Beşinci desise enaniyet

''Bu süreçte, bu kıskançlığı çok açık bir şekilde gördük. Ama bu, iman ve Kur’an davası ve Kıyamete ayarlı. Onu hiç kimse yok edemez. O, kıyamete kadar zâhirâne ve gâlibâne Cenab-ı Hakkın inayet ve himayesinde devam edecek inşaallah… ''
Safvet Senih / samanyoluhaber.com

Üstad Hazretleri, ehl-i dünyanın şeytanî altı desiseden beşincisinin, insanları enaniyet yönünden yakalayıp ağızlarına bir gem vurarak istedikleri yere sürüklediklerini ve bu hususta yapılması gerekenleri anlatıyor: “Ehl-i dalâletin tarafgirleri, ENÂNİYET’ten istifade edip kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakikaten insanda en tehlikeli damar, enaniyettir.. ve EN ZAYIF  DAMARI da odur. Onu okşamakla, çok fena şeyleri yaptırabilirler. 

“Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz; sizi enaniyette vurmasınlar, onunla sizi avlamasınlar. Hem biliniz ki; şu asırda ehl-i dalâlet eneye (enaniyet atına) binmiş, dalâlet vâdilerinde koşuyor. Ehl-i hak, bilmecburiye ene’yi (benlik, bencillik duygusunu) terk etmekle hakka hizmet edebilir. Ene’nin kullanılmasında haklı dahi olsa; madem ki, ötekilere benzer ve onlar da onları kendileri gibi nefis-perest zannederler,  Hakkın Hizmetine karşı bir haksızlıktır. 

“Bununla beraber etrafına toplandığımız Kur’anî Hizmet, ene’yi kabul etmiyor. ‘Nahnü’ (Biz) istiyor. ‘Ben, demeyiniz; biz, deyiniz.’ diyor. Elbette kanaatiniz gelmiş ki, bu fakir kardeşiniz, ENE ile meydana çıkmamış. Sizi ENE’sine hizmetçi yapmıyor. Belki, ene’siz Kur’anî bir hizmetkâr olarak kendini size göstermiş.. ve kendini beğenmemeyi ve ene’sine taraftar olmamayı meslek edinmiş. Bununla beraber kati delillerle sizlere isbat etmiştir ki; istifade meydanına konulan eserler, mîrî (herkese ait devletin) malıdır; yani Kur’an-ı Hakîm’in tereşşuhatıdır (sağılık süzülen sızıntı ve damlalardır). Hiç kimse, ene’siyle onlara malik değildir, sahip çıkamaz! Haydi farz-ı muhâl olarak ben ene’mle o eserlere sahip çıkıyorum (diyelim); benim bir kardeşimin dediği gibi, MADEM  BU  KUR’ANÎ HAKİKAT  KAPISI  AÇILDI, benim noksaniyetime ve ehemmiyetsizliğime bakılmayarak, ilim ve kemâl sahipleri arkamda bulunmaktan çekinmemeli ve istiğnâ etmemelidirler. Geçmiş sâlih büyüklerimizin ve muhakkik âlimlerimizin eserleri, gerçi her derde yeter ve artar büyük bir hazinedir; fakat bazı zaman olur ki, bir anahtar, çok hazineleri açabilir. Zannederim ki, o ilmî enaniyeti fazla taşıyan zâtlar da anladılar ki:

“Neşrolunan Sözler, Kur’anî hakikatların bir anahtarı ve o hakikatları inkâr etmeye çalışanların başlarına inen birer elmas kılıçtır. O fazl ve kemâl sahipleri ve kuvvetli ilmî enaniyeti taşıyan zâtlar bilsinler ki; bana değil, Kur’an-ı Hakîm’e talebe ve şakirt oluyorlar. Ben de onların bir ders arkadaşıyım. 

“Haydi farz-ı muhal olarak ben, üstadlık dava etsem; madem şimdi ehl-i imanın tabakalarını, avâmdan havassa kadar, maruz kaldıkları evham ve şüphelerden kurtarmak çaresini bulduk; o ulema, ya daha kolay bir çaresini bulsunlar veyahut bu çareyi benimseyip ders versinler.. taraftar olsunlar..  ulemâu’s-sû (kötü örnek, gerçekleri gözleyen ilim adamları)  hakkında büyük bir tehdit var. Bu zamanda ehl-i ilim ziyade dikkat etmeli…

“Haydi farzetseniz ki; düşmanlarımızın zannı gibi ben benlik hesabına böyle bir hizmette bulunuyorum. Acaba dünyevî ve millî bir maksat için çok zâtlar enâniyeti terk edip, firavun-meşrep bir adamın tam bir sadakatla etrafına toplanıp, şiddetli bir tesanüdle iş gördükleri halde.. acaba bu kardeşiniz, Kur’anî hakikata ve îmanî hakikatlar etrafında kendi enâniyetini setretmekle (gözlemekle) beraber –o dünyevî komitenin onbaşıları gibi enaniyeti terketmekle -Kur’anî hakikatlar etrafında bir dayanışmayı sizden istemeye hakkı yok mudur? Sizin en büyük âlimleriniz de, ona “Lebbeyk’ (Buyur baş üstüne) dememesinde haksız değil midirler?

“Kardeşlerim, enâniyetin işimizde en tehlikeli ciheti, KISKANÇLIKTIR. Eğer sırf Allah için olmazsa, kıskançlık müdahale eder, bozar. Nasıl ki, bir insanın bir eli, bir elini kıskanmaz.. ve gözü, kulağına haset etmez.. ve kalbi, aklına rekabet etmez. Öyle de bu heyetimizin şahs-ı mânevisinde herbiriniz bir bir duygu, bir âzâ hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilakis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, zevk ve haz duymak vicdanî bir vazifenizdir.

“Bir şey daha kaldı, en tehlikesi odur ki, içiniz de ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir KISKANÇLIK  DAMARI bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. ehl-i ilmin bir kısmında, ilmî bir ENANİYET bulunur. Kendi mütevâzî de olsa, o cihette enaniyetlidir. Çabuk enâniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hatta yazılan Risalelere karşı muâraza ister. Kalbi Risaleleri sevdiği ve aklı beğendiği ve takdir ettiği ve yüksek bulduğu halde; nefsi ise, ilmî enaniyetten gelen kıskançlık cihetinde zımnî (dolaylı, üstü kapalı) bir düşmanlık besler gibi, Sözler’in (Risalelerin) kıymetlerinin düşürülmesini arzu eder.. tâ ki, kendi fikrî mahsulatı onlara yetişsin, onlar gibi satılsın. Halbuki mecburen bunu haber veriyorum ki:

“Bu Kur’anî dersler dairesi içinde olanlar allâme ve müctehidler olsalar; vazifeleri –imanî ilimler cihetinde – yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimlerdir. Çünkü  çok emarelerle anlamışız ki; bu îmanî ilimlerdeki FETVA VAZİFESİ ile vazifelendirilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin ilmî enaniyetten aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde  bir şey yazsa; soğuk bir muâraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczâları, Kur’an’ın reşha ve sızıntılarıdır. Bizler vazife paylaşması kaidesiyle, her birimiz bir vazife deruhte edip, o âb-ı hayat sızıntı ve damlalarını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.” (Yirmi Dokuzuncu Mektup, 6. Risale) 

Bu süreçte, bu kıskançlığı çok açık bir şekilde gördük. Ama bu, iman ve Kur’an davası ve Kıyamete ayarlı. Onu hiç kimse yok edemez. O, kıyamete kadar zâhirâne ve gâlibâne Cenab-ı Hakkın inayet ve himayesinde devam edecek inşaallah… 

08 Ağustos 2018 10:19
DİĞER HABERLER