'Bilmiyorum' öldü mü?

Samanyoluhaber.com yazarlarından Esra Büyükcombak yeni köşe yazısında, yapay zeka tartışmalarını farklı bir açıdan değerlendiriyor. Yazının başlığı ise oldukça dikkat çekici: "'Bimiyorum' öldü mü?"
Farkında olup olmadığınızdan emin değilim ama bir kavramın yok oluşuna tanık oluyoruz. Artık bilmiyorum demeye gerek duymuyoruz. Çünkü herhangi bir yapay zekâ programına bir soru soruyorsunuz; size gayet anlaşılır bir şekilde cevap veriyor ve bilmiyorum demenize gerek kalmıyor. Ancak sorduklarımıza bu hızlı erişim, bizi gerçekten daha mı bilgili yapıyor, yoksa sadece daha mı özgüvenli hissettiriyor? Aslında bilgi edinme bir arayış ve çalışma süreci gerektirir. Sokrates, bilgeliğin cehaleti kabul etmekle başladığını söyler. Peki, cehaleti asla kabul etmek zorunda olmadığımız bir dünyada ne olur? Hz. Ömer (r.a.), "Beni en çok korkutan, bildiğini zanneden cahildir." derken, belki de bugünün yapay zekâya dayanan bilgelerine işaret ediyordur.

Bilgi ve beceri edinmenin bu kadar kolay olması, soyut düşünmeyi, karmaşık fikirleri kavramayı ve yeni durumlara uyum sağlama yeteneğinin azalmasına neden olabilir.

Araştırılmadan bulunan cevaplar, taraflı yazılımların etkisindeyse empati,sezgi veya ahlaki değerler gibi faktörler göz ardı edilebilir. Örneğin Chat GPT-4'ün bazı sorulara "bilerek" cevap vermemesi, DeepSeek'in bazı yanıtları hızla sansürlemesi ve her iki uygulamanın aynı komutlara farklı yanıtlar vermesi gibi pek çok tartışmalı durum, yapay zekânın tarafsızlık ve güvenilirliği konusunda soru işaretlerine yol açıyor.

O zaman hemen sorayım; her öğrenme ihtiyacımızı yapay zekâlara devrettiğimizde ne olur? Hakikati, algoritmalarla bulmaya başlarız ve sorgulama ile muhakeme yeteneğimizi kaybederiz. Sorgusuz bilgi iddiası, insanı kör bir güvene ve yapay bir özgüvene sürükleyebilir. Çünkü önemli olan sadece neyi ne kadar bildiğimiz değil, nasıl bildiğimizdir.

 

, insanların bilgilere kolayca erişebildiği durumlarda, bilginin içeriğini değil de, o bilgiye nasıl ulaşacaklarını hatırlama eğiliminde olduklarını ifade eden bir psikolojik yaklaşımdır. Yani önceden bir şeyi öğrenirken ya da hatırlamaya çalışırken belleğimizi daha fazla kullanırdık. Ancak günümüzde internetin yaygınlaşmasıyla birlikte, "Bu bilgiyi nereden bulabilirim?" sorusu, "Bu bilgi tam olarak neydi?" sorusunun yerini alır. Yani, bir şeyin detaylarını hatırlamak yerine, onu Google’da arayıp bulabileceğimizi biliyoruz. Bu şekilde beynimiz, bilgiyi depolamak yerine dış kaynaklara güvenerek iş yükünü azaltıyor. Yapay zekâ bu etkiyi bir adım öteye taşıyor. Artık sadece bilgiyi saklamak veya hatırlamak yerine, onu yorumlayabiliyor, sentezleyebiliyor ve analiz edebiliyor. Üstelik hangi zihniyete yakınsa o zihniyetin bakış açısıyla. Peki, yapay zekâ bizim yerimize bu durumu üstlenirse, kendi zihinsel becerilerimizi nasıl geliştirebiliriz? Kitapları özetlemesine izin verirsek, derinlemesine okuma alışkanlığımız zayıflar mı? Düşüncelerimizi organize etmesi için ona güvenirsek, kendi başımıza yapısal veya eleştirel düşünmeyi öğrenebilir miyiz? Bu noktada, sadece bilgiyi hatırlama yetimizi değil, düşünme sürecimizin kendisini de, aklımızı da vicdanımızı da teknolojiye devretme riskiyle karşı karşıya olabiliriz.

 

Beynimizin Enerji Tasarrufu Stratejisi


 

Beynimiz bilgiyi öğrenirken üç temel aşamadan geçer: kodlama, depolama ve geri çağırma. Bilginin uzun süreli bellekte sağlam bir şekilde yer edinebilmesi için tekrar edilmesi, üzerine düşünülmesi ve diğer bilgilerle bağlantılar kurulması gerekir. Ancak Google Etkisi, özellikle geri çağırma sürecini değiştirerek, bilgiyi doğrudan hatırlamak yerine ona nasıl ulaşacağımıza odaklanmamıza neden oluyor. Nörobilimsel olarak, bu sürece “bilişsel boşaltma” denir ve beynin bir tür enerji tasarrufu stratejisidir. Sonuç olarak, öğrendiğimiz bilgiler belleğimizde daha yüzeysel yer eder ve uzun vadede unutulma ihtimali artar.

Buna ek olarak, bilgiye hızlı ulaşmanın oluşturduğu anlık tatmin duygusu, beynin ödül mekanizmasını harekete geçirerek dopamin salınımını artırıyor. Bu tatmin kısa vadede faydalı gibi görünse de, uzun vadede sabırlı ve derinlemesine öğrenme süreçlerini daha az cazip hale getirebilir. Yani, bir konuyu anlamak için çaba sarf etmek yerine, hazır bilgiyi alıp tüketmeye alışabiliriz. Bu durum, entelektüel gelişimimizi ve analitik düşünme yetimizi zayıflatabilir.

 

Belirsizliği Kucaklamak


 

Yapay zekâ, günlük hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Siri veya Alexa'dan en sevdiğimiz müziği çalmasını ister, sosyal medyada fotoğraflardaki yüzleri otomatik olarak etiketleriz. Çevrimiçi alışveriş yaparken kişiselleştirilmiş öneriler alır, yazım hatalarını önlemek için otomatik düzeltme kullanırız. Müşteri hizmetlerinde etkileşime girer, otonom elektrikli süpürgelerle evlerimizi temizler, iklim kontrollü klimalarla ortam sıcaklığını ayarlarız. Navigasyon sistemleri en hızlı rotayı belirlerken, tıbbi görüntüleme cihazları hastalıkları teşhis etmede doktorlara yardımcı olur. Kısacası, yapay zekâ hayatımızın neredeyse her alanına nüfuz etmiş durumda ve bu etki giderek artacak. Ancak asıl mesele, yapay zekâyı nasıl kullanacağımızı öğrenmekten ziyade, onu ne zaman devreye sokmamamız gerektiğini bilmektir. Yani bilgiye kolay erişim sağlamak yerine, onu gerçekten içselleştirmenin yollarını bulmalıyız. Okuduklarımızı sorgulamak, tartışmak, yazıya dökmek ve farklı kaynaklarla karşılaştırmak, öğrenme sürecimizi güçlendirebilir.  

Ve belki de, sadece belki, tutunabileceğimiz en güçlü cümle şudur: "Bilmiyorum... ama öğreneyim." Çünkü, bilginin değerini sadece onu tüketerek değil, sorgulayarak ve yorumlayarak artırabiliriz. Belki de en sağlıklı yaklaşım, bilmediklerimizi kabullenmek ve öğrenme arzusunu daima diri tutmaktır.

 

Yazıyı dinlemek isterseniz:

 

https://youtu.be/UOibi-wILco

 
https://spotifycreators-web.app.link/e/eT7axQFVIQb

 


[email protected] X:@esrabc
05 Şubat 2025 15:00
DİĞER HABERLER