– “Bir gün Allah Rasulü (sav) cennet koridoru diyebileceğimiz Baki kabristanına gidip orada medfun bulunan kutlu insanları ziyaret ettti, ‘Selam size ey Mü’minler diyarının sakinleri! İnşaAllah bir gün biz de size katılacağız.’ dedi. Daha sonra ‘Kardeşlerimi görmeyi çok arzu ederdim.’ deyince bunun üzerine ashab-ı kiram, ‘Ya ResulAllah, biz Senin kardeşlerin değil miyiz?’ diye sordu. Efendimiz (sav) ‘Siz benim ashabımsınız; kardeşlerim henüz gelmediler; onlar sonra gelecekler.’ cevabını verdi.” Kitabı kapatıp devam etti:
-İşte Efendimiz’in “kardeşleri”ni bekliyoruz. Bakalım ne zaman yeryüzünü teşrif edecekler.
BEŞ YILLIK HİKÂYE VEYA ARINMA SÜRECİ
Esved, İbrahim, Mültezem, Safa ve Zemzem isimli beş ehl-i hâl derviş, gecenin bir vakti Mescid-i Haram’ın uzak bir köşesinde bir araya gelmişti. Hicri 9 Zilhicce 1433, miladi 24 Ekim 2012. Kurban bayramı arefesi. Yaklaşık 5 yıl önce.
Her gün milyonlarca Müslümandan oluşan kalabalıklar büyük bir izdihamla Kabe’yi tavaf ediyordu ama İbrahim oldukça üzgündü.
İbrahim: – Hac, âlem-i İslam’ın boy aynası. Gördüklerimiz çok feci.
Zemzem: – Hayrola ne gördün ki?
İbrahim: – Milyonlarca tavaf eden var ama hakiki tavaf eden 100 kişiyi geçmez. Akıllar başka yerde, gözler başka alemde… Batını ayrı felaket, zahiri ayrı… Yüz binlerce evsiz yol boylarında… Tüm şehir diz boyu çöp denizi. Maddi ve manevi bitmişlik…
Mültezem: – Beni üzen ise yaptıkları dualar oldu. Çoğunun duası dünyaya ait. Kendine dünyalık, çoluk çocuğuna ev, iş, mal, mülk… İslam’ın ve Müslümanların kurtuluşu için dua edip göz yaşı dökene -vardır ama- ben rastlamadım. Kendi manevi kurtuluşu için bile ağlayan tövbe eden nadir.
Safa: – Ama ben çok ağlayanlar gördüm?
Mültezem: – Hele benim yanımda dua edenler… Onların ağlamaları beni ağlattı. Maddi ve manevi bitmişliğe ağlayan yok.
Esved: – İslam aleminin harabeye dönüşüne, milyonlarca evsiz, barksıza ve yetime ağlayan yok. Binlerce bedevi, haydut ve vahşinin Allah’ın adını bayrağına yazıp kan dökmesine, Müslümanların adını lekelemesine ağlayan yok.
Safa: – Peki ne olacak? Kıyamet saati mi geldi?
ONLAR HENÜZ GELMEDİLER GELECEKLER
İbrahim: – Yaklaştı ama gelmedi. Efendimiz’in (sav) müjdeleri var. Arz ve sema onu bekliyor.
Zemzem: – Nasıl müjdeler?
İbrahim (Rahlesinden bir hadis kitabı alıp büyük bir tazimle okumaya başladı):
– “Bir gün Allah Rasulü (sav) cennet koridoru diyebileceğimiz Baki kabristanına gidip orada medfun bulunan kutlu insanları ziyaret ettti, ‘Selam size ey Mü’minler diyarının sakinleri! İnşaAllah bir gün biz de size katılacağız.’ dedi. Daha sonra ‘Kardeşlerimi görmeyi çok arzu ederdim.’ deyince bunun üzerine ashab-ı kiram, ‘Ya ResulAllah, biz Senin kardeşlerin değil miyiz?’ diye sordu. Efendimiz (sav) ‘Siz benim ashabımsınız; kardeşlerim henüz gelmediler; onlar sonra gelecekler.’ cevabını verdi.” Kitabı kapatıp devam etti:
-İşte Efendimiz’in “kardeşleri”ni bekliyoruz. Bakalım ne zaman yeryüzünü teşrif edecekler.
EN BÜYÜK DECCAL
Esved: – Bir de Deccal hadisi var: “Hz. Âdem’den kıyamet kopuncaya kadar Deccal’dan daha büyük bir fitne yoktur.” Gelip gitti mi, yoksa gelecek mi?
Safa: – Efendimizin (sav) bir rüyası da vardı sanırım. Deccal’ı tavaf ederken gördüğü. Kendini dindar göstereceğine dair…
İbrahim: – Bilmiyoruz. Deccal bizi ilgilendirmez. Adını anıp meclisi kirletmeyelim. Deccali aramak kimseye bir şey kazandırmaz. Ama en büyük Deccal insanın nefsidir ve dizi dibinden ayrılmaz.
Bizi ilgilendiren ve gözümüzün yolda olduğu kimseler ‘ahir zaman garipleri.’
Zemzem: – Onlar da mı kıyamet öncesi?
İbrahim: – Evet, “Din garip başladı, garip başladığı gibi garipliği geri gelecektir. Gariplere müjdeler olsun.” Efendimiz’e(sav) soruyorlar “Kimdir o garipler ey Allah’ın elçisi?” Cevaben buyuruyor: “İnsanlar bozuldukça düzeltmeye çalışanlardır.” Çok zor, bir o kadar renkli günler geliyor. Beklemeye değecek.
Zemzem: – Ben büsbütün ümitsiz değilim. Dünyanın her yanına gidiyor her soluğa ulaşıyorum. Her mecrada ümit arıyorum. Sizin kadar mükedder değilim. Buralara pek gelemeseler de hayatlarını Rıza-yı İlahiye kilitlemiş yüz binler hatta milyonlar var. (İbrahim’e döndü):
– Onlar olmasın?
HENÜZ ÇOK TOYLAR
İbrahim: – Olabilir ama gördüklerinin sahabe donanımı var mı?
Zemzem: – Sahabe kadar nasıl olsun mümkün değil. Ama yeryüzünün her yerine dağılmışlar. Dertleri sadece ila-yı kelimetullah?
İbrahim: – Sahabe Müslüman oldu. Korkunç çilelerle imtihan verdi. Binlerce çilekeş, yüz binlerce gönül, göz yaşıyla göklere doğru çağlayanlar kurdu, çağladı. O günden bugüne açan her çiçek, boy atan her fidan o çile ve duanın neticesi. Her hidayet meyvesi Efendimiz’in (sav) ve ashabının çektiği çilenin semeresi.
Ama senin gördüklerin sanırım daha çok toy.
Esved: – Sahabi gibisi gelmez ki ama…
İbrahim: – Gelmez doğru ama onların ardında saf tutacak birileri gelmeli… Hadiste var.
Zemzem: – İşin içine sahabe girince bayağı eksik çıkıyor.
Eksikleri görebildiğim kadarıyla… Her birinin ruh heykelinde iki büyük rükün eksik. Maden tamam ama…
ÇİLE SÜRECİNİN ÖN İKRAMİYESİ
İbrahim: – Maden topraktan çıktığıyla olmaz ki! Ateşten potalarda arınması lazım. Adetulahtır. Maddi ve manevi her maden ham olarak dünyaya gelir. Altınsa potalardan geçer. İsten pastan; kirden topraktan arınır. İnsanın madeni ne kadar altın ise o kadar ağır arıtmaya tutulur.
Zemzem: – Yani büyük bir arınma süreci mi lazım?
İbrahim: – Evet.
Zemzem: – Ama daha şimdiden büyük muvafakiyetler elde etmişler gibi. Neşet ettikleri ülkede hemen herkese hak ve hakikati anlatmışlar. Bilmeyen yok. Sonra dünyaya yayılmışlar. Bu başarılar için çile gerekmiyor muydu?
İbrahim: – Gerekiyor. Nispeten çekilmiştir ama kanaatim o ki bu peşin muvaffakiyetler dahi istikbalde çekecekleri çilelerin ön ikramiyesi olarak verilmiştir.
Zemzem: – Hımm. O zaman Allah yardımcıları olsun.
HAKİKATIN SAĞLAMASI İKİDİR
Esved: – İki ana rükünleri eksik diyordunuz?
İbrahim: – Biri çekmeleri gereken ağır çile ve imtihanlar. Zaten bunlar eğer Efendimiz’in müjdelediği “kardeşleri” değilse çektikleri bundan ibaret olur. Bir elleri yağda bir elleri balda güzel güzel hizmet ederler. El üstünde tutulurlar. Başları ağrımaz; ne muhaceret yaşarlar ne de mağduriyet. Evde sefa, devlette ikbal bulurlar.
Zemzem: – Şimdi öyle gibi.
İbrahim: – Hakikatin sağlaması ikidir. Bir: Kur’an ve sünnete iltizam ve iman. İki: Doğruluklarının gökten teyit edilmesi.
Safa: – Teyidi ne demek?
İbrahim: -Allah’ın üzerlerine musibet ve imtihan yağdırması. Yani Allah’tan razı oldukları iddialarının teste tabi tutulması.
Zemzem: – Kazanmanın alameti ne?
İbrahim: – Bir yandan çile çeker, acele etmeden sabrederler. Diğer yandan sabırlarına mükafat olarak ‘Sizden razıyım.’ hitabını vicdanlarında duyarak sevinç gözyaşı dökerler. Alamet bu. Tabi bu günlere daha çok var. Evet ne diyordum. (Zemzem’e döner) Gece hayatları nasıl?
Zemzem: – Teheccüd kılanlar var. Az değil.
İbrahim: – Ama ıstırapla iki büklüm olarak mı?
Zemzem: – Onlar az.
İbrahim: – Asli eksiklik bu.
ARADA MAALESEF UÇURUM VAR
Zemzem: – Ekseriyet itibariyle başlarındaki zatla aralarında maalesef uçurum var.
İbrahim: – O kapanmazsa zaten bunlar “onlar” değildir.
Mültezem: – Nasıl uçurum?
Zemzem: – Şöyle diyeyim. Askeri erkan gibi. Mesela başta müşir var. Ama nefere kadar ferikler lazım. Mirlivalar lazım. Miralaylar lazım… Müşir ayrı vadide nefer ayrı vadide olmaz ki! Mirlivalar, nefer kadar evrad okuyarak ayakta duramaz ki… Müşir, ellerini kaldırmış her gece göklere doğru çağlarken neferler patikalarda keçiboynuzu toplamaz ki!
Mültezem: – Evet çok doğru. Allah’ın rahmeti Cemaate gelecekse sadece imamın Allah’a kurbiyeti yetmez. Cemaat ve imamın aynı kumaştan olması lazım. Kalite bütünlüğü lazım.
Patiska entari üstünde müşir rütbesi olur mu?
İbrahim: – Olmaz. Tavan yetmez. Tabanın kumaşı sağlam olacak. Atlas olmalı, ipekten olmalı, kadife olmalı, altın alaşımlı seraser olmalı. Patiska o ağır rütbeleri kaldırmaz.
(Devamı var)
Veysel Ayhan tr724