Atıf Ural Ağabeyimizin 1955’te Risale-i Nur’un ilk neşredildiği yıllarda, Kıbrıs’tan matbaa malzemeleri gönderen Hizber Hikmetağalar’a yazdığı bir mektup var.
ABDULLAH AYMAZ- SAMANYOLUHABER.COM
Ben Hizmet’i 55 sene önce tanımıştım ama Hizmet içindeki Ağabeylerin hepsini tanımıyordum. 1966’da yani 51 sene önce bir gün Hocaefendi bizi İzmir İmam-Hatip Yurdu öğrencileri olarak hepimize tarihi Kestanepazarı Camii içinde çok üzgün olarak Atıf Ural Ağabeyimizden, onun vefatından söz ederek, Allah rızası için onun ruhuna dualar göndermemizi ve tevhid çekmemizi istedi… Arkasından o kadar öğrenci binlerce tevhid okuduk… Daha sonraları da Atıf Ağabeyimizin şahane Risale okuyuşundan, onun yüzünden ulu bir divana çekilip hesap soruluşundan da bahsetti. Anladığım kadarıyla Hocaefendi, Atıf Ağabey gibi ihlas, sadakat kahramanı birisinin, aynen Üstad Hazretleri gibi mücerred kalmasını istiyordu. Onun için kendisine “Bu mesele seni alâkadar etmez!..” mealinde bir azar işitiyor. O zaman Atıf Ağabeyin, savcı olmasının ve evlenmesinin bir sır olduğunu bu ikazla anlamış oluyor.
1933 Kars doğumlu Atıf Ural, 18 Eylül 1966’da 33 yaşında vefat etmişti. Liseyi Erzincan’da bitirip 1952 yılında Ankara Hukuk Fakültesine kaydolan Atıf Ağabeyimiz, normal sürede tamamlayabileceği okulu Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye için 6 sene uzatarak 10 senede bitirmiştir. Rahmetli Prof. Dr. Günay Tümer’in hemşiresiyle 1959 senesinde evlenmiş, Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra savcı olarak Sason, Nusaybin ve Bozkurt’ta görev yapmıştır. Bozkurt’ta vazifeli iken, Ankara’da bulunan ağabeyi Kemal Ural’ı ziyareti sırasında rahatsızlanınca Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine kaldırılmış ve burada yatmakta iken ruhunun ufkuna yürümüştür…
Atıf Ural Ağabeyimizin 1955’te Risale-i Nur’un ilk neşredildiği yıllarda, Kıbrıs’tan matbaa malzemeleri gönderen Hizber Hikmetağalar’a yazdığı bir mektup var. Bu mektubu daha sonra Necmeddin Şahiner Ağabeye hediye etmiştir. Mektuptan bir bölümü buraya alıyorum: “Elhamdülillah, her tarafta Risale-i Nurların neşri ve yazması devam ediyor. Tahkikî imanı aşılayan Risale-i Nur, âlem-i İslâmı ve sonra bütün dünyayı zulmetten nura çıkaracaktır. Allah’ın rızâsını hedefleyip, faydasını kör gözlere de gösterdiğinden, inşaallah önümüzde çok müjdeleri haber veriyor. Âzamî fedakârlık, âzamî sadakat, âzamî ihlâs, âzamî dikkat düsturlarıyla yüründüğünden, çöken mutlak zulmet biraz aydınlandı. Âdeta fecir misâli Risale-i Nur, tahkiki imanı neşrediyor. Bu tamamlanınca haber verilen o saadetli günler doğacak. Her ne ise, bizler neticeye bakmayarak kulluk icabı vazifemizi yapalım, rızası için çalışalım, neticeyi Allahü Teâlâ ihsan edecektir ve O’nun işidir. Hakikî dersi Risale-i Nur verdiğinden, sizi noksan istidat ve kalemimle fuzulî meşgul ettiğimden kusura bakmayın. Hepiniz Hakka emanet olunuz. Dünya – âhiret kardeşiz. Bu ulvî ve kudsî davada el birliğiyle çalışalım… İnşaallah. Bütün alâkadarlara, hepimiz selâm ve hürmet ederiz.”
Ağabeyi Kemal Ural Bey diyor ki: “Karlı bir kış günü, annem ve kız kardeşim ayrı ayrı odalarda uykuya dalmaktayken, gecenin derinliği içinden gelen bir ses duyuyorlar. Bu ses ‘Âtıııf! Âtıııf! Âtıııf!’ diye defalarca işitiliyor.
“Ürperti içinde iyice yorgana sarılıp uyuyorlar ve sabah olunca, bunu birbirlerine anlatıyorlar. Âtıf da, ‘Niçin bana söylemediniz? Söyleseydiniz o sese doğru giderdim!” diyor. Gerçekten bir ses Âtıf’ı hizmete çağırıyordu. Sanırım Âtıf’ın mânevî hayatında bu da bir işaret, bir dönüm noktasıydı. Bu dönemde anneannem Âtıf’la ilgili bir rüya görür. Birincisinde Âtıf süt içmektedir. Fakat süt hiç eksilmiyor. Bilakis, iyice doluyor. İkinci rüyada ise, Âtıf ve anneannem birlikte giderken karşılarına göl veya deniz gibi bir su çıkıyor. Âtıf bir post atıyor suya, üstüne atlayıp karşı tarafa geçiyor, büyük annem ise kıyıda kalıyor.
Sezaî Karakoç, “Âtıf, Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra sanırım savcı muavini iken genç yaşta vefat etmiş. Çok temiz, samimi, mütevazi bir arkadaştı…”
“Evet, Zihni’den birkaç yıl sonra Sait de gitmişti. Daha önce, başka bir arkadaşı, Âtıf Ural’ı, kaybetmiştik. Bu üç arkadaşın müşterek tarafı, SAMİMİYET, HÂLİSİYET SAHİBİ OLMALARIYDI. Sait ile Zihni, ayrıca hataları insanın yüzüne söylemek gibi bir özellik taşıyorlardı. Sert sayılabilirlerdi bir bakıma. Âtıf ise, çok yumuşak bir kişiliğe sahiptir.”
“Zihni Hizal’ın, Âtıf Ural’ın, Sait Mutlu’nun, buradan çok daha kesin bir varlıkla var olan bir yerde olduklarını gözlerimle görür gibi oluyorum. Biliyorum, onlar buradan çok daha iyi bir yerde, çok daha mutludurlar. Üzüntümüz onların hesabına değil, kendi hesabımıza.”
“İtiraf edelim ki, onların varlığı biraz da bizi rahatsız ediyordu. Açıkçası korkuyorduk onlardan. Suçlarımızı en çok onların yanında hatırlıyorduk. Sanki onlar, daha sağlıklarında bu dünyaya ait değillerdi. Öteki dünyanın burada temsilcileriydiler. Bize bu duyguyu ölüm mü veriyor? Hayır… Ölüm olsa olsa, bizim gafletimizi bir parça aralıyor da gerçeği görüyoruz.”
“Âtıf, ipekten yumuşaklığıyla, hep iyiye bakışı ile, eksiklerimi görmezliğiyle; Zihni Hızal, zaruret halinde müdahaleleriyle; Sait ise, gram gram tartan dobra dobralığıyla, burada oranın ihtarcısıydılar.” diyor…
Ömer Özcan Beyin merhum Kemal Ural Ağabeyle yaptığı röportaj Âtıf Ağabeyimiz hakkında bilmediğimiz pek çok güzelliği de gözler önüne sermiş bulunuyor…