Kabrinin bilinmesinden korkanlar Bediüzzaman'ın naaşını kardeşine zorla imzalattıkları dilekçe ile nakletti.
"Konya'da Mevlana Türbe-si'nin civarında kira ile oturduğumuz eve, öğle namazı vaktinin ardından ismini sonradan öğrendiğim Birinci Şube Şefi İbrahim Yüksel geldi. ‘Sizi Vali Bey çağırıyor' dedi. Vilayete gittiğimizde üç general gördüm. Biri (7. Ordu Kumandanı) Cemal Tural, biri de Refik Tulga. Tulga o zaman 2. Ordu Kumandanı ve geçici Konya Valisi idi. Diğeri de Mucip Ataklı'ydı."
27 Mayıs 1960 darbesi olmuş, aralarında yüzbaşıların da bulunduğu, askerî disiplinden uzak birtakım subaylar Türkiye'de yönetime el koymuştu. Darbe, Adnan Menderes iktidarını indirmekle kalmamış, icraatları, 23 Mart 1960 tarihinde vefat etmiş Bediüzzaman Said Nursi'ye kabrinde rahat vermeyecek boyutlara da ulaşmıştı.
Aralarında darbecilerin de bulunduğu generallerin, Bediüzzaman Said Nursi'nin Konya İmam Hatip Okulu'nda fahri meslek dersleri öğretmeni olan küçük kardeşi Abdülmecid Ünlükul'un kapısına dayanmalarının sebebi kısa sürede anlaşılacaktı.
İçişleri Bakanı emekli Tümgeneral Muharrem İhsan Kızıloğlu'nun fikir mimarı olup ısrarlı talebiyle 12 Temmuz 1960 gecesi vuku bulacak hadiseye kılıf ayarlanması içindi bunların hepsi. 23 Mart 1960'ta vefat etmiş Bediüzzaman'ın Urfa Halilurrahman Dergâhı'ndaki naaşı başka bir yere nakledilecekti. Bunu yaparken bahaneleri de hazırdı: "Mezara şark ahalisinden ziyarete gelenler arasında kaçaklar var, nazik bir zamandan geçiyoruz…" Bunu Cemal Tural söylemişti Abdülmecid Efendi'ye.
Aslında darbeden önceki hükümetin bakanlarından İçişleri Bakanı Namık Gedik de Said Nursi'nin Urfa'da bulunmasından rahatsızdı. Onun için 21 Mart 1960'ta ulaştığı Urfa'yı bir an önce terk etmesini istiyor, emniyet güçleri de bu konuda baskı yapıyordu kendisine. Rahatsız olduğu ve Urfa'ya geldikten iki gün sonra vefat ettiği için buna fırsat da kalmamıştı. Belli ki dünyadaki ömrünü Urfa'da tamamlamaya gelmişti Bediüzzaman. 27 Mayıs'tan sonra Kızıloğlu ve zihniyeti tarafından ortaya konan bahane ise ‘Urfa'nın Kürtlüğün merkezi hâline gelebilme' ihtimaliydi. Hareketlilik sadece Abdülmecid Efendi'nin etrafında yaşanmıyordu; 12 Temmuz'dan birkaç gün önce Urfa ve Isparta'daki Nur talebeleri de sebepsiz veya çeşitli bahanelerle tevkif ediliyordu. Bediüzzaman'ın naaşının başka yere nakli sırasında buna engel olunması ve mesele yaşansın istenmiyordu. Onun için Urfa başta olmak üzere Isparta, Konya, Diyarbakır gibi bazı şehirlerde olağanüstü durum oluşturulmuştu.
Böylece 12 Temmuz 1960 gece yarısı, vefatı üzerinden 111 gün geçmiş olduğu hâlde Bediüzzaman Said Nursi'nin mermer kabri kırılmış, naaşı başka bir yere nakledilmişti.
Darbeciler bunu, Said Nursi'nin küçük kardeşi Abdülmecid Ünlükul'un istediği yalanını dile getirmişti yıllarca. Alparslan Türkeş, sonraki yıllarda bu konuda kendisine yöneltilen sorulara "60 ihtilalinden sonra ben müsteşardım. Muharrem İhsan Kızıloğlu içişleri bakanıydı. Bizlere gelerek, ‘Said Nursi'nin kardeşi Abdülmecid Ünlükul'un, abisinin mezarını Urfa'dan kaldırmak istediğini söyledi. Bizlere müracaatı bulunmaktadır. Dilekçesi vardır.' Ben bununla ilgilenmedim. Devrin idarecilerinin nereye götürdüklerini de bilmiyorum" diye cevaplar vermişti.
‘Rıza' ile olmadığını ortaya çıktı
Hatice Münevver Ayaşlı'nın “İslam ve Türk tarihinde böyle çirkin bir hadise yaşanmamıştı.” dediği
nakil konusunda gerçekte ise bir belge vardı; fakat o da darbeci isimlerin düzenleyip zorla imzalattığı bir belge idi. Araştırmacı-yazar Necmeddin Şahiner'in
40 yıldır peşinde koşup bulduğu yeni belgeye göre güya Abdülmecid Ünlükul, Said Nursi'nin nakl-i kubur yoluyla İsparta veya Emirdağ'da defnedilmesi için Konya Valiliği'nden izin talebinde bulunuyordu. Ancak yakın zamanda Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'ne devredilen belgeler arasından çıkan İçişleri Bakanlığı'na ait
yeni bir evrak daha vardı ki, o da bunun darbecilerin ileri sürdüğü gibi ‘rıza' ile olmadığını ortaya koyacak nitelikteydi. Zorla imza edilen evrakın yanında Abdülmecid Efendi ile ilgili ‘tesellüm (teslim) tutanağı' durumun vahametini ispatlıyordu. Abdülmecid Ünlükul'un aile efradı evden uzaklaştığından iki gün haberdar olmadıkları için korku ve merak içindeydi. Bunun için nakil işlemi yapıldıktan sonra 13 Temmuz 1960 günü saat 6.30'da düzenlenen tesellüm tutanağında aynen şu ifadeler yer alıyordu: “Isparta'da bulunan eşim Abdülmecid Ünlükul sağ salim Konya'ya getirilerek hanesine teslim edilmiştir.” İmza, eşi Rabia Ünlükul.
Kendi rızası ile böyle bir talepte bulunan kimse için bu şekil bir tutanak düzenlenmesine gerek yoktu herhâlde.
12 Temmuz öncesi ve sonrasında Abdülmecid Ünlükul'un bu durumdan ne kadar muzdarip olduğu, Bediüzzaman'ın Halilurrahman'daki kabrini kıran ve gerekse naaşını uçakla Urfa'dan alıp Afyon'a ulaştıran, oradan da İsparta'ya nakleden olaya şahit erler de anlatıyordu. Zaten Abdülmecid Efendi, Konya'dan askerî uçakla Diyarbakır'a, oradan başka bir uçakla Urfa'ya, Halilurrahman'a götürüldüğünde ve mezarın yıkıldığı süreçlerde de gözyaşları içindeydi hep.
Kendisi de Necmeddin Şahiner'e yaşadıklarını yıllar önce anlatmış ve şunları söylemişti: “Cemal Tural bana, ağzımdan yazılmış bir dilekçe uzattı. Okudum.
Benim böyle bir isteğim yoktur! Ne olur, hiç olmazsa Seyda kabrinde rahat etsin!' dedim.” Bunun üzerine onlar da “Bu dilekçeyi imzalamaya mecbursun, bunu devlet istiyor senden, bizi zor durumda bırakma.” diyeceklerdi.
Abdülmecid Ünlükul, 1889–1967 yılları arasında yaşamış, Soyadı Kanunu çıkınca Abdülmecid'in Türkçe karşılığını soyadı olarak almış, Cumhuriyet'ten önce ve sonraki ilk yıllarda Diyarbakır ve Van'da askerî rüştiyede Arapça hocalığı yapmış, Ahmet Hamdi Akseki'nin “Bugün dünyada Abdülmecid Efendi gibi âlim bir zat yoktur.” dediği bir zattı. Cumhuriyet'ten sonra din dersleri ve Arapça yasaklanınca işsiz kalan Abdülmecid Efendi, doğudaki bazı vilayetlerde bakkallık yapmış, sonraki senelerde Ürgüp'e müftü tayin edilmişti. Oradan da Konya İmam Hatip Lisesi ve Yüksek İslam Enstitüsü'nde meslek dersi hocalığı yapmıştı. Şafii ve Hanefi fıkhına dair Dü Mezheb, İslam Akaidi gibi basılmış eserleri de mevcut Ünlükul'un, Rabia Hanım ile evliliğinden Selahaddin, Fuad, Nihad, Suad ve Saadet adlı beş çocuğu olmuştu.
Araştırmacı-yazar Necmeddin Şahiner'in ilavelerle yeni baskısı yapılan Bediüzzaman Said Nursi'nin Kayıp Mezarının Sırrı kitabına göre bu olayda adı geçen,
sorumlu askerî isimler arasında Cemal Gürsel, Muharrem İhsan Kızıloğlu, Cemal Tural, Refik Tulga, Mucip Ataklı, Musa Öğün, Alparslan Türkeş, Faruk Güventürk ve sivil kişi olarak da sonradan başbakanlık yapacak Nihat Erim vardı.
Aslında Bediüzzaman Said Nursi, kabrinin nakli ve yerinin bilinmemesi dâhil başına geleceklere işaret sayılabilecek yazıyı 1921'de kaleme aldığı Lemaat adlı eserinde ‘Eddai' başlığı altında neşretmişti.
Bediüzzaman'ın bu arzusu darbecilerin eliyle de olsa vuku bulmuştu; öyle de kalması en iyisiydi galiba.
CEMAL A. KALYONCU - AKSİYON