimdi yani bir defa böyle bir imkanı, fırsatı, zemini bulamıyorsunuz ki, tam kendinizi belli bir şeye hazırladığınız anda bunlar oluyor. Nasıl oturacak da konuşacaksınız. Meclis'te bile bu tür şeyler gündeme geldiğinde, bakıyorsunuz böyle hemen ayaklanmalar şunlar bunlar filan. Akla hayale gelmez, yani bir mensubu kalkıyor mesela Tayyip Erdoğan'la ilgili ipte sallandırmaktan bahsediyor. Bu tür şeyleri var.''
-''PKK BİR TERÖR ÖRGÜTÜDÜR, BUNU DESİNLER''-
Erdoğan, ''HAMAS'la diyalog kurmak gibi görmezden gelmek yerine diyalog kurmak daha akıllıca değil mi?'' sorusu üzerine, şunları söyledi: ''Ben bu paralelliği çok yanlış buluyorum. Her şeyden önce bir defa HAMAS ile PKK'yı aynı yere oturtmak çok yanlış. DTP ile zaman zaman arkadaşlarım görüşmeler yapıyorlar. Kendimi böyle bir şeye hazırladığım anda, nelerin olduğuna bu noktada hazırlıyorum ama buna bir imkan bir fırsat verilmeli. Mesela ben daha başta şunu söyledim; kalksınlar terör örgütü olduğu açık ve ortada. Sizler yoksa kabul etmiyor musunuz? Böyle bir yanlışımız mı var? Kalksın onlar da yani PKK bir terör örgütüdür, bunu desinler. Ama bunu millete diyemiyorlar. Bunu dedikleri anda bir çok şeyin belki de önü açılır. Bunu demek aslında bir tavır. Onlar da söylemleriyle aslında sürece destek olmaları lazım. Ama sürece destek olmuyorlar. Sıkıntı burada başlıyor. Benim bu noktada bir defa bölgeye ve bölge insanına olan yaklaşımım onların çok çok üstünde. Benim böyle bir sorunum yok ki. Ama Ortadoğu'nun veya dünyanın bu noktada farklı sorunları var.''
Başbakan Erdoğan bir başka soru üzerine, ''Güneydoğu Anadolu'da biz birinci partiyiz. 10 puan fark var. Aynı şekilde Doğu Anadolu'da fark 12 puan filan. Gene biz birinci partiyiz. Geneli söylüyorum. Sadece il bazında Diyarbakır'ı veya birkaç ili çık