Tansu Çiller dönemiydi... Bir köşe yazarı makalesine şöyle başlamıştı: "Viskimi alıp ekranın karşısına geçmiştim ki telefon acı acı çaldı... Ahizeyi kaldırdım; karşımda Başbakan..."
Biz "Çehov'un Silahı" ekolünden geldiğimiz için, "yazıya viskiyle, televizyonla başladığına göre, Başbakan bunlara yakın konulara değinmiştir" diye düşünmüştük.
Halbuki yazarımız ben-kere-ben ekolündendi. Onun derdi sadece kendisinden söz etmekti; uysa da, uymasa da...
***
Çiller'den sonra ise böyle sürprizli Başbakan telefonları da gelmez olmuştu.
Meğer bu güzel gelenek son bulmamış.
Baksanıza Başbakan Erdoğan, Milliyet yazarı Hasan Cemal'i, Real Madrid-Barcelona maçını izlemek üzere gittiği İspanya'dayken yakalamış.
"AKP'nin Diyarbakır adaylarına ilişkin tartışmanın El Clasico ile ne alakası var" diye sormayın.
Bu devirde Çehovcu olmak demode. Post-modern çağdayız, "her şey uyar..."
***
Benimse öyle uzun uzun anlatacak hikâyem yok.
Pazar sabahı biraz hasta bir vaziyette yatakta uzanırken telefon çaldı.
Başbakan arıyormuş...
Ben de milli olmuştum!
Burada art arda AKP'nin Diyarbakır adayları meselesini işleyince radara yakalanmışım.
***
"Bilgilendirmek" amacıyla arıyordu Başbakan... "Önce Diyarbakır adaylarını kısaca tanıtayım" dedi. "Üçüncüden başlayın isterseniz, ilk ikiyi biliyoruz" dedim.
Hem Diyarbakır adaylarının, hem de bölgenin diğer illerindeki adayların üzerinden, kısa kısa bilgiler vererek geçti.
Başbakan Erdoğan'a göre, BDP'nin Diyarbakır'daki bağımsız adayları kavga gürültü çıkararak, eylemler yaparak ünlü hale gelmişlerdi.
Bunun dışında bir özellikleri yoktu. (Sanırım mesleki başarıları kastediyor.)
Kendi adayları ise yıllardır parti ve Türkiye için çalışan, bölgeyi tanıyan, halka katkıda bulunacak kişilerdi.
Tartışmanın Diyarbakır'da yoğunlaştırılmasının, örgütün siyasi bir taktiği olduğundan söz etti.
AKP'nin bütün Türkiye'ye hitap eden bir parti olduğu için kimlik politikası yapmayacağını anlattı.
Her türlü milliyetçiliğe karşı olduğunu bir kere daha belirtti.
Sakin, rahat, açıklayıcı bir ses tonuyla konuştu Başbakan. Fransızlara uygun gördüğü tarifeyi, bize de uygulayacak değildi ya!
***
Başbakan Erdoğan'ın bu telefonları, konuyu önemsediğini, "AKP, Diyarbakır'ı, BDP'ye bıraktı" iddiasından rahatsız olduğunu gösteriyor.
AKP, Diyarbakır listesine, daha ünlü, daha karizmatik adaylar yerleştirebilir miydi?
Siyasetçi değilim, bilmiyorum ama yapabilirdi herhalde, niye olmasın?
Ancak şunu da unutmayalım: Faraza Leyla Zana ile Emine Ayna'nın birer "replikası" olsa, AKP yine onları aday göstermez.
Eşyanın tabiatına aykırı çünkü...
AKP, kendi adaylarının karizması üzerinden değil, hükümet partisi olmanın gücüyle var olacak bölgede...
"Şimdiye kadar bunları yaptım... Bundan sonra da şunları yapacağım" diyecek.
Yeni Anayasa'nın kimlikleri kısıtlamayacağı sözünü verecek.
Ayrıca TRT6 benzeri kararlar çıkacak.
***
Yüzde 50 oy da alsa, Türkiye'ye hitap eden bir kitle partisinin sınırları var.
Köşeli bir "kimlik politikası" yapamaz AKP... Olsa olsa ulus devlet baskısını engelleyerek, kimlikleri özgürleştirebilir.
Bir nokta daha: Ben hükümetin, Erbil kartını etkin biçimde kullandığını sanmıyorum...
"Aşiret reisi" diye küçümseyerek vakit kaybetmek yerine, Barzani ile yoğun ilişkiler kurulabilir; THY'nin direkt uçuşları ve Erbil Konsolosluğu çok daha önce faaliyete geçirilebilirdi.
Soru basit: Ankara-Erbil işbirliği, Kandil'i güçlendirir mi, zayıflatır mı?