"Koskoca bir devlet göz göre göre bir çocuğu öldürdü. Sosyal medyada bir eşşek sıpası için ortalığı ayağa kaldıranlar Ahmet için parmağını bile kaldırmadı. Çocuklar uyurken susulur ölürken değil diye slogan atan çoğunluğun sesi bile çıkmadı."
Erkan Çıplak | samanyoluhaber.com
Bir Çocuk Öldü
“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız,o ülkene insanların nasıl öldüğüne bakın “ Albert Camus
İzlediğim bir filmde “Keşke ölümü çocukların yetişemeyeceği bir yere koyabilsek” diye bir cümle duymuştum. Çünkü çocuk dediğimiz, yaradanın en güzel hediyesi, tertemiz bir varlık. Dini terminolojide çocuk sevmeyen insan merhametsiz, çocuk gülüşlerinin olduğu yerler cennet bahçesi olarak tanımlanır. Bu derece güzel olan varlığın kaybı da o derece şiddetli oluyor haliyle. Anonim kültürde “evladını kaybeden annenin karnında kırk mum yanar, acısı azaldıkça her gün bir tanesi söner ama bir mum sonsuza kadar yanar” ifadesi vardır. Bu misal evlat acısının büyüklüğü anlatmak için en iyi örneklerden biridir. Çocukları sevmek veya onlara üzülmek için evlat sahibi olmak gerekmez, merhamet sahibi olunması yeterlidir. Haber bültenlerinde bombalı bir saldırı sonrası ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Suriyeli çocuğun “Vallahi onları Allah’a şikayet edeceğim” cümlesini, kampa alınan anne babasını özlediği için yollara düşüp donarak ölen 3 yaşındaki Uygur çocuğun karlar içindeki cesedini, Meriç'te boğulan Feridun’u, Ege sularında son bulan hayatları nasıl unutabiliriz. Ve son olarak Ahmet’in babasıyla son telefon görüşmesini unutmak mümkün olacak mı?
Sevgi dolu, anne babasını çok seven bir çocuk düşünün, önce babasını ayırdılar ondan. Yaşı gereği ne olup bittiği anlamadığından günlerce pencerede babasını bekledi ama gelmedi baba, göndermediler. Durumu kabullenen Ahmet hasretiyle yanıp tutuştuğu babasını ayda bir kez görüyordu artık. Ama bu Ahmet’e yetmiyordu. Çünkü onun yaşında çocuklar babalarıyla parklarda bisiklete biniyor, futbol oynuyor ve kumdan kaleler yapıyordu. Ahmet ise sadece sınırlı bir sürede baba kucağında oturup, boynu bükük eve dönüyordu. Ahmet daha fazla bu yükü kaldıramadı ve küçük bedeni hastalığa yenik düştü. Kısacık ömründe istediği iki şey vardı, babasının özgür kalıp yanında olması ve iyileşmek. Eskisi gibi yoruluncaya kadar oynamak,koşmak bisiklete binmek…
Fakat zalimler, Ahmet’in bütün yalvarmasına rağmen babayı bırakmadı. Babası yanında olsa moral desteğiyle tedavisi iyi geçecekti belki ama maalesef günden güne kötüye gitti Ahmet. Kemoterapiye girerken bile bir gözü kapıdaydı, belki sesimi duyarlar son anda babamı bırakırlar umuduyla ama gelen olmadı, bütün kapılar kapandı. Koskoca insanların bile moralini yüksek tutmak için bütün aile bireylerinin pervane olduğu tedavilere sadece gözü yaşlı annesi ile girdi Ahmet. Fakat annesinin desteğini yetmedi, onun ilacı babasıydı. Bir süre sonra yapacak bir şey yok denildi. Oysa vardı, babası yanında olsa öpüp koklayarak gönderecekti oğlunu kemoterapiye, Ahmet dökülen saçlarını bile takmayacaktı, belki bıyık yapacaktı babasına, çünkü onun tek istediği babasının yanında olmasıydı başka hiçbir şey umurunda değildi. Fakat ne baba geliyor ne tedavi oluyordu artık.
Umutlar tükenirken Almanya’da tedavi olma fırsata buldu, Ahmet çok sevindi, iyileşip gelecek, belki o zamana babası da özgür kalacaktı. Ama zalimler de boş durmuyordu. Annesine yurt dışı yaşağı koymuşlar ve durumun önemi izah edildiği halde yasağı kaldırmıyorlardı. O zaman daha 8 yaşında olan çocuğu yanında anne olmadan tedaviye göndermek istiyorlardı. Ülkede bu dramları haber yapacak medya kalmadığından sosyal medyada günlerce kampanyalar yapıldı, annesi çırpınıp durdu, Ahmet gözü yaşlı bir şekilde sedyelerde yalvaran videolar gönderdi ama zalimlerin kılı bile kıpırdamadı. Bilmem neci derler diye milyonlar dilsiz şeytana dönüştü, Müslümanım diyenler kendi çocuklarının geleceği için başını çevirdi ama gavur denilen insanlar sahip çıktı Ahmet ve annesine. Günlerce yanlarından ayrılmadı, annesiyle birlikte göz yaşı döktü. Ama sırtlanları bile geride bırakan zalimler yine de izin vermedi anneye, kaldırmadı yasağı. Ahmet babasız girdiği tedavilere artık annesiz gidecekti, üstelik hiç bilmediği başka bir ülkede.
Ahmet Almanya’ya gecikmeli olarak gitti ama moral seviyesi çok düşük olduğundan tedavi işe yaramadı. İlgili serviste yanında anne ve babası olmayan tek çocuktu, kimse onu öperek uyutmuyor, başında beklemiyor, elini tutmuyordu. Sanki koskoca dünyada yapayalnızdı. Kötü haberi alan anne kuş gibi çırpındı evladı için, yalvardı, kapılarda bekledi, ayaklarına kapandı ama vicdanlarda gram değişiklik olmadı. Baba ise dört duvar arasında yaralı aslan misali sadece haykırabiliyor ve dua ediyordu. Gücü yetse duvarları söküp oğlunun kara gözlerini doya doya bakıp elini tutacak,kucağında taşıyacak ve öperek uyutacaktı.Ama olmadı.
Ahmet geri geri bakarak gittiği Almanya’dan boynu bükük döndü ve durumu kötüye gittiği için hemen hastaneye yatırıldı. Sayılı günlerini bildiği için midir nedir sürekli babasını görmek istediğini söylüyordu. Tedavi için kampanya yapan iyi yürekli insanlar bu sefer “Ahmet babasını görsün” diye kampanya yaptılar. Zalimler bu sefer baskıya dayanamadı ve babayı Ahmet’e getirdiler. Ama sadece 5 saat. Morale ihtiyacı olan hasta bir çocuğa yeter mi 5 saat, diner mi aylarca biriktirdiği hasreti. Ama yine de Ahmet çok mutlu oldu babasını gördüğüne, aylar sonra yüzü güldü. Babasının elleri kelepçeli olduğundan oğluna doya doya sarılamadı ama alnından öptü defalarca. Alnı öpülesi bir çocuktu çünkü, bu yaşında hem hastalık, hem hasretle baş ediyordu minik bedeni. Beş saat beş dakika gibi gelip geçti, babası Ahmet’le vedalaştı ama Ahmet bir türlü babasının eline bırakmıyordu, çünkü o el yanında olsa tutunacaktı hayata. Ama olmadı babayı alıp götürdüler tekrar, Ahmet nemli gözlerle uzun uzun baktı babasına,çünkü bu onun babasını son görüşüydü. Babanın da gözü arkadaydı, en ihtiyacı olduğu zaman evladını bırakıp gidiyordu, defalarca dönüp bakmıştı askerlerin arasından, çünkü onun de evladı son görüşüydü.
Zaman Ahmet’in aleyhine işliyordu. Hastalığı günden güne kötüye gidiyordu, hasta yatağında babasını tekrar gelmesi için yalvarıyordu ama vicdanlar lal kesildiği için kimseden ses çıkmıyordu. Haftada bir verilen telefon hakkında babasına yalvarıyordu “artık çık gel baba, ben burada sensiz ne yaparım” diye. Baba ağladığını belli etmeden sesi titreyerek “ben de gelmek istiyorum ama bırakmıyorlar oğlum” diyordu. Bu Ahmet’in babasıyla son konuşması olacaktı, babanın da evladın sesini ve nefesini duyduğu son an olacaktı. Ahmet’ten kötü haber geldi, minik bedeni daha fazla acıya ve hasrete dayanamadı ve kuş olup uçtu cennete. Annenin dünyası karardı, kolu kanadı kırıldı. Eli kelepçeli cenazeye getirilen baba son kez öptü kara efesinin soğuk alnını, kelepçelerden kurtulup sarılarak ısıtmak istedi, dağlar kadar hasretini dindirmek, kucaklamak istedi ama izin vermediler. Çünkü yine süreli gelmişti. Öpüp koklamaya doyamadığı evladını kara toprağın bağrına yatırdılar, mezarın ilk suyuna gerek kalmadı dökülen göz yaşlarından. Hani Ahmet diyordu ya ‘’ben sensiz naparım şimdi” o anne o baba Ahmet’siz ne yapar hiç bilmiyoruz…
Koskoca bir devlet göz göre göre bir çocuğu öldürdü. Sosyal medyada bir eşşek sıpası için ortalığı ayağa kaldıranlar Ahmet için parmağını bile kaldırmadı. Çocuklar uyurken susulur ölürken değil diye slogan atan çoğunluğun sesi bile çıkmadı. Ermeni gavuru denilen insanlar Ahmet için göz yaşa dökerken, Müslümanlar dilsiz şeytan kesilip başını çevirdi. Yazının adı bir çocuk öldü ama gördük ki bir toplum ölmüştü.
Tıpkı Suriyeli çocuk gibi sen de onları Allah’a şikayet et Ahmet sakın affetme kimseyi. Seni babandan ayıranları, tedavini geciktirenleri affetme. Affetme ki, mazlumun dünyasında kıyamet koparken, bu zulmü yapanlar, yetkisini kötüye kullananlar, faydalı olacakken elini vermeyenler, duymazdan gelenler, başını çevirenler ve seyirci kalanlar yataklarında rahat etmesinler.