Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz, Abdürreşid İbrahim Efendi hakkındaki yazı dizisinin yeni bölümünü kaleme aldı.
Abdürreşid İbrahim Efendi, uzun yolculuğa çıkarken diyor ki:
İşte şu asıl vatanım olan Tara’da da üç hafta kadar kaldıktan sonra, ailemle birlikte oradan ayrılarak Topolsk, Tamam, Pirme yoluyla Kazan’a geldim. Asıl büyük seyahate buradan başlayacağım ve maksadım ise burada bir ev kiralayarak çocuklarımı burada bırakmaktı. Kazan’da bulundukça eve lazım olacak şeyleri tedarik etmeye mümkün olduğu kadar çalıştım. Bir ev için her ne lazımsa tedarik ederek mefruşatını tamamladım.
Diğer taraftan da kalbimde uzun bir seyahat plânı kurulmuş, bir çok vakitlere kadar çoluk çocuğumu Rezzak-ı Zü’l-Kuvveti’l-Metin olan Cenab-ı Vacibü’l-Vücuda bırakarak bizzat kendim gurbeti seçeceğim gibi, çocuklarımı gurbete atacağımı düşünmekteyim.
Uzun bir müddet için sefere gideceğim. Evin ihtiyaçları tedarik olundu. Bir ay için ev kirasını verdim. Çocukların nafakalarını da hallettim. Fakat kendim için yolculuğa çıkacak kadar bir paranın yokluğu yolumu kesmekte idi. Artık bunun için de borçlanmaya karar verdim. Dostların birinden yirmi ruble borç aldım. Hemen bir mani çıkmadan yola çıkmak üzere teşebbüs etmiştim. O günü Rusya’nın payitaht gazetelerinde Reval mülâkatı, Şark meselesinde kat’î bir karar vereceği haberini getirdi. Zaten İslam âleminde ümitsizlikten başka bir şey yoktu. Türkiye inkılabının nasıl bir neticeye varacağı meçhuldü. Biz de her zaman uzun ve derince düşünmekle uğursuz Şark meselesi için bir son verileceğine kanaat etmiştik. Fakat mutlaka Osmanlı kahramanları son nefese kadar can feda edeceklerini de düşünürdük. Bundan dolayı ben de kırlangıcın Nemrud’un ateşine ağzıyla su götürdüğünü hatırlayarak uzak doğuya doğru harekete geçtim. Fakat kalbimde yerleşmiş olan uzun seyahati kendimden başka kimse bilmiyor; âilem ise yolculuğumun sonunda Ofa, daha ziyade olursa Tomski zannetmekte; ben de ayrılık acısıyla çekişmekte, “Nâr-ı firkate dönüp pervaneye, benzedim her hal ile divaneye” mısraını tekrar etmekte idim. Çocuklarım ise hazin hazin gözlerime bakmakta idiler.
Bir aralık oğlum Ahmed Münir güya bir şeyler hissetmiş gibi hazin ve ağlamaklı bir sesle “Babacığım…” diye elindeki paraları vermek istedi. Gözleri yaşla dolmuştu. Benim de zaten gözlerim kararmıştı. Ne kadar para olduğunu da bilemedim. Dedim: “Oğlum, masume kardeşlerine bak…” Başka bir söz demeye takatim kalmadı. Bu taraftan da iki masumelerim hiçbir zaman ağlamadıkları halde o gün bütün ağlamakta idiler.
Ne ise, mübarek Ramazan-ı Şerifin dördüncü günü hareket edeceğim. Yolculuk için ufak tefek çamaşır filan hazırlandı. Kızım Kadriye arabacıya haber verdi. Arabaya eşyalarımı koydular. Ben de canlı cenaze gibi kapıdan çıkıyorum. İki küçük masumelerim boynuma sarılmış ağlamakta idiler.
Arabaya bineceğim zaman Kadriye’m dedi: “Baba, dört ruble para lazım.” Yol için tedarik etmiş olduğum yirmi rubleden dört rublesini kızımın eline verdim. “Allah’a emanet olun” diyerek arabaya bindim Kazan’dan ayrıldım.
Nereye gideceğimi ve niçin gideceğimi düşünürdüm. Tekrar dönüp dönmeyeceğim de belli değildi. Araba ile iskeleye geldim. Vapur da hazırdı. Hemen vapur ile Ofa’ya hareket edeceğim.