Samanyoluhaber.com yazarı Ebu Abdurrahman, Bediüzzaman Said Nursi'nin talebelerinin cezaevi ve nezarethanelerde çektiklerinden örneklerle ibretlik hadiseleri aktarıyor.
Allah için bir kaç tokat yemek
Bir idareci anlatıyor: Siirt’te yurtlar açılmıştı ama halk fakir olduğu için çocuklardan aldığımız ücret ancak kiraya yetiyordu. Yiyecek ve saire için halkın desteği gerekiyordu. Ama halkın himmeti yetmiyordu onun için diğer vilayetlerden yardım istemeye gidildi.
Bir arkadaşımız Gaziantep’e gitti. Epeyce un getirdi. Onları fırıncılara verdik, karşılığında her gün ekmek alıyorduk.
Bir grup da Karadeniz’e çay toplamaya gitmişti. Fakat birisi “Buraya PKK’nın adamları gelmiş çay topluyorlar.” diye karakola şikayet etmişti. Jandarma da bunları alıp nezarete atmıştı. Bir gün sonra karakol komutanı gelince bakmış bunlar temiz, nuranî insanlar. Zaten ikisi seyyid idi. Bunları nezaretten çıkarmış, çay-kahve ısmarlamış gönüllerini almaya çalışmıştı. Onlardan birisi “Komutan sen bizi dövmeyecek misin?” diye sormuş, o da “Niye döveyim, bir yanlışlık olmuş!..” demiş. Biraz sonra “Komutan sen bize kızmayacak mısın, bağırıp çağırmayacak mısın?” diye tekrar sormuş. Komutan “Hayır” deyince, “Ben de sevinmiştim; Allah için birkaç tokat yerim, bir iki hakaret işitirim de Allah bunları günahlarıma keffaret eder diye. Yani şimdi sen beni bundan mahrum mu edeceksin?” diyerek üzüntüsünü belirtmiş.
İşte bu Hizmet'in esnafı ve mütevellisi böyle tertemiz insanlarımız. Bu mübarek insanlara, “Siz teröristsiniz, siz anarşistsiniz, siz kan içen korkunç canavarlarsınız!..” diyerek öyle muamele etmek ne kadar doğru olabilir?
İnebolu Kahramanları’ndan Ziya Dilek’in hapse girmeden önce laubali hareketlerde bulunan Savcı ile tartışması da enteresandır.
Evinden toplanan kitaplar savcının masasının üzerindedir. Karadenizli savcı, “Gel bakayım buraya…” deyip sorar, “Ha bu kitapları sen mi yazdun?”
Ziya Dilek, “Evet!” deyince alaycı bir ses tonuyla, “Sen yanduuun!” der. Eline bir kitap alır ve tekrar sorar, “Bu kitap da senun evunden çıkmış. Bu kitabı da sen mi yazdun?” Ziya Dilek, “Evet Efendim” deyince, yine aynı şekilde “Yanduuun!” der.
Savcı bir ara Yirminci Mektubu yere atıp, “Bunda bir şey varsa çarpsın beni” diye bağırır. Ziya Dilek, Kur’an hakikatlarına yapılan bu saygısızlığa tahammül edemez. “Beyefendi dikkat et, yere çaldığın eser bir Kur’an tefsiridir, Allah’tan kork! Bundan evvel şu şu memuriyetlerde bulundum. Şu kadar mektep okudum. Senin o koltuğa oturursam senden daha iyi ifade almasını bilirim. Böyle hakaret edemezsin!” der.
Beklemediği bu çıkış karşısında, burnundan soluyan savcı, tekrar masa üzerinde duran kitapları hışımla yere savurarak hakaret etmeye devam eder. Bu durum, Ziya Dilek’in çok gücüne gider ve bunun mutlaka hesabını sormaya karar verir. Sorgudan sonra kızgın bir halde hapishaneye gider, “Sabaha sağ çıkmasın!” diye savcıya beddua eder.
Risale-i Nur’ları tanımadan önce bir kısım malumatları olan Ziya Dilek savcının tokat yemesi için Salat-ı Tefriciye duasını kardeşler arasında dağıtıp okutturmaya karar verir. Dua paylaştırılır ve herkes hissesine düşen mikdarı okumaya başlar. Sorgu hakiminin başına bela geleceğinden emindir.
Fakat ertesi sabah hapishanenin penceresinden bakarlar ki adam hiçbir şey olmamış, her zamanki gibi elini kolunu sallayarak mesaiye gelmektedir. Ziya Dilek söylenmeye başlar, “Yahu bu adamın ölmesi lazımdı, bu nasıl işe geliyor? Salat-ı Tefriciye hak olduğuna bu da Kur’an’a hakaret ettiğine göre, bu işte bir sakatlık var!”
Saat dokuza doğru gelince birden hükümet binasının içi karışır. Bağıranlar, çağıranlar, koşuşanlar… O zaman ambulans filan yok. Belediyede hazır bekletilen bir sedye ile iki üç odacının koşuştuğu görülür. Pencere parmaklıklarına yapışmış olan mevkuf Nur talebeleri, olan biteni merakla seyrederler. Savcının sedyeye konup dört kişinin omuzlarında hastaneye götürüldüğünü gören Ziya Dilek, “Bu iş tamam!” der, “Salat-ı Tefriciye tesirini gösterdi!”
Fakat meselenin nasıl olduğunu merak ederler. Saat onda hapishanenin bekçileri değişince yeni gelenler olayı anlatırlar, “Adam sandalyesinde otururken birden fenalık geçirip olduğu yere yığıldı kaldı!” derler.
Uzun bir müddet koma halinde şuursuz kalan hakimin bütün incelemelere rağmen hastalığının ne olduğu teşhis edilemez. Yaklaşık on gün sonra iyileşen hakim vazifesinin başına döner! Tabii bu durum Ziya Dilek için pek şaşırtıcı olur…
Kendisine yapılan bütün zulümlere rağmen Celcelutiye’den iki satırı okumayan Üstad, Eskişehir’de kendisini ziyaret eden Binbaşı Reşat Bey’e, “Kardeşim, ben bu satırları okumuyorum. Yoksa bu zalimlerin bin tanesinin canını bir günde cehenneme gönderirim. Hiçbir talebemin de elini kana bulamam!” dediğini Hamza Emek nakleder.
Ebu Abdurrahman