Yaklaşık iki yüz yıl önce İsviçre’de bulunan bir ok ucu, yüzlerce yıl sonra incelendi ve gökyüzünden düşen meteorların getirdiği demirden imal edildiği keşfedildi.
On dokuzuncu yüzyılda İsviçre’de yapılan bir kazı sırasında bulunan
Tunç Çağı ok ucunun, şaşırtıcı bir malzemeden imal edildiği ortaya
çıktı. Bu küçük eser, gökyüzünden düşen bir cisimden sağlanan demirden
yapılmış. Ancak bir terslik söz konusu. Araştırmacılar, bu cismin
Estonya kadar uzak bir bölgeden gelmiş olabileceğini düşünüyor.
Dolayısıyla
ok ucu, sadece cevher eritmeden önceki dönemde gökten gelen demirin
kullanımına dair bir kayıt değil, aynı zamanda binlerce yıl önce var
olması gereken kapsamlı ticaret ağlarının da bir kaydı niteliğinde.
İKİ YÜZ YILDIR BEKLEYEN SÜRPRİZ
Gök
cismi, İsviçre’de bulunan Bern Doğa Tarihi Müzesi ve Bern
Üniversitesi’nde jeolog olan Beda Hofmann öncülüğünde yürütülen ve tarih
öncesinden kalma göktaşı demirinden yapılma eserleri konu alan ortak
bir araştırma neticesinde saptandı. Tarih öncesi çağlarda saf demir çok
azdı; bununla birlikte atalarımız gökten göktaşı halinde düşen demir
gibi en kolay bulunan kaynaktan faydalandılar.
Demir göktaşları,
atmosferden geçişin zorluklarına daha fazla dayanabildiklerinden, yaygın
biçimde bulunurlar. Çoğunlukla sınırlı miktarda nikel ve çok az
miktarda diğer metallerle karışık haldeki demirden meydana gelirler.
Neredeyse Tunç Çağı demir alet ve silahlarının tamamının göktaşından
elde edilen demirden üretildiği düşünülüyor. Bu eserlerin büyük kısmı
Orta Doğu, Mısır ve Asya’da bulundu; öte yandan, Avrupa'nın engin
düzlüklerinde nispeten az bulunuyorlar.
Şu anda İsviçre
sınırlarında kalan Mörigen bölgesinin konumu, araştırmak için kusursuz
bir alanı temsil ediyordu. Bronz Çağı boyunca, M.Ö. 800 ila 900 yılları
civarında gelişti ve binlerce yıl önce, son Buz Devri’nden önce
gökyüzünden düşmüş olan bir kayadan elde edilen göktaşı demir
parçalarıyla dolu Twannberg bölgesine yalnızca kısa bir mesafede (en
fazla 8 kilometre) bulunuyordu.
Hofmann ve meslektaşları, daha
önce kazı sahasından çıkarılan nesneler arasında tek bir demir ok ucu
daha bulmuşlardı. Bu, 39,3 milimetre uzunluğunda ve yalnızca 2,904 gram
ağırlığında bir eserdi. Araştırmacılar, büyük olasılıkla ok ucunu bir
çubuğa sabitlemek amacıyla kullanılan ve huş katranı olduğunu
düşündükleri organik kalıntı izleri saptadılar. Ve kalıntılar, karışımın
bu dünyanın dışından geldiğini gösteriyor.
KARŞIMI DÜNYA DIŞINI İŞARET EDİYOR
Cisim,
göktaşı demirinden beklenen karakteristik demir ve nikel bileşimiyle
beraber, yıldızlar arasında, yalnızca orada oluşan radyoaktif bir
alüminyum izotopu türü olan, alüminyum–26’dan kalan izleri gözler önüne
seriyor. Hikaye de tam burada ilginçleşiyor. Ok ucunda saptanan
metallerin kendine has karışımı, Twannberg sahasında keşfedilen göktaşı
demiriyle uyuşmuyor. Bundan ziyade, ‘IAB göktaşları’ diye bilinen
belirli bir demir göktaşı sınıfına ait gibi görünüyor.
Neyse ki,
bu durum cismin kökenini saptamamızı kısmen kolaylaştırıyor. Avrupa’da
düştüğü bilinen büyük IAB göktaşlarından üçü, ok ucununkiyle uyumlu bir
bileşim içeriyor. Çek Cumhuriyeti'nden Bohumilitz; İspanya’dan Retuerte
de Bullaque ve Estonya’dan Kaalijarv göktaşları ok ucuyla uyumlu
yapıdalar.
Araştırmacılar, bunlar arasından en yakın eşleşmenin,
büyük ihtimalle Kaalijarv göktaşı olduğuna karar verdiler. M.Ö. 1500
yılı civarında Dünya’ya düştü ve etrafa ok uçları gibi küçük ve keskin
şeyler haline getirilmeye uygun pek çok parça saçtı. Öte yandan,
Mörigen’den yaklaşık 1600 kilometre uzaktaydı. Bu durum, belki de Baltık
kehribarıyla aynı ticaret yollarından geçtiğini ortaya koyuyor.
Kaalijarv
çarpışmasının etrafa saçtığı pek çok göktaşı şarapneli hesaba
katıldığında, ana göktaşının tespit edilebilip edilemeyeceğini görmek
için, koleksiyonlarda ok ucuna benzer nesneleri aramaya değerdi.
Araştırmacılar, “Kaalijarv’dan elde edilmiş olsun ya da olmasın, ok ucu
büyük ihtimalle yegane eser değildi ve görece küçük boyutlu örnekler de
dahil olmak üzere başka işlenmiş göktaşı demir parçaları da Avrupa’daki
arkeolojik koleksiyonlarda ve hatta büyük olasılıkla daha uzak
mesafelerde mevcut” diye belirtiyorlar.
Keşif, Journal of Archaeological Science adlı arkeoloji dergisinde duyuruldu.