Son zamanlarda yaşanan özellikle toplumun belirli bir kesimini dize getirmek için harcanan çabalar kısaca tolum mühendisliği yapmanın sonuçları yavaş yavaş görülmeye başlandı. Toplumu yeniden şekillendirmek için çok büyük bir cadı avı başlatan hükümetin son çıkardığı torba yasalar meclisten geçmeye devam ederken Bingöl Emniyet eski müdürü Ercan Taştekin konuyla ilgili aksiyona bir röportaj verdi. Taştekin "AKP hükümeti kendisinden olmayanları tasfiye, kendisinden olanları emniyet teşkilatına dâhil edecek bir sistem peşinde." dedi.
İşte aynı zamanda GÜSAM Başaknı da olan Ercan Taştekin'n Aksiyon dergisindeki 'Parti polisi kuruluyor' başlıklı o röportajı:
"Recep Tayyip Erdoğan’ın 11 Mayıs 2013’te Afyon’da “Cadı avı ise cadı avı.” sözleri işaret fişeğiydi. Emniyet ve yargı başta olmak üzere çeşitli kurumlarda, medya, iş dünyası ve sivil alanda tarihin en büyük cadı avlarından biri başlatıldı. 2014’ün ilk 10 ayında 50 bine yakın memur sürgün edildi. ‘Paralel yapı’ adı altında yürütülen cadı avına muhalif bütün isimler ve kurumlar dâhil edildi. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının ardından başlatılan tasfiyelerin hedefindeki en önemli kurum emniyet teşkilatıydı. Binlerce polis görevden alındı. Peki, neden ilk önce poliste tasfiyeye gidildi?
“Eğer bir ülkede diktaya yönelme varsa, polis teşkilatında çok ciddi tasfiyeler görürsünüz.” Bu söz, eski Bingöl Emniyet Müdürü Ercan Taştekin’e ait. Taştekin, güvenlik stratejileri uzmanı. Kayseri’de üç kayıp çocuk olayını aydınlatan ekiple adını bütün Türkiye’ye duyurdu. Faili meçhul cinayetler, hırsızlık ve suçla mücadele konularında ülkenin yetiştirdiği en önemli polis müdürlerinden biri. Bingöl Emniyet Müdürlüğü görevinden emekliye ayrıldı. Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi (GÜSAM) Başkanlığı’nı yapıyor. Derneğin Ankara’daki merkezinde emniyetteki tasfiyelerle ilgili sorularımızı cevapladı. Polis teşkilatındaki tasfiyelerin arkasında parti polisliği kurma düşüncesi olduğunu açıkladı.
-17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları sonrası poliste tasfiyeler başladı. Neden?
17 Aralık olmasaydı da bu tasfiyeler olacaktı. Bunun polis teşkilatı ve yolsuzluklarla ilgisi yok. Bunun temelde ülkenin yönetim şekliyle çok ilgisi var. Eğer bir ülkenin yönetim şekli demokrasi ise ona göre dizayn edilen polis teşkilatları vardır. Eğer antidemokratikse polis de ona göre şekil alır. Polislik evrensel bir meslektir. Dünyada devletlerin rejimlerine göre polisliğin yapılış tarzı da birbirine benzer. Demokratik ülkelerdeki polisin çalışma felsefesi üç aşağı beş yukarı aynıdır. Antidemokratik ülkelerde de polisin çalışma şekli birbirine benzer. Demokratik ülkelerde polis, kamu düzeni ve yararı için, hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı ve şeffaf bir şekilde hareket eder; yaptıklarının da hesabını verir. Antidemokratik ülkelerde ise daha ziyade rejimin verdiği görevleri yerine getiren bir yapıdır.
-Bu tasfiyeler demokratik ülkelerde olur mu?
Polis teşkilatları incelendiğinde demokratik hiçbir ülkede bizim ülkemizde son 9-10 aydır yaşadıklarımıza rastlanmaz; ama antidemokratik ülkelerde olabilir. Eğer bir ülkede diktaya yönelme varsa, polis teşkilatında çok ciddi tasfiyeler görürsünüz.
-Türkiye diktaya mı yöneliyor?
Bütün akademisyenler, bilim adamları şunu kabul eder: 17-25 Aralık’tan sonra sıra dışı değişiklikler ve görevden almalar oldu. Son on yıla, yirmi yıla bakın, yapılan atama sayısı ne kadardı, son sekiz-dokuz ayda kaç atama yapıldı, kaç kişi görevden alındı? Bu bir objektif veridir. Demokratik ülkelerde bu şekilde değişiklik olmuyor. Benim çıkarımım budur. Bu, rejim değişikliğiyle ilgili ciddi bir göstergedir.
-Operasyonlar olmasa da bu tasfiyeler olacak mıydı?
17-25 Aralık belki kırılma noktasıdır. Ama bunlar olmasaydı da emniyet teşkilatı, devletin, hukukun bir teşkilatı görünümünden daha ziyade partinin, liderin teşkilatı şekline dönüşecekti, dönüşmek zorundaydı.
-Nasıl bu kadar kesin konuşabiliyorsunuz?
En bariz örneği vereyim. 1938’den bu yana polis teşkilatının polis kaynağı polis kolejidir. Kuleli’den harp okuluna geçildiği gibi, polis kolejinden de polis akademisine geçilir. Ben de polis koleji mezunuyum. Burada tek kriter vardır, polis kolejini bitirmek. Kuleli’yi bitirdiğinizde de Harbiye’ye girersiniz. Ve polis kolejine öğrenci alırken şu şekilde alırsınız; ‘Ben sizi dört yıl polis kolejinde okutacağım, dört yıl polis akademisinde okutacağım, sonra da rütbeli amir olarak polis teşkilatında istihdam edeceğim.’ 2010’da binde birlik başarı dilimi ile en yüksek 500 puanı alan çocuklar girdi polis kolejine, bu sene 316 tane öğrenci mezun oldu. Ama haziranda mezuniyete on gün kala yapılan bir yönetmelik değişikliği ile tarihinde ilk defa polis kolejinden mezun olan 80 tane öğrenci polis akademisine alındı, 280 tane öğrenci alınmadı. Dört yıl üst üste polis kolejinde birinci olmuş öğrenciyi almadılar. Oradaki kriter yüzde 50 mülakat notu. Dünyanın hiçbir yerinde yüzde 50 mülakat notu diye bir not olamaz. Yüzde 50 mülakat notu demek, ‘ben istediğimi alırım, istediğimi almam’ demek. Çocuklar üniversite sınavı dönemi de geçtikten sonra mağdur edildi.
-‘Paralel yapı’ ile mücadele diye mi yapılıyor bütün bunlar?
Tam tersine kendi polisini, kendi parti polisini kurma… Tamamen bir tasfiye olarak görüyorum bunu. Mülakatla alınan bir sınavda etnik kökeni, düşünce yapısı size benzemeyenleri almazsınız. Yani sadece bir camiaya yakın insanların girip girmemesi ile ilgili bir şey değil bu. Kimin camiaya yakın olup olmadığını bilemem, olmasa bile başka sebepler bulunur. ‘Bunların yaşı büyük, gençleştireceğiz, emekli edeceğiz’ derler, yok ‘ülkücüler camiaya hâkim’ derler, tasfiye ederler.
-Paralel yapı bahane mi o zaman?
Başından beri anlatmak istediğim bu. Paralel yapı ile mücadele bahane, parti polisi kurma şahane! Yani bunun akademik, felsefi yapısı budur. Bu değişiklikler, bu dönüşüm, belirli bir düşünceye yakın insanların tasfiyesi değildir. Bu değişiklikler, kendinden olan bir teşkilatı kurmanın çalışma ve gayretleridir.
-O zaman ‘paralel yapı’, önceki dönemlerde ‘irticacı, komünist, faşist’ diye fişlenenler gibi bir yafta mı tasfiye için?
Aynen öyle.
-27 Mayıs’tan sonra bir gecede 7 bin subay emekliye sevk edildi. Orada önü açılan subaylardaki kriter Millî Birlik Komitesi’ne bağlılıktı. Bugünkü uygulama aynı mı?
Aynı. Burada tasfiye edilen camia değil. Yerlerine getirilenlerin tek ve en önemli kriteri kendilerinden olmasıdır. Demokrasi polisi emri hukuktan alır. Parti polisi ise dar yapıdan... Dar yapının belirlediği politikalarla hareket eder.
-Emniyetteki kadrolaşmada şu anda neler esas alınıyor?
Teşkilatta her görüşten, her kökenden çok sayıda insan vardı. Tek bir model değildi. Önemli olan, hukukun üstünlüğüne inanarak profesyonel meslek ilkeleri ve etik değerler içerisinde görevi yerine getirmekti. 17-25 Aralık’tan sonra göreve getirmelere baktığımızda sıkı sıkıya belirli bir anlayışa bağlı, dar bir yapının etkin olduğunu görüyoruz. Buradaki tek belirleyici ölçüt, o dar yapının kendisinden olmak, o dar yapının elemanı olmak şeklinde.
-Eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in bahsettiği dar oligarşik yapı mı kastettiğiniz?
Aynen, siyasette büyük halk desteğini almasına rağmen, millet yönetiminde dar oligarşik bir yapının söz sahibi olması gibi emniyetteki uzantılarının da dar oligarşik bir anlayışla hareket ettiğini görüyoruz.
-Bu unsurlar emniyet teşkilatında öteden beri var mıydı?
Hâkim görüş değildi. Hâkim görüş, gökkuşağı görüştü. Yani her zihniyetten, her kökenden ve her inançtan elemanların yoğun olarak yer aldığı ama hukuk çerçevesinde ve profesyonelce görevini ortaya koyduğu bir yapıydı. TÜİK verilerine göre 2003’ten 2013’e kadar istisnasız vatandaş memnuniyetinin en yüksek olduğu hizmet, (yüzde 80’lik oranla) asayiş ve polisiye hizmetleridir. 17-25 Aralık öncesi böyle bir polis teşkilatı vardı. 1980’lerde faili meçhul cinayetlerden çektiğini bu ülke hiçbir şeyden çekmedi. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok ve diğerleri… Son cinayet 2003’te Necip Haplemitoğlu cinayetidir. 2003’ten bu yana faili meçhul cinayet yok Türkiye’de. Bu ülkedeki askerî vesayet problemini hukuka uygun bir mücadele ile yine emniyet teşkilatının yaptığı operasyonlar minimize etti. Bu ülkede 30 yıldır kan akıtan PKK ile mücadelede, çözüm süreci öncesinde çok büyük başarılar elde edilmiştir. Uyuşturucu ile mücadelede 2013’te rekor kıran yakalamalar vardı.
-Başarının sebebi neydi?
Polisi demokratik ortam geliştirir. Suçla mücadele demokratik ortamda yapılır. Bu birbiri ile sarmaldır. 2013’te Emniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre 200 yolsuzluk operasyonu var. Yolsuzluk ne? Kamu gücünün menfaat doğrultusunda kullanılması. Yolsuzluk bir suçlar grubunun adıdır. Bu görevi ihmal olur, zimmet olur, kara para aklama olur, rüşvet olur. Peki, 2014’te bir yolsuzluk operasyonu duydunuz mu? Bir tek itfaiye operasyonu yapıldı. O da 17-25 Aralık öncesi düzenlenip İstanbul polisinin yapmak istediği ama siyasi iradenin yaptırmadığı operasyondur.
-Yolsuzluklar bitti mi?
Ben de oraya geleceğim. Sizce hiç kimse polise yolsuzluk operasyonu yapmayın demiş midir? Dememiştir. Herkese Allah akıl vermiş. Yolsuzluk operasyonu yapanın başına ne geldiğini herkes gördü. Yolsuzluk kamu gücünden menfaat temin edilmesidir. Yani kamu gücünü elinde tutana operasyon yapılması gerekir. E, kamu gücünü elinde tutan kudret, 17-25 Aralık’ı yaptırmayınca ondan sonraki polis amiri, müdürü her kimse bu operasyonların yapılmaması gerektiğini bilir. İşte parti polisliğine geçişle ilgili kastettiğim budur.
-İstanbul, İzmir, Ankara’da çok sayıda polis gözaltına alınıp bırakıldı.
Dar bakmamak lazım. Demokratik görünüm adı altında dikta uygulamalarına doğru giden adımlar bunlar. İzmir ve Ankara’daki polislerin hepsi tahliye olacak ve hiçbiri ceza almayacak ama burada yapılmak istenen kendi oluşumunu kurmak olduğu için artık bunlar ne kadar kendilerini aklarlarsa aklasınlar etkin görev de alamayacaklar.
-Demokratik ülkelerde teşkilata sızan örgütler yok mu?
Demokratik rejimlerde de polisin içinde çeteler var. Rüşvet, yolsuzluk çeteleri var. Uyuşturucu çeteleri ve mafya ile ortak çalışan polisler var. Devletin dışında başka otoritelerle işbirliği yapanlar varsa bunlarla mücadele etmek devletin en asli görevidir. Ama böyle bir şey olmadığı hâlde bazı polisler suçlanıp tasfiye ediliyorsa burada amaç başkadır. Aralıktan şu ana kadar açılan davalar; casusluk iddiası, usulsüz dinleme iddiası, taltif usulsüzlüğü iddiası, Tipnot usulsüzlüğü iddiası… Yani şu ana kadar devletin otoritesinin haricinde başka bir otoriteden emir alarak hareket etmeyle ilgili ortaya konan hiçbir soruşturma yok. Bakın söylenen farklı bir şey, olan farklı bir şey. Polise her operasyon ‘paralel polise operasyon’ diye veriliyor ama içeriğe bakıyorsunuz usulsüz dinleme, daha sonra bakıyorsunuz ‘Bırakın delili, olgu bile yok’ diyor İzmir mahkemesi. Ama insanların aklında ne kalıyor? Bu tamamen algı operasyonudur işte.
-Emniyete bu operasyon nasıl zarar veriyor?
Profesyonel polislik tasfiye ediliyor. 2013’e kadar vatandaş memnuniyetinin en yüksek olduğu polislik, devletin polisliği, milletin polisliği tasfiye ediliyor. Demokratik ülkelerin polis teşkilatı şeffaftır, hesap verebilirdir. Olaylardan sonra çıkar rakamları paylaşır, halkı bilgilendirir. Siz son on ayda emniyetin halkı bilgilendiren bir açıklama yaptığını duydunuz mu? Emniyet Genel Müdürlüğü hiçbir istatistiği paylaşmıyor. Ve sorulara da cevap vermiyor. Şu anda gittikçe içine kapanan bir teşkilat var.
-Davaların açılması bir proje mi? Hepsinde müfettiş raporları var, iddialar boş mu?
Hukuk soruşturmaları nosyonuna uygun değil. Yapılan bir kısım yasal düzenlemeler de Anayasa’ya aykırı. Bir tarafta suçla mücadele diyeceksiniz, diğer tarafta yolsuzlukla mücadele edemeyecek, hukukun emirlerini yerine getiremeyecek bir teşkilat olacak! Emniyet teşkilatı şu an yolsuzluk, uyuşturucu ve hırsızlıkla mücadelede bir politika geliştiremiyor.