Geçmişte, uygarlığın hızlı ilerleyişi, bilimin ve teknolojinin nimetlerinin büyük bir hızla günlük hayatımıza girip geleneksel değerleri altüst edişi karşısında paniğe kapılan anneanne ve dedelerimiz bizleri
"böyle giderse yakında kıyamet gününün geleceğini ve başımıza taş yağacağını" söyleyerek korkuturlardı. Büyüdük, anneannelerimizin "taş yağacak" korkutmacalarından kurtulduk; şimdi de çevreciler çıktı başımıza. Bu kez de onların pompaladığı kıyamet korkusuyla hayatımız zehir oluyor. Biz günahkar kulların deldiği ozon deliğinden başımıza taş yağacağı günün korkusuyla tiril tiril titriyoruz. Tahrip ettiğimiz doğanın intikam saatini bekleyerek yaşıyoruz.
Onlara kalsa, hiçbir şey yapmadan, hiçbir şeyi değiştirmeden, parmağımızı oynatmadan geçip gitmemiz lazım bu dünyadan. Koyduğun yerde otlayan koyunlar gibi...
Ama insanız işte, boş duramıyoruz. İlla da bir şeyler yapacak, bir şeyleri değiştireceğiz. Orada bir boğaz dururken, yanı başına bir tane de biz yapmaya kalkıyoruz mesela...
Vay sen misin böyle şeyler düşünen! Önce çevreci felaket tellalları başlıyor bağırmaya. Green Peace Akdeniz sorumluları kıyameti koparıyor: "Böyle kanallar açmak için gereksiz yere inanılmaz bir enerji harcanacak. Çimentosu, kumu için doğal alanlar tahrip edilecek."
Harcanacak enerjinin gereksiz olduğuna nasıl hükmettiklerini belirtmiyorlar tabii. Onlar gereksiz görüyor ya, yeter...
Yeşiller Partisi de Green Peace'den geri kalmıyor: "Doğaya ve coğrafyaya yönelik bu kadar büyük çaplı müdahalelerin bedeli ağır olur. Hiçbir ekosistem bu kadar ani ve büyük bir müdahaleyle başa çıkamaz. Sözü edilen bu projeyle İstanbul'un yerel iklimi bile değişecek."
Sizce ne kadar "büyük çaplı müdahale" uygundur Sayın Yeşiller? GAP da Güneydoğu'nun iklimini değiştirmedi mi? Bütün büyük barajlar ekosisteme müdahale değil midir? Bu böyle diye barajlardan vazgeçiyor muyuz? (Gerçi çevreciler hidroelektrik santrallerine de karşı ama neyse...)
Ve tabii malum oda ilk topa girenlerden. Mimarlar Odası'nın eski ve yeni başkanları her zaman her şeye karşı çıktıkları gibi, Kanal İstanbul'un da karşısındalar.
Oktay Ekinci "Bir öğrencim bu projeyi önüme getirse sıfır veririm" demiş o her zamanki tepeden bakan üslubuyla. Şu anki başkan da ondan geri kalmamış. Proje antidemokratik ve bilimi dışlayan bir şekilde gündeme geliyormuş. (Bilim derken kendilerini kastediyor; bilimi sadece onlar temsil ediyor ya...) Projenin uygulanması İstanbul'a aykırıymış. İstanbul bu projenin sebep olacağı nüfus artışını kaldıramazmış.
Yahu hele bir durun bakalım; projenin detaylarını bekleyin biraz! Etüt çalışmalarını izleyin; veriler ortaya çıksın; düşünün taşının, hesap kitap yapın, ondan sonra söyleyin söyleyeceğinizi...
Ama hayır... Onların karşı çıkmak için bir şey bilmeye ihtiyaçları yok. Biri bir çivi çakmaya kalkıyor ve onlardan izin istemiyor. Bu kadarı yeter...
X x
Tahmin edebileceğimiz gibi, muhalefet partileri çevreciler gibi "ideolojik" takılmıyorlar. Onlar "damardan" girip; kitlelerin en geri kesimlerinin bam teline basmayı tercih ediyorlar.
"Bunca yoksulluk varken" edebiyatı ve rant düşmanlığı...
Kılıçdaroğlu'nun tepkisi bir politikacı olarak vizyonunu çok güzel ortaya koyuyor doğrusu. İlk gün "önce aç çocukları doyursunlar" gibilerden son derece "yaratıcı" bir çıkış yaptıktan sonra, ertesi günü asıl incisini yumurtluyor: "Bu projede insan yok!"
Bahçeli ise "Yeni imar planlarıyla İstanbul'u soyup soğana çevirenler şimdi 'Çılgın Proje' ile yeni zengin türetme yolları deniyorlar" yorumunu yapıyor. Ve böylece bizler de Meclis içi muhalefetimizin çapını, düşünce üretme kapasitesini bu olay vesilesiyle bir kez daha görmüş oluyoruz.
Ama kabul edelim ki, siyasi partiler arasında en özgün değerlendirme İşçi Partisi'nden geliyor: "Bu proje ABD'nin projesidir. ABD'nin uçak gemilerine hizmet edecek."
Gördüğünüz gibi, tartışma pek de verimli başlamadı. Bakalım arkası nasıl gelecek?..