Bingöl Emniyet eski müdüründen bomba açıklamalar

Bingöl Emniyet eski müdüründen bomba açıklamalar
Eski Bingöl Emniyet Müdürü ve GÜSAM Başkanı Ercan Taştekin, “AKP hükümeti kendisinden olmayanları tasfiye, kendisinden olanları emniyet teşkilatına dâhil edecek bir sistem peşinde.” diyor.

Son zamanlarda yaşanan özellikle toplumun belirli bir kesimini dize getirmek için harcanan çabalar kısaca tolum mühendisliği yapmanın sonuçları yavaş yavaş görülmeye başlandı. Toplumu yeniden şekillendirmek için çok büyük bir cadı avı başlatan hükümetin son çıkardığı torba yasalar meclisten geçmeye devam ederken Bingöl Emniyet eski müdürü Ercan Taştekin konuyla ilgili aksiyona bir röportaj verdi. Taştekin "AKP hükümeti kendisinden olmayanları tasfiye, kendisinden olanları emniyet teşkilatına dâhil edecek bir sistem peşinde." dedi.

İşte aynı zamanda GÜSAM Başaknı da olan Ercan Taştekin'n Aksiyon dergisindeki 'Parti polisi kuruluyor' başlıklı o röportajı:


"Recep Tayyip Erdoğan’ın 11 Mayıs 2013’te Afyon’da “Cadı avı ise cadı avı.” sözleri işaret fişeğiydi. Emniyet ve yargı başta olmak üzere çeşitli kurumlarda, medya, iş dünyası ve sivil alanda tarihin en büyük cadı avlarından biri başlatıldı. 2014’ün ilk 10 ayında 50 bine yakın memur sürgün edildi. ‘Paralel yapı’ adı altında yürütülen cadı avına muhalif bütün isimler ve kurumlar dâhil edildi. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının ardından başlatılan tasfiyelerin hedefindeki en önemli kurum emniyet teşkilatıydı. Binlerce polis görevden alındı. Peki, neden ilk önce poliste tasfiyeye gidildi?

Eğer bir ülkede diktaya yönelme varsa, polis teşkilatında çok ciddi tasfiyeler görürsünüz.” Bu söz, eski Bingöl Emniyet Müdürü Ercan Taştekin’e ait. Taştekin, güvenlik stratejileri uzmanı. Kayseri’de üç kayıp çocuk olayını aydınlatan ekiple adını bütün Türkiye’ye duyurdu. Faili meçhul cinayetler, hırsızlık ve suçla mücadele konularında ülkenin yetiştirdiği en önemli polis müdürlerinden biri. Bingöl Emniyet Müdürlüğü görevinden emekliye ayrıldı. Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi (GÜSAM) Başkanlığı’nı yapıyor. Derneğin Ankara’daki merkezinde emniyetteki tasfiyelerle ilgili sorularımızı cevapladı. Polis teşkilatındaki tasfiyelerin arkasında parti polisliği kurma düşüncesi olduğunu açıkladı.

-17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları sonrası poliste tasfiyeler başladı. Neden?

17 Aralık olmasaydı da bu tasfiyeler olacaktı. Bunun polis teşkilatı ve yolsuzluklarla ilgisi yok. Bunun temelde ülkenin yönetim şekliyle çok ilgisi var. Eğer bir ülkenin yönetim şekli demokrasi ise ona göre dizayn edilen polis teşkilatları vardır. Eğer antidemokratikse polis de ona göre şekil alır. Polislik evrensel bir meslektir. Dünyada devletlerin rejimlerine göre polisliğin yapılış tarzı da birbirine benzer. Demokratik ülkelerdeki polisin çalışma felsefesi üç aşağı beş yukarı aynıdır. Antidemokratik ülkelerde de polisin çalışma şekli birbirine benzer. Demokratik ülkelerde polis, kamu düzeni ve yararı için, hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı ve şeffaf bir şekilde hareket eder; yaptıklarının da hesabını verir. Antidemokratik ülkelerde ise daha ziyade rejimin verdiği görevleri yerine getiren bir yapıdır.

-Bu tasfiyeler demokratik ülkelerde olur mu?

Polis teşkilatları incelendiğinde demokratik hiçbir ülkede bizim ülkemizde son 9-10 aydır yaşadıklarımıza rastlanmaz; ama antidemokratik ülkelerde olabilir. Eğer bir ülkede diktaya yönelme varsa, polis teşkilatında çok ciddi tasfiyeler görürsünüz.

-Türkiye diktaya mı yöneliyor?

Bütün akademisyenler, bilim adamları şunu kabul eder: 17-25 Aralık’tan sonra sıra dışı değişiklikler ve görevden almalar oldu. Son on yıla, yirmi yıla bakın, yapılan atama sayısı ne kadardı, son sekiz-dokuz ayda kaç atama yapıldı, kaç kişi görevden alındı? Bu bir objektif veridir. Demokratik ülkelerde bu şekilde değişiklik olmuyor. Benim çıkarımım budur. Bu, rejim değişikliğiyle ilgili ciddi bir göstergedir.

-Operasyonlar olmasa da bu tasfiyeler olacak mıydı?

17-25 Aralık belki kırılma noktasıdır. Ama bunlar olmasaydı da emniyet teşkilatı, devletin, hukukun bir teşkilatı görünümünden daha ziyade partinin, liderin teşkilatı şekline dönüşecekti, dönüşmek zorundaydı.

-Nasıl bu kadar kesin konuşabiliyorsunuz?

En bariz örneği vereyim. 1938’den bu yana polis teşkilatının polis kaynağı polis kolejidir. Kuleli’den harp okuluna geçildiği gibi, polis kolejinden de polis akademisine geçilir. Ben de polis koleji mezunuyum. Burada tek kriter vardır, polis kolejini bitirmek. Kuleli’yi bitirdiğinizde de Harbiye’ye girersiniz. Ve polis kolejine öğrenci alırken şu şekilde alırsınız; ‘Ben sizi dört yıl polis kolejinde okutacağım, dört yıl polis akademisinde okutacağım, sonra da rütbeli amir olarak polis teşkilatında istihdam edeceğim.’ 2010’da binde birlik başarı dilimi ile en yüksek 500 puanı alan çocuklar girdi polis kolejine, bu sene 316 tane öğrenci mezun oldu. Ama haziranda mezuniyete on gün kala yapılan bir yönetmelik değişikliği ile tarihinde ilk defa polis kolejinden mezun olan 80 tane öğrenci polis akademisine alındı, 280 tane öğrenci alınmadı. Dört yıl üst üste polis kolejinde birinci olmuş öğrenciyi almadılar. Oradaki kriter yüzde 50 mülakat notu. Dünyanın hiçbir yerinde yüzde 50 mülakat notu diye bir not olamaz. Yüzde 50 mülakat notu demek, ‘ben istediğimi alırım, istediğimi almam’ demek. Çocuklar üniversite sınavı dönemi de geçtikten sonra mağdur edildi.

-‘Paralel yapı’ ile mücadele diye mi yapılıyor bütün bunlar?

Tam tersine kendi polisini, kendi parti polisini kurma… Tamamen bir tasfiye olarak görüyorum bunu. Mülakatla alınan bir sınavda etnik kökeni, düşünce yapısı size benzemeyenleri almazsınız.
Yani sadece bir camiaya yakın insanların girip girmemesi ile ilgili bir şey değil bu. Kimin camiaya yakın olup olmadığını bilemem, olmasa bile başka sebepler bulunur. ‘Bunların yaşı büyük, gençleştireceğiz, emekli edeceğiz’ derler, yok ‘ülkücüler camiaya hâkim’ derler, tasfiye ederler.

-Paralel yapı bahane mi o zaman?

Başından beri anlatmak istediğim bu. Paralel yapı ile mücadele bahane, parti polisi kurma şahane! Yani bunun akademik, felsefi yapısı budur. Bu değişiklikler, bu dönüşüm, belirli bir düşünceye yakın insanların tasfiyesi değildir. Bu değişiklikler, kendinden olan bir teşkilatı kurmanın çalışma ve gayretleridir.

-O zaman ‘paralel yapı’, önceki dönemlerde ‘irticacı, komünist, faşist’ diye fişlenenler gibi bir yafta mı tasfiye için?

Aynen öyle.

-27 Mayıs’tan sonra bir gecede 7 bin subay emekliye sevk edildi. Orada önü açılan subaylardaki kriter Millî Birlik Komitesi’ne bağlılıktı. Bugünkü uygulama aynı mı?

Aynı. Burada tasfiye edilen camia değil. Yerlerine getirilenlerin tek ve en önemli kriteri kendilerinden olmasıdır. Demokrasi polisi emri hukuktan alır. Parti polisi ise dar yapıdan... Dar yapının belirlediği politikalarla hareket eder.

-Emniyetteki kadrolaşmada şu anda neler esas alınıyor?

Teşkilatta her görüşten, her kökenden çok sayıda insan vardı. Tek bir model değildi. Önemli olan, hukukun üstünlüğüne inanarak profesyonel meslek ilkeleri ve etik değerler içerisinde görevi yerine getirmekti. 17-25 Aralık’tan sonra göreve getirmelere baktığımızda sıkı sıkıya belirli bir anlayışa bağlı, dar bir yapının etkin olduğunu görüyoruz. Buradaki tek belirleyici ölçüt, o dar yapının kendisinden olmak, o dar yapının elemanı olmak şeklinde.

-Eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in bahsettiği dar oligarşik yapı mı kastettiğiniz?

Aynen, siyasette büyük halk desteğini almasına rağmen, millet yönetiminde dar oligarşik bir yapının söz sahibi olması gibi emniyetteki uzantılarının da dar oligarşik bir anlayışla hareket ettiğini görüyoruz.

-Bu unsurlar emniyet teşkilatında öteden beri var mıydı?

Hâkim görüş değildi. Hâkim görüş, gökkuşağı görüştü. Yani her zihniyetten, her kökenden ve her inançtan elemanların yoğun olarak yer aldığı ama hukuk çerçevesinde ve profesyonelce görevini ortaya koyduğu bir yapıydı. TÜİK verilerine göre 2003’ten 2013’e kadar istisnasız vatandaş memnuniyetinin en yüksek olduğu hizmet, (yüzde 80’lik oranla) asayiş ve polisiye hizmetleridir. 17-25 Aralık öncesi böyle bir polis teşkilatı vardı. 1980’lerde faili meçhul cinayetlerden çektiğini bu ülke hiçbir şeyden çekmedi. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok ve diğerleri… Son cinayet 2003’te Necip Haplemitoğlu cinayetidir. 2003’ten bu yana faili meçhul cinayet yok Türkiye’de. Bu ülkedeki askerî vesayet problemini hukuka uygun bir mücadele ile yine emniyet teşkilatının yaptığı operasyonlar minimize etti. Bu ülkede 30 yıldır kan akıtan PKK ile mücadelede, çözüm süreci öncesinde çok büyük başarılar elde edilmiştir. Uyuşturucu ile mücadelede 2013’te rekor kıran yakalamalar vardı.

-Başarının sebebi neydi?

Polisi demokratik ortam geliştirir. Suçla mücadele demokratik ortamda yapılır. Bu birbiri ile sarmaldır.
2013’te Emniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre 200 yolsuzluk operasyonu var. Yolsuzluk ne? Kamu gücünün menfaat doğrultusunda kullanılması. Yolsuzluk bir suçlar grubunun adıdır. Bu görevi ihmal olur, zimmet olur, kara para aklama olur, rüşvet olur. Peki, 2014’te bir yolsuzluk operasyonu duydunuz mu? Bir tek itfaiye operasyonu yapıldı. O da 17-25 Aralık öncesi düzenlenip İstanbul polisinin yapmak istediği ama siyasi iradenin yaptırmadığı operasyondur.

-Yolsuzluklar bitti mi?

Ben de oraya geleceğim. Sizce hiç kimse polise yolsuzluk operasyonu yapmayın demiş midir? Dememiştir. Herkese Allah akıl vermiş. Yolsuzluk operasyonu yapanın başına ne geldiğini herkes gördü. Yolsuzluk kamu gücünden menfaat temin edilmesidir. Yani kamu gücünü elinde tutana operasyon yapılması gerekir. E, kamu gücünü elinde tutan kudret, 17-25 Aralık’ı yaptırmayınca ondan sonraki polis amiri, müdürü her kimse bu operasyonların yapılmaması gerektiğini bilir. İşte parti polisliğine geçişle ilgili kastettiğim budur.

-İstanbul, İzmir, Ankara’da çok sayıda polis gözaltına alınıp bırakıldı.

Dar bakmamak lazım. Demokratik görünüm adı altında dikta uygulamalarına doğru giden adımlar bunlar. İzmir ve Ankara’daki polislerin hepsi tahliye olacak ve hiçbiri ceza almayacak ama burada yapılmak istenen kendi oluşumunu kurmak olduğu için artık bunlar ne kadar kendilerini aklarlarsa aklasınlar etkin görev de alamayacaklar.

-Demokratik ülkelerde teşkilata sızan örgütler yok mu?

Demokratik rejimlerde de polisin içinde çeteler var. Rüşvet, yolsuzluk çeteleri var. Uyuşturucu çeteleri ve mafya ile ortak çalışan polisler var. Devletin dışında başka otoritelerle işbirliği yapanlar varsa bunlarla mücadele etmek devletin en asli görevidir. Ama böyle bir şey olmadığı hâlde bazı polisler suçlanıp tasfiye ediliyorsa burada amaç başkadır. Aralıktan şu ana kadar açılan davalar; casusluk iddiası, usulsüz dinleme iddiası, taltif usulsüzlüğü iddiası, Tipnot usulsüzlüğü iddiası… Yani şu ana kadar devletin otoritesinin haricinde başka bir otoriteden emir alarak hareket etmeyle ilgili ortaya konan hiçbir soruşturma yok. Bakın söylenen farklı bir şey, olan farklı bir şey. Polise her operasyon ‘paralel polise operasyon’ diye veriliyor ama içeriğe bakıyorsunuz usulsüz dinleme, daha sonra bakıyorsunuz ‘Bırakın delili, olgu bile yok’ diyor İzmir mahkemesi. Ama insanların aklında ne kalıyor? Bu tamamen algı operasyonudur işte.

-Emniyete bu operasyon nasıl zarar veriyor?

Profesyonel polislik tasfiye ediliyor. 2013’e kadar vatandaş memnuniyetinin en yüksek olduğu polislik, devletin polisliği, milletin polisliği tasfiye ediliyor. Demokratik ülkelerin polis teşkilatı şeffaftır, hesap verebilirdir. Olaylardan sonra çıkar rakamları paylaşır, halkı bilgilendirir. Siz son on ayda emniyetin halkı bilgilendiren bir açıklama yaptığını duydunuz mu? Emniyet Genel Müdürlüğü hiçbir istatistiği paylaşmıyor. Ve sorulara da cevap vermiyor. Şu anda gittikçe içine kapanan bir teşkilat var.

-Davaların açılması bir proje mi? Hepsinde müfettiş raporları var, iddialar boş mu?

Hukuk soruşturmaları nosyonuna uygun değil. Yapılan bir kısım yasal düzenlemeler de Anayasa’ya aykırı. Bir tarafta suçla mücadele diyeceksiniz, diğer tarafta yolsuzlukla mücadele edemeyecek, hukukun emirlerini yerine getiremeyecek bir teşkilat olacak! Emniyet teşkilatı şu an yolsuzluk, uyuşturucu ve hırsızlıkla mücadelede bir politika geliştiremiyor.



-Neden? On bin polisle bütün şehirde aramalar yapılıyor.

Modern polislikte böyle bir şey yok. 20-30 yıl öncesinin yönetimi ile suçla mücadele edilmez. Modern polislikte nokta istihbarat vardır. Risk analizi vardır. Demokratik ülkelerin hiçbirinde böyle bir polislik modeli yok. On bin polisle sokağa çıkıp herkese suçlu muamelesi yapamazsınız.

-Hangi ülkelerde parti polisliği var?

En güzel örnek, İran’daki Devrim Muhafızları. Diğeri de Suriye’deki El Muhaberat’tır. Yani rejimin talimatları ile hareket eden polis teşkilatlarıdır bunlar.

-Yargıyı yürütmeye bağlama çabaları da emniyetteki tasfiyenin bir uzantısı mı?

Adalet eğer objektif, evrensel kurallara uygun olarak yerine getirilirse adalettir. Mesela biz “Hırsızlık yapan kızım Fatıma da olsa...” diyen bir inançtan geliyoruz. Orada demiyor ki benim kızım Fatıma hırsızlık yapmaz. Her kim olursa bu ceza uygulanır… O yüzden demokratik ülkelerdeki en önemli özelliklerden biri bağımsız yargıdır. Antidemokratik ülkelerde ise inisiyatif tamamen yürütmede, yani beyde, yani kralda, her neyse. Bizim ülkemizde de yargı kontrol altına alınmak isteniyor. Yani bağımsız ve hukuk ilkelerine göre hareket eden yargı değil, yürütme erkinin talimatlarını yerine getiren bir yargı dizayn edilmek isteniyor. Hatırlayın, 25 Aralık’ta olanları. Yargı operasyonların yapılmasını istedi, yürütmeye bağlı zihniyetteki polis operasyonu yapmadı. Yargı bağımsızlığından dolayı bu operasyonlardan yürütmenin bilgisi olması gerekmiyor. Şimdi idareye, yürütmeye haber vermeden operasyon yapabilecek bir teşkilat var mı ortada?

-Mahkemeler kapatıldı, hâkim ve savcılar değişti, takipsizlik kararları verildi. Bu yolsuzluk dosyaları örtülebilir mi?

Hiç mümkün değil. Bu devletin kayıtlarından hiçbir şey silinmez. İtalya’da 105 yıl sonra aydınlatılan failli meçhul cinayet var. Hukuk böyle bir alandır. Hukuk topaldır ama kör değildir. 20-30 yıl sonra da olsa bugünkü polis başmüfettişlerinin hukuki hataları, gizli tanık safsatasının hukuki hataları mutlaka ortaya çıkar. Ben şuna daha çok üzülüyorum; bu hukuksuzlukları yapan meslektaşlarım çok ağır cezalar alacak. Herkes hesap verir, usulü ve bedeli farklıdır. Bir yerden o dikiş atar. Hukukta hatalı iş mutlaka ortaya çıkar.

BİNGÖL’DEKİ EYLEMİN PKK TARAFINDAN YAPILDIĞINA ŞÜPHE YOK

-Bingöl’de polisleri hedef alan saldırıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Örgüt son zamanlarda kırsaldaki ve şehirlerdeki hâkimiyetini en üst düzeye çıkarma aşamasına geçti. Çözüm sürecini kullanarak şehirlerdeki hâkimiyetini artırdı. Kobani bahanesiyle birçok şehir karışmasına rağmen Bingöl’de olay yaşanmadı. Burada öyle büyük bir eylem yapılmalıydı ki devletine bağlı milliyetçi duruşu olan Zazalar ve PKK’ya muzahir kesimler sokağa dökülmeliydi. Eylemin PKK tarafından yapıldığında hiçbir tereddüt yok. Eylemde çok daha büyük bir katliam planlanmıştı. Uzun namlulu Kalaşnikof silahın tutukluk yapmasıyla 2 şehit, 2 yaralı oldu. Bu katliamla Bingöl’ün sağduyulu kesimi sindirilmiş olacaktı. PKK ve diğer kesimler arasında sokak çatışmaları çıkarılması hedeflenmişti.

-Bir zaaf var mı?

17-25 Aralık’tan sonra emniyet teşkilatındaki büyük çaplı değişiklikler güvenlik zaafına yol açtı.
İstihbarat birimleri operasyonlarla etkisizleştirildiği için olaylar bu noktaya gelmiştir. Gelen de giden de bu ülkenin evladıdır ama istihbarat uzmanlarını başka birimlere gönderip istihbarat eğitimi vermediğiniz kişileri bu görevlere getirirseniz zaaf kaçınılmazdır. 7 Ekim’den bu yana bu ülkeye bir kâbus yaşatılıyor. Asıl yapılması gereken istihbarat teşkilatları, kolluk güçleri, polis ve asker ile bu olaylara karışan herkesin adalete teslim edilmesidir. Paralel gibi içi boş isnatlarla kimse hiçbir yere varamaz. Suç soruşturması ile ilgili en tehlikeli olan asli failin, katillerin, terör örgütünün göz ardı edilmesidir. 38 kişiyi öldüren katiller, binlerce okulu, yurdu, devlet binalarını yakan teröristler en kısa sürede yakalanmalıdır. Bingöl Emniyeti’ne katliam yapmaya çalışan ve bunu gerçekleştiren, 38 kişiyi öldüren bir örgüt varsa bu çok ciddi bir durumdur. 2012’de bitme noktasına gelen KCK yapısı son derece güçlenmiş ve etkili hâle gelmiştir. Terör örgütü bölgenin kurtarılmış alan olmasına çalışmaktadır. Bir müddet sonra 7 Ekim’e rahmet okutacak olaylarla karşılaşabiliriz. Devletin otoritesi, şefkat ihmal edilmeden tesis edilmelidir. Demokratik adımlar mutlak surette atılmalıdır.

-Polisin yetkileri artırılıyor, Almanya örnek alınacak. Ne diyorsunuz?

Almanya örneği parti polisi yapısıyla birleştiğinde tam bir felaket yaşatır. Polisin yetkilerinin artırımı; demokratik gelişmelerden ve sivil, bağımsız denetim mekanizmalarının kurulmasından sonra olmalıdır. Demokrasi gelişmeden, polisin yetkisinin artırılması, muhalefete ‘sen sus’ demektir. Muhalefet susmazsa, polisle susturmaya kalkar. “Misliyle karşılık verilecek” anlayışına sahip yöneticiler, bu yetkilerle yargısız infazlar oluşturabilir. Herkesi “vatan haini” gören zihniyetin emrinde Alman polisi yetkilerinin olması, polisimizi “devrim muhafızına” çevirir.

-Olağanüstü hâli getiren yasalara ne diyorsunuz?

Asıl sorun, hukuk alanında şubatta yapılan değişikliklerin ekimde tekrar değiştirilmesidir. Şubatta değiştirilen, ekimde tekrar eski hâline dönülen yasal düzenlemeler, önümüzdeki şubatta tekrar değiştirilecek mi? Yasaların bu kadar sık değişmesi hukuk devletine ve adalete güveni sarsar. Ayrıca “Bingöl saldırısı, şubatta yapılan değişiklikler sonucu mahkemeden önleme araması kararı alınamadığı için önlenemedi” demek, şubatta bu değişiklikleri yapanlar da olanlardan sorumludur demektir. AB müktesebatını örnek alıyorsak, ona göre yasalar çıkarılmalıdır.

17 ARALIK DARBE GİRİŞİMİ DEĞİL

-‘17-25 Aralık hükümete karşı emniyet teşkilatının darbe girişimidir’ iddiasına ne diyorsunuz?

2013’te çok sayıda yolsuzluk operasyonu oldu. Bu da o tip yolsuzluk operasyonlarından biriydi. Eğer hükümet adli mekanizmaya müdahale etmeseydi demokrasi daha da gelişirdi. Çok daha etkin demokratik donanımları olan bir ülke olurduk. Bundan kurtulmanın asli yolu hukuka müracaat etmekti. Dünyada birçok ülkede yolsuzluk operasyonları oldu. İtalya’da, Amerika’da... Hepsi kamu gücünü elinde tutanlara karşı oldu. Ve hepsinde de demokrasiye doğru gidiş varsa operasyonlar başarıya ulaştı. Antidemokratik gidiş varsa operasyonlar başarıya ulaşmadı.

-Niçin 17-25 Aralık? Seçimlerin sonucunu etkilemek için mi?

Yapılan olayı iyi incelediğinizde, siz teşkilatınızın bağlı olduğu bir bakanın, onunla birlikte dört bakanın birinci dereceden yakın akrabası ile ilgili soruşturma yapıyorsunuz, bu bir şekilde sızdı. Yine aynı teşkilatın içinde mali şube bu takibi yaparken, istihbarat şubeyi, mali şubeyi takip ettirmeye başladılar, bunun belgeleri de var. Ve daha sonra bu mali şubedeki yetkililerin böyle bir operasyon hazırlığı içinde oldukları sızdığı için 17-25 Aralık’ta bu operasyon yapıldı. Sızmasaydı daha devam edecek, belki seçimden sonra veya başka zaman yapılacaktı. Bir de operasyonunun yapılması ile ilgili zamanlama delillerin toplanması ile ilgilidir. Suçüstü hâlleri haricindeki operasyonda delillerin toplanması için o güne kadar çalışılması gerekmiştir. O güne kadar takip etmek gerekmiştir. Belki daha da yapılması gereken çalışmalar vardı. Ama operasyonun şüpheliler tarafına sızmaya başlaması, delillerin karartılması, şüphelilerin kaçması ihtimali ile ilgili o tarihte yapılmıştır. Bu çok net. Burada polisiye hiçbir sıkıntı yok.

-‘Paralel yapı hükümete darbe yaptı’ söylemi yurtdışında tutmadı! Niçin?

Ben o tarihte ‘Bu bir yolsuzluk operasyonudur, buna darbe derseniz dünyayı güldürürsünüz’ demiştim. Bir ay sonra da Amerikalı bir profesör, “17-25 Aralık hükümete darbedir diyenlere gülüyoruz.” dedi. Dünyanın her yerinde göz ameliyatı, bir köprünün yapımı evrenseldir, profesyonel bir iştir. Bu göz ameliyatı doğru yapılmış mı yapılmamış mı, bu köprü doğru inşa edilmiş mi edilmemiş mi, ilgili uzmanlar bakınca anlarlar. Bu operasyon da uzmanlık gerektiren bir alandır. 17-25 Aralık dosyasını koyduğunuzda uzmanların önüne, nereden çağırırsanız çağırın, Japonya, Almanya, Amerika, ‘evet bu yolsuzluk dosyasıdır’ der.

-Gerçek paralel yapılar başka mı aslında?

Devletin kurduğu bir mekanizma var; ekip büro amiri, şube müdürü, daire başkanı, genel müdür yardımcısı, müdür. Karar alma mekanizması budur. Bu hiyerarşik yapı içinde yer almayan dar bir yapının aldığı kararı tebliğ eden, talimat vererek yerine getirten yapı, gerçek paralel yapıdır. Ankara’da işte dar bir yapı birtakım listeleri hazırlıyor, üst yöneticiye veriyor, o yönetici de ‘şunu şu görevden alacaksın, bunu bu göreve getireceksin’ diyor. İşte bu nedir? Bu antidemokratik bir yapıdır.

-Ya hükümetin ‘paralel yapı’ iddiası?

İspatlanmayan her şey yok hükmündedir."

AKSİYON

22 Ekim 2014 08:51
DİĞER HABERLER