''Bu herc-ü merçte benim payıma bir ayeti kerimeyi savunmak düs¸tügˆü için s¸ükrediyorum. Bundan duydugˆum s¸erefin hazzını yas¸ıyorum. Bir ayeti savunan dilime, yüregˆime sagˆlık… Çocuklarıma, torunlarıma, sevenlerime bırakacagˆım en anlamlı miras bu. Bir ayeti kerimeyi gözünü kırpmadan, dilini yumus¸atmadan, alacagˆı cezaya aldırmadan, bas¸ı dik savunan adam olarak hatırlasınlar beni. ''
Bülent Keneş / Tr724
Bundan tam 120 yıl önce, yani 13 Ocak 1898 günü Fransız L’Aurore gazetesinin birinci sayfası baştan aşağı tek bir metinle çıktı. Bu metin, ülkede o dönem yaygın olan anti-semitizmin kurbanı olarak casusluk suçlamasıyla müebbet hapse çarptırılan Fransız subay Alfred Dreyfus’un masumiyetine dair kaleme alınmış “J’accuse – Suçluyorum” başlıklı o meşhur açık mektuptu.
Mektup ünlü yazar Emile Zola tarafından Fransa Cumhurbaşkanı Felix Faure’ye hitaben yazılmıştı. Cinnet halindeki bir toplumda korkunç bir sosyal lince tabii tutulan Dreyfus, delillerin ciddiyetine bakma gereği bile duymayan, usule ve esasa dair pek çok hata yapan bir mahkeme tarafından mahkum edilmişti. Zola mektubunda bu hukuksuzluğa, keyfiliğe, yargı yoluyla zulme, adaletsizliğe ve lince veryansın ediyordu.
Zola’nın mektubu Fransa’da olduğu kadar dünyada da büyük yankı uyandırmış, tartışmalara yol açmıştı. Ancak, ceberrut muktedirler karşısında nasıl tavır alınması gerektiğine dair bugün bile milyonlara ilham kaynağı olan ne Zola’nın bu tarihi mektubu ne de Bernard Lazare’nin makalesine benzer çabalar vicdanını yitirmiş o günkü Fransa’da işe yaramıştı.
BUGÜNÜN MAZLUMLARI KENDİ KENDİLERİNİN ZOLALARI OLDU
Tam tersine Zola, iftira ve karalamayla itham edilmiş, kovuşturmaya uğrayınca da hapse girmemek için o meşhur mektubun yayınlanmasından 40 gün sonra ülkeden ayrılarak İngiltere’ye sığınmak zorunda kalmıştı. Bununla birlikte Zola’nın mektubu ve diğer bazı Fransız aydınlarının çabası tesirini zamanla göstermişti. Dreyfus mahkeme tarafından suçlu bulunsa da 1899’da affedilmişti. Bunun üzerine Zola, 1899 Haziran’ında yeniden ülkesine dönmüştü.
Dreyfus ise, 1906’da suçsuzluğunun tescili için temyize başvurmuş ve aynı yıl sadece mahkeme masumiyetine dair karar almakla kalmamış Fransız Devleti de kendisini bir Şeref Nişanı ile taltif etmişti. İşgal ettikleri yüksek koltuklarda, giydikleri o kara savcı/hakim cübbeleri içerisinde Dreyfus’a zulm edenler ve bu zulme karşı isyan ederek kaleme sarılan Zola gibilerin hepsi tarihteki yerlerini meşreplerince ve müstahaklarınca almıştı.
Her şeye rağmen Zola, Lazare gibi fikir namusu olan cesur aydınları olan Fransızlar yine de şanslıydı. 120 yıl öncenin Fransası bile korkunç bir fikri çoraklaşma, çölleşme ve bayağılaşmadan muzdarip bugünkü Türkiye kadar bahtsız değildi. Çıldırmış kitlelerin çer çöp dolu sellere kapılmış kof kütüklermişcesine ahlaksız muktedirlerin peşinde sürüklendiği bir hengamede Zola gibi aydınlar çıkmış, o şuursuz akıntının tam tersine bir duruşla avazları çıktığı kadar muktedir zalimlerin yüzlerine “J’accuse” diye haykırabilmişlerdi. Bedelini ödemek pahasına bunu yapabilmişlerdi.
Bin yılın gördüğü en madrabaz adam olan İslamofaşist Erdoğan’ın, kin ve intikam duygularıyla, suçsuz günahsız içeri tıktığı onbinlerce masumun haklarını savunmak için ise, bugünün Türkiye’sinde neredeyse o masum mazlumların kendilerinden başka ses veren yok. Çoğu doğru dürüst bir avukattan bile mahrum olan bu mazlum insanlar, hak hukuk, ses seda geçirmeyen o kalın mahkeme duvarları arkasında mağduriyetlerinin üstesinden gelmek için mücadele etmek zorunda kalmıyor, sadece kendi kendilerinin Emile Zolaları olmak zorunda da kalıyorlar.
Bunlardan biri de yıllarca Zaman gazetesinin Ankara Temsilciliğini yapmış, nezaketli ve nezih üslubuyla bilinen sevgili gazeteci arkadaşımız Mustafa Ünal. Bir zulüm Cehennemine dönen memlekette kendisi gibi zulme uğramış binlerce masumu savunacak yiğitlikte tek bir insanın ortaya çıkmaması üzerine kendi kendisinin Emile Zola’sı olmak zorunda kalanlardan biri de Mustafa oldu.
Karar duruşması diye duyurulan 10-11 Mayıs tarihlerindeki mahkeme oturumunda yapmaya başladığı savunması, bugün sadece mahkeme duvarları arasına yankılansa da, Mustafa’nın zulüm ve adaletsizlik karşısındaki isyanı, muktedir zalimlerin suratlarına haykırışı da tıpkı etkisi asırları aşan Zola’nın o meşhur mektubu gibi tarihteki yerini aldı. Dokuz yazı başlığı, Twitter’dan her cuma bir ayet-i kerime paylaşması gibi eften püften gerekçelerle Dreyfus’u da sollayarak hakkında ağırlaştırılmış 3 müebbet istenen Mustafa’nın haykırışını duydunuz mu? Hala duymayan varsa şayet, mağdur ve mazlum olduğu kadar müstağni, mağrur bu asil sese bir nebze kulak verse iyi olur. Şimdi nefesinizi tutup kendinizi bir lahza Mustafa’nın yerine koyarak mahkeme duvarları arasına hapsedilmiş onun hak ve adalet çığlığına ses olmayı dener misiniz?…
“SANIK KÜRSÜSÜNDE BULUNMAKTAN ŞİKAYETÇİ DEĞİLİM”
Her biri birbirinden kıymetli ve her biri bir diğerinden masum ve mazlum bir grup mahpus gazeteci arkadaşımızla birlikte ertelenen karar duruşması 7-8 Haziran’da yapılacak olan Mustafa Ünal, 58 sayfalık tarihi savunmasına, “Burada yargılanan ben degˆilim. Benim s¸ahsımda, bir ayet yargılanıyor. Düs¸ünce ve fikir hürriyeti yargılanıyor. Gazetecilik ve ifade özgürlügˆü yargılanıyor. Masumiyet yargılanıyor. TC’nin ‘Hukuk Devleti’ vasfı ve ‘Anayasa’ yargılanıyor. Burada aslında AK Parti yargılanıyor. Sanık kürsüsünden bulunmaktan s¸ikayetçi degˆilim. Ben suç is¸lemedim. Utanacak bir s¸ey yapmadım. Bas¸ım dik, alnım açık…” diye başlıyor.
Maruz kaldığı bühtanlar, suçlamalar, kara çalmalar ve iftiralara karşı isyanını da şöyle dile getiriyor: “Ayı yavrusunu yemek isterse çamura bularmıs¸… Beni de çamura bulamak isteyenler çıktı. Kara propagandayı üzerime boca ettiler… Ama benim üzerimde çamur durmaz. Bu yargılama beni eksiltmedi, aksine çogˆalttı. Evet, düs¸ündüm… Allah’ın bana bahs¸ettigˆi aklı kullandım. Düs¸üncesiz degˆilim… Düs¸üncelerim var. Düs¸ündügˆümü ifade ettim… Satırlara döktüm. Gazeteye kös¸e yazdım. Pis¸man degˆilim.”
Mustafa devam ediyor:
“Düs¸üncelerimi yazdıgˆım için suçlanıyorum. Düs¸ünmeye ve düs¸ündüklerimi ifade etmeye devam edecegˆim. Düs¸üncesiz olmayacagˆım… Kalemsiz yas¸amayacagˆım. Velev ki cezası müebbet olsun… Allah beni akıl sahibi bir varlık olarak yarattı. Ve özgür düs¸ünme imkânı verdi. Kimseye aklımı kiraya vermedim. Ve kalemimi satmadım. Yargılanmaktan korkmuyorum ama bu tablo bana çok dokunuyor. Ülkem adına üzülüyorum. Biz yazı yazmaktan bas¸ka eylemi olmayan gazeteci yazarlar ‘terörist’ ithamıyla kars¸ınızdayız. Bu savunulacak bir fotogˆraf degˆil.
“Sanık sandalyesinde oturanlara bakıyorum, teröriste benzeyen kimseyi göremiyorum. Caniligˆin karası insanın simasına yansır. Kara leke buradaki hiçbir yüzde yok. Ben ya da Biz Türkiye’nin, muhafazakâr mahallenin, AK Parti sokagˆının yakından tanıdıgˆı insanlarız. Biz terörist degˆiliz. Bizim silahla, örgütle is¸imiz olmaz. Düs¸ünen ve düs¸ündügˆünü kalemle ifade eden gazeteci yazarlarız. Endis¸em ülkem adına… Bu görüntü demokratik sistemin üzerine bir kara leke olarak düs¸üyor.
“TÜRKİYE İÇİN AYIP, AKP İÇİN YÜZKARASI”
“Biz yazı yazarak hayatını idame ettiren fikir is¸çileriyiz. AK Parti iktidarında mahkeme salonlarına böyle bir fotogˆrafın yansıyacagˆını hiç ummazdım. Yanıldım. AK Parti’nin rüyası bu degˆildi. Vaat ettigˆi Türkiye bu degˆildi. Düs¸ünce özgür olacaktı. Fikir hürriyetinin önündeki bütün engeller kalkacaktı. Yasaklar yasaklanacaktı. Sanık sandalyesinden oturanlara iyi bakınız… Bu fotogˆraf dünya döndükçe unutulmayacak. Özgürlük türküleriyle iktidara gelen AK Parti’nin utancı olarak hatırlanacak.
“Sormak zorundayım… Ey Numan Kurtulmus¸! Devri iktidarınızda Ali Bulaç terörist olarak yargılanıyor… Haberiniz var mı? Ey Naci Bostancı! Devri iktidarınızda Ahmet Turan Alkan terörist olarak yargılanıyor… Haberiniz var mı? Ey Mustafa S¸entop! Devri iktidarınızda Mümtaz’er Türköne terörist olarak yargılanıyor… Haberiniz var mı? Ey Nabi Avcı! Devri iktidarınızda S¸ahin Alpay terörist olarak yargılanıyor… Haberiniz var mı?
“Ey Recep Tayyip Erdogˆan! Sayın Cumhurbas¸kanım! Zat-ı Alinizi Pınarhisar Cezaevi’nde ziyaret eden BEN… Bütün medya size cüzzamlı muamelesi yaparken, yanınızda duran BEN… AK Parti’yi kapatma davasında, 27 Nisan e-muhtırasında, 15 Nisan’da hatta 15 Temmuz’da demokrasiden yana tavır koyan BEN… AK Parti’nin kurulus¸ günlerinde, en zor zamanlarınızda sizlere kimse ilgi göstermezken, sizin sesinizi duyuran BEN… Devr-i iktidarınızda ben terörist ve darbeci ithamı ve müebbet talebiyle yargılanıyorum… Haberiniz var mı?
“Akıl ve vicdan sahibi AK Partililere soruyorum: Biz tek eylemi yazı olan gazeteciler terörist ve darbeci iddiasıyla müebbetle yargılanıyoruz… Haberiniz var mı? Kendinizi ‘Haksızlık kars¸ısında susan dilsiz s¸eytandır’ mesajının muhatabı olarak görmüyor musunuz? Bu tablo Türkiye için AYIP, AK Parti için yüzkarasıdır. Türkiye’nin özellikle de AK Parti’nin hatırlamak ve yüzles¸mek istemeyecegˆi bir fotogˆraf karesidir bu… Bize bu hukuksuzlukları yas¸atanlar, vicdanlarının azabından, tarihin ve Allah’ın gazabından kurtulamayacaktır.
BİR AYET YARGILANIYOR!
Savunmama her s¸eyden önce ve öncelikle ülkem ve Türkiye adına çok üzüldügˆüm… Beni derinden yaralayan, ‘bir delilin’ degˆerlendirmesiyle bas¸lamak istiyorum… Öncelikle dünya hukuk tarihine geçen en çarpıcı delili dikkatlerinize sunmak istiyorum. Savcı mütalaasını okurken benimle ilgili bölüme geldigˆinde dikkat kesildim. Nefesimi tuttum, dinlemeye bas¸ladım. Agˆzından ‘Muhakkak Allah adaleti emreder… Hayırlı Cumalar’ sözü çıkınca dondum kaldım. Duydugˆuma inanamadım. Gayri ihtiyari ‘Ama o bir ayet’ diye tepki verdim. Savcı aldırmadı. Okumasına devam etti.
“S¸oku uzun süre, atlatamadım. Gün boyu etkisinde kaldım. Damarlarımdan kanım çekildi adeta… Yanlıs¸ duydugˆumu varsaydım. Yazılı metni beklemeye bas¸ladım. I·lk tepkimi duyan savcının yanlıs¸ından dönmesini içtenlikle diledim. Bir yolunu bulup bu delili geri çekmesini temenni ettim. Ama yapmadı. Avukatım mütalaayı getirince ilk o mesaja baktım… Duydugˆum dogˆruymus¸. Söz ve yazı örtüştü.
“Evet, itiraf ediyorum… Bu tweet mesajı benim. Suçumu kabul ediyorum. Bu tweeti bir kez de yazmadım… Yıllar boyunca her Cuma tekrarladım. Suçum katmerli yani. Her Allah’ın Cuması bu suçu is¸ledim. Pis¸man degˆilim. Hapishaneden çıkar çıkmaz kaldıgˆım yerden devam edecegˆim. Belki aylar, belki yıllar sonra is¸leyecegˆim suçu buradan ilan ediyorum. Sadece siz yargıçlar degˆil dünya duysun. Geri adım atmıyorum. Aksine ileri adım atıyorum. Bu yüzden cezamı agˆırlas¸tırarak verebilirsiniz. Bana vız gelir. Benim için s¸ereftir. Hayatımın onur abidesidir.
“Sayın yargıçlar, bu tweetin içerigˆi bana ait degˆil. Onun için tırnak içinde yazdım. Bir alıntı yani…
Tırnak içindeki ifadelerin bas¸ka yerden alınma oldugˆunu bilmek için Türkçe egˆitimi almaya gerek yok. Mektebe yolu düs¸en herkes bunu bilir. Bu bir Ayet-i Kerimedir. Kutsal bir cümledir. Nahl Süresinin 90. ayetidir. Her Cuma günü camilerde Arapçasıyla birlikte okunur. Türkçe anlamı da okunur. Bu AYET herkesin kulagˆına degˆmis¸tir.
“S¸imdi bu söylediklerimi, Savcının ihbar kabul etmesinden korkuyorum. Hayır, ben muhbir degˆilim. I·hbar etmiyorum. Sadece bir gerçegˆi ifade ediyorum. Kendimi savunuyorum. Bu bilgileri paylas¸tıktan sonra, savcının benim tweet mesajımda yer alan ayeti her Cuma minberden okuyan imamlarla ilgili sorus¸turma açmasından da endis¸e etmiyor degˆilim. Bu ayet bir gazeteci için suç delili olur da bunu toplulugˆun önünde her Cuma tekrarlayan imamlar için suç olmaz mı? Savcının hukuk mantıgˆına göre suç elbette… Hem de agˆır suç… Sürekli tekrarlamanın ve topluluk önünde okumanın suçu benimkinden daha hafif olamaz herhalde… Kanunların önünde herkes es¸it oldugˆuna göre… I·mamların gazetecilere ayrıcalıgˆı düs¸ünülemez. Bugün Türk yargısında etkilerini gördügˆümüz Engizisyon zihniyeti böyle devam ederse bu ayeti okudugˆu için örgüt üyeligˆi ve Anayasayı ihlal iddiasıyla I·mamlara toplu operasyon yapılması yakındır.
“DUYUN SESİMİ!”
“Savcı bu ayeti ‘suç delili’ olarak niye yazdı? 35 gündür düs¸ünüyorum… Ben cevabını bulamadım. Bunun bir ayet, bir kutsal cümle oldugˆunu bilmedigˆini düs¸ünemiyorum. Bunu bilmek için camiyle, cumayla barıs¸ık bir mümin olmak gerekmiyor. Bunun ayet oldugˆunu bilmek için bu toprakların kültüründen haberdar olmak ve bu cogˆrafyada nefes alıp vermek kafidir…
“Sayın yargıçlar! Bugün Milattan Sonra 10 Mayıs 2018… Ülkenin yönetiminde kendisini muhafazakâr-demokrat olarak tanımlayan mütedeyyin kis¸ilerin olus¸turdugˆu AK Parti var. Buradan AK Partililerin kulaklarını çınlatıyorum. Alarm veriyorum. Duyun sesimi… Devr-i iktidarınızda bir ayeti kerime ‘suç delili’ olarak kayıtlara girdi. Ben bunu tanımlayacak bir kelime, bir kavram bulamıyorum. Dil kifayetsiz kalıyor. Skandal sözcügˆü çok hafif düs¸üyor…
“Bir ayetin ‘suç delili’ olarak Esas Hakkındaki Mütalaada yer alması bu davanın özetidir. Benzer davalar için de fikir vermektedir. ‘Türkiye’de is¸ler nasıl?’ diye sorarlarsa ‘Bir ayet suç delili’ olarak mahkemelerde yargılanıyor deyiniz… Kafidir. Bas¸ka soruya da, bas¸ka söze de hacet kalmaz. ‘Bekri Mustafa Ayasofya Camii’ne imam oldu’ fıkrasından daha vahimdir, daha agˆırdır durum. AK Parti’nin kulakları çınlasın.
“Cumhurbas¸kanı Sayın Erdogˆan’a dilekçe yazdım ‘Devri iktidarınızda bir ayet suç delili olarak yargılanıyor… Haberiniz olsun,’ diye. Kendisiyle olan hukukum ve devlet anlayıs¸ım haber vermeyi gerektiriyordu çünkü. Son dönemde hukuk skandallarına, hukuk cinayetlerine fazlasıyla as¸inayım. Ama bu kadarını beklemezdim. Türk yargısının bu duruma düs¸ecegˆini hiç ummazdım. Yaralandım… Savcı beni kalbimden vurdu. Yüregˆim yaralı… Dilim yanık… Aradan 35 gün geçmesine ragˆmen s¸oku üzerinden hala atamamıs¸ biri olarak konus¸uyorum. Anlayın beni.
“Açıkça söylüyorum… Bu dava hukukun Kerbelasıdır… Safım Hazreti Hüseyin’in hemen yanı bas¸ıdır. Bu Kerbela’da yerini dogˆru seçenleri selamlıyorum. Yanlıs¸ yerde duranları tarihe ve Allah’a havale ediyorum. ‘Ben Muhakkak Allah Adaleti Emreder…’ Hayırlı Cumalar’ ayetini, tweet mesajı haline getirerek hangi suçu is¸lemis¸im? Silahlı Terör Örgütü üyeligˆi ve Anayasayı ihlal suçu… Savcı bu tweeti yazdıgˆım için agˆırlas¸tırılmıs¸ müebbetle cezalandırılmamı istiyor. Müs¸ahhas delil… Bir ayet…
“BENİ AYETİ SAVUNAN ADAM OLARAK HATIRLAYIN”
“Bu herc-ü merçte benim payıma bir ayeti kerimeyi savunmak düs¸tügˆü için s¸ükrediyorum. Bundan duydugˆum s¸erefin hazzını yas¸ıyorum. Bir ayeti savunan dilime, yüregˆime sagˆlık… Çocuklarıma, torunlarıma, sevenlerime bırakacagˆım en anlamlı miras bu. Bir ayeti kerimeyi gözünü kırpmadan, dilini yumus¸atmadan, alacagˆı cezaya aldırmadan, bas¸ı dik savunan adam olarak hatırlasınlar beni. Bugün nerede olduklarını bilemedigˆim milyonlarca okurum da böyle yad etsin beni… Ayeti savunmak bana, ayeti ‘suç delili’ olarak yazmak savcıya, ayeti yargılamak siz mahkemeye, buna zemin hazırlamak da AK Parti’ye düs¸tü.
“Siz yargıçlara hatırlatmak isterim ki… Egˆer bana 1 gün bile ceza verirseniz bu Allah’ın ayetini mahkûm ettigˆiniz anlamına gelir. Kelime ve cümle oyunlarınızla bu gerçegˆi örtemezsiniz. Tarih bu tabloyu böyle kaydedecek demiyorum, çoktan kaydetti bile… Ne mutlu ayeti savunan bana ve yanımda duranlara… Bahtsızlara acıyorum. Burası sadece ‘sanık kürsüsü’ degˆil… Tarihin de kürsüsü… Buradan, bu mahkeme salonundan, bu kürsüden günü geldigˆinde is¸lem yapmak üzere tarihe dilekçe gönderiyorum. Savunmam boyunca bas¸ka dilekçelerim de olacak. I·lk dilekçem bu… Savcıdan, siz yargıçlardan ve bu zemini olus¸turan AK Parti’den s¸ikayetçiyim. Nazım’dan ilhamla Vicdanımı pul diye yapıs¸tırarak tarihe postalıyorum. Tarih hükmünü mutlaka icra edecek. Bugüne kadar tarihe hesap vermekten hiç kimse kaçamadı. Zırhlar, dokunulmazlıklar, ayrıcalıklar tarihin kars¸ısında hiçbir is¸e yaramadı. Yarın da yaramayacak.
“Kendisini hesap vermez ve vazgeçilmez sananlar, tarihin ve kaderin hükmüne hep boyun egˆdi. Bundan sonra da bu hakikat degˆis¸meyecek… Bu yargılama tarihin bir parçası… Tarihi bir dava bu… Siz beni burada yargılarken, tarih de sizi yargılıyor… Bugünün tarihini verirken ‘MS’ vurgusunu niye yaptım biliyor musunuz? Bir mesaj vermek için degˆil bir endis¸eden… Bu dava zamanın ruhuyla örtüs¸müyor. Yarın tarihçiler aralarında bir ayetin de yer aldıgˆı twitter mesajlarının, gazete yazılarının, kısaca düs¸ünce ve ifade özgürlügˆünün yargılandıgˆı, bu davanın milattan önce görüldügˆünü sanmasınlar diye MS diyerek özellikle dikkat çektim. Bu dava ne AB ile tam üyelik müzakereleri yapan Türkiye, ne de dünya gerçekleriyle bagˆdas¸ıyor.
“Asırlar öncesinden, Ortaçagˆ Engizisyon mahkemelerinden fırlamıs¸ aktörler gibiyiz burada. Bu bir kabus olabilir ama asla gerçek olamaz. Bir kabusun içindeyiz sanki… Ama uyanacagˆız… Tam 22 ay önce, 27 Temmuz 2016 günü gözaltı kararını sabah saatlerinde duydugˆumda suçsuz oldugˆuma o kadar güveniyordum ki aks¸am üzeri evime gelen polislere gözümü kırpmadan teslim oldum. Pis¸man degˆilim. Velakin hukuk sistemine, Türk yargısına güvenmekle yanıldım. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti oldugˆunu, hukuk ne kadar zorlanırsa zorlansın suçlu ile suçsuzun günler olmasa bile haftalar içinde ayırt edilecegˆini düs¸ündüm. Beni böyle düs¸ündüren Türkiye’nin demokrasi ve hukuk geçmis¸iydi. 12 Eylül askeri darbesinin hukuksuzlukları, is¸kenceleri, zulümleri mahkemeye çıkıncaya kadardı. Mahkemede hukukun kendisini az da olsa gösterdigˆini o günleri yas¸ayanlar hatıralarında anlatıyor. Bugün darbe dönemlerinden daha agˆır tablo var karıs¸ımızda…
“Gözaltına alındıgˆım 27 Temmuz günü bütün hayatım, gazetede yazdıklarım, televizyonlarda konus¸tuklarım gözlerimin önünden geçti… Bırakın suçu hiçbir s¸üphe, zihnime bir soru is¸areti takılmadı. Ben binlerce yazı yazmasına, saatlerce ekranlarda konus¸masına ragˆmen hakaret suçu bile is¸lememis¸ bir gazeteciydim. Adli sicilim tertemiz. Beyaz degˆil, bembeyazdı. I·ktidarda, adında ‘adalet’ olan bir parti vardı. Ayrıca yöneticilerini yakından tanıyordum. Anayasayı, yasaları az çok biliyordum. I·ki polisin arasında Ankara Emniyeti’ne güvenle, gönlü rahat, bas¸ı dik, alnı ak olarak girdim. 22 ay tutuklu kalacagˆımı aklımın ucundan bile geçirmedim. Aklıma gelmeyen bas¸ıma geldi. AK Parti iktidarında tutuklanacagˆımı, yıllarca hapis yatacagˆımı hayal bile edemezdim. Bir devlet aklının veya Anadolu sagˆduyusunun devreye girecegˆine inanıyordum…
TURNANIN ÇIĞLIĞI…
“Fakat… Güvendigˆim dagˆlara karlar yagˆdı. Kalpleri, dilleri buz tuttu. Ankara’nın yollarında beraber ıslandıgˆım insanların bugün her biri lal kesildi ve ‘Dilsiz S¸eytanlar Kulübünün’ birer üyesine dönüs¸tü. Sorus¸turma ve kovus¸turma süreçlerimin hiçbir safhasında hukuku göremedim. Anayasa ve yasalardan, uluslararası sözles¸melerden kaynaklanan haklarım ihlal edildi. I·nce ince is¸kencelere ugˆradım. Ankara’dan I·stanbul’a nakil sırasında bileklerime ters kelepçe takıldı. Sigara dumanları arasında geçen yolculugˆumuzda polisler sabah namazı kılmama izin vermedi. AK Parti’nin kulakları çınlasın…
“Sadece emniyette sorgulandım. Savcının yüzünü görmedim. Sorular bir suçluya sorulması gereken sorular degˆil anket sorularıydı. Yazdıklarım, twitter mesajlarım veya konus¸tuklarım üzerine hiçbir soru sorulmadı. Belli ki hukuk rafa kalkmıs¸, hüküm çoktan verilmis¸ti… Genel geçer 80 milyona sorulacak sorular… O sorularla hiçbir hukuk sistemi – ilkel, kabile ve as¸iret hukuku dahil – bir kis¸iyi tutuklayamaz. Tutuklamaz. Bir proje mahkeme olan sulh ceza hakiminin bir gece yarısı ‘hepinizi tutukluyoruz’ dedigˆi zaman romancı Anna Sephergs’in yazdıgˆı gibi benim için de ‘bütün gündüzlere son veren o gece bas¸ladı.’ Artık gündüzler karanlık, geceler karanlıktı benim, ailem ve sevenlerim için. Bir zindanı ve tel örgülerle kaplı kampı andıran Silivri’de küçük beton hücremde ‘T.C. Hukuk Devleti’ vasfının kendisini gösterecegˆi günleri sabırla bekledim. Ama heyhat…
Adalet çıgˆlıklarım Ars¸-ı Âlâ’ya ulas¸tı… Fakat siz yargıçların yüregˆine degˆmedi. Mahkemeniz her ay aynı cümle aynı kelimelerle tekrarladıgˆı ‘tutuklulugˆun devamı’ kararlarını otomatigˆe bagˆladı. Tutukluluk degˆerlendirmeleri öncesinde her ay en az 3 tane, turnanın çıgˆlıgˆı gibi çıgˆlık çıgˆlıgˆa kaleme aldıgˆım tahliye talepli dilekçelerimi okudugˆunuza ve dosyaya baktıgˆınıza inanmıyorum. Egˆer okusaydınız mutlaka vicdanınızda, yüregˆinizde bir kars¸ılıgˆı olurdu… Siz de et ve kemikten yaratılmıs¸ duyguları olan insanlarsınız. Adalet feryadına duyarsız kalamazsınız.
“EY HABİBİ NECCAR NEREDESİN?”
22 aydır beton hücremden, s¸ehrin öte yakasından kos¸up gelecek bir ADAMIN hayalini kurdum. Haksızlıklara, adaletsizliklere, hadsizliklere kollarını makas gibi açarak ‘DURUN’ diyecek ‘Ey kavmim! Hukuka dönün… Adalete dönün…’ diyerek Antakyalı Habib-i Neccar gibi haykıracak birini bekledim. Anadolu’nun münbitligˆine ragˆmen o güçlü ses çıkmadı. Koca ülke üzerine ölü topragˆı serpilmis¸ gibi sessizligˆe gömüldü. Haksızlık etmeyeyim… Hiç güzel ses çıkmadı degˆil. Tek tük çıktı. Lakin Çok cılız ve yetersizdi… Gidis¸ata tesir etmedi. Habib-i Neccar’ın misyonu, bayragˆı sahipsiz kaldı. Ona üzülüyorum. O kahraman Habib-i Neccar’a selam olsun…
“Daha yakın bir tarihten, Bir Sırp askerinin yigˆitligˆini hatırlatmak istiyorum. Bosna Savas¸ı’nda masumların kırıldıgˆını görünce Sırp ordusunu terk edip Müslümanların safına geçti. Dinini, ismini degˆis¸tirmeden… Vicdanı soykırıma isyan etti. Müslümanlarla omuz omuza soykırıma kars¸ı savas¸ırken öldü. Saraybosna Müslüman mezarlıgˆına defnedildi. Bu yigˆitligˆi de göremedim. Anadolu’nun bu kadar çoraklas¸acagˆını hiç beklemezdim.
“Sayın yargıçlar! Ben adil yargılandıgˆıma inanmıyorum. Benim masumiyetimi göremediniz. Suçlu ile suçsuzu ayırt edemediniz. Dava sürecim hukuk skandallarıyla dolu… Türk yargısına güvenimi yok ettiniz. Verdigˆiniz ve vermedigˆiniz kararlarla itimadımı sıfırladınız. Yüzde 85’in içindeyim yani. Ki yargıya olan güvensizlik 1071’den bu yana en yüksek seviyeye çıktı. Yüzde 90’lara dayandı. Engizisyonla yarıs¸ıyorsunuz. Yas¸adıgˆım hukuksuzluklar saymakla bitmez… Avukat görüs¸üm kısıtlandı. Telefon görüs¸üm kısıtlandı. Kapalı görüs¸üm kısıtlandı. Mahpuslugˆumun her as¸amasında özel hukuksuzlukların muhatabı oldum…
“BENI·M GÖKYÜZÜM TELLERI·N ARDINDA”
“Hücrenin açıldıgˆı minik bahçe bile kafeslendi. Bir avuç gökyüzü tellerle perdeli…. Bir ay önce kaybettigˆimiz Ülkü Tamer’in bir dizesinde söyledigˆi gibi ‘I·çime çektigˆim hava degˆil, gökyüzüdür’… Silivri’de içime çekebilecegˆim temiz, berrak gökyüzüm yok. Hayatı cezaevlerinde geçmis¸ Sabahattin Ali’nin mes¸hur s¸iirinde dile getirdigˆi gibi… ‘Görmek istersen denizi / Yukarı çevir yüzü / Deniz gibidir gökyüzü…’ Benim gökyüzüm deniz gibi degˆil, tellerin ardında… Devlet ya da bugünün iktidar sahipleri bana Çetin Altan’ın deyis¸iyle bir avuç gökyüzünü bile çok gördü… Alacakları olsun…
“Suçumu bilemeden, neden tutuklandıgˆımı ögˆrenemeden aylar geldi geçti. I·ddianameden önce savcının hakkımda 3 defa agˆırlas¸tırılmıs¸ müebbet hapis cezası istedigˆini ögˆrendim. I·ddianame suçumun degˆil suçsuzlugˆumun belgesi. 9 yazı bas¸lıgˆına atıf yaptıgˆı iddianamesinde savcı, yazılar için ‘Görünürde suç unsuruna rastlanmayan yazılar’ tespitini daha dogˆrusunu itirafını kayıtlara geçirdi. I·lk durus¸mada hepsini tek tek izah ettim. Zihinlerdeki s¸üphe bulutlarını dagˆıttım. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’daki sözünü tekrar hatırlatıyorum: ‘100 tavs¸andan bir at olus¸turamayacagˆınız gibi 100 kus¸kudan hiçbir zaman bir kanıt olus¸turamazsınız.’ Siz yargıçlar yazı bas¸lıklarından ‘müs¸ahhas kanıt’ kanaati olus¸turdunuz ve tutuklulugˆun devamına gerekçe yaptınız…”
Mustafa’nın savunması değil, yargıyı hukuku, ve adaleti esir almış insanlığın yüz karalarını, hukuk mesleğinin maskaralarını yargılaması bu minval üzere devam ediyor. Pek adetim değildir ama bu yazıyı okuyacak olanlara tavsiyem ne yapıp edip Mustafa Ünal’ın savunmasını bulun okumaları… Böylece hem mahkeme salonlarında mahkeme suratlı zalimlerin yüzüne haykıran onurlu seslerden bir ses duymuş, hem de bu kıymetlerin boğulan seslerine belki bir ses olursunuz. Ses olamazsanız bile okudukça kendinizi kaptıracağınız hissiyat, aziz mübarek bu Ramazan günlerinin hürmetine belki tüm mazlumlar için Hak katında bir dilekçe hükmüne geçiverir. Kim bilir?