Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Eyy Batı, özgürlük Avrasya Tüneli'nden Marmaray'dan geçer" sözleri ne anlam taşıyor
Cumhuriyet yazarı Prof. Ahmet İnsel, "Ey Batı, sizin bu dünyada özgürlük diye bir derdiniz yok, sıkıntınız yok. Özgürlük bu değil ya. Özgürlük Marmaray'dan geçer, Avrasya Tüneli'nden geçer, Osmangazi Köprüsü'nden geçer" ifadesini kullanan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı eleştirdi. Prof. İnsel, "Bir devlet başkanının 'özgürlük bu değildir!' dedikten sonra verdiği özgürlük örneklerinin en önemli özellikleri cesametleri olan inşaat faaliyetleri olması, akla firavunlar dönemi Mısırlılarının da Batı’nın bilmediği bu gerçek özgürlükleri erken bir zamanda tatmış olduğunu keşfetmemizi sağlıyor" diye yazdı.
Ahmet İnsel'in Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan yazısı
'Gerçek özgürlük nereden geçer?
Geçen yüzyılda insanlığın tanık olduğu totaliter rejimlerin önderleri, ideologları, gerçek özgürlüğün kendi yönetimleri altında halka sunulduğunu dile getirdiler. Sovyetler Birliği’nde, sadece Stalin döneminde değil, 1980’lerin ortasına kadar, gerçek özgürlüğün burjuva özgürlüklerinden farklı olduğu teması işlendi. 1970’lerin ortasında, Stalin döneminde ortalama bir Rus işçisinin, 20. yüzyıl boyunca ortalama Amerikan işçisinin sahip olmadığı bireysel özgürlüğe sahip olduğunun iddia edildiğini duydum. Bunu söyleyen yanılmıyorsam bir Fransız üniversitesinde öğretim üyesiydi.
Haziran 1940’ta Almanlara esir düşmüş Fransız subay ve askerlerinin bir kısmı kısa bir süre sonra esir kampından kaçtı. Kaçanların 186’sı SSCB’ye sığındı ve hemen hapse atıldı. Bu subaylardan biri olan Jean-Louis Crémieux-Brihac, 2004’te Fransa’da yayımlanan “Özgürlük Mahpusu” başlıklı kitabında, bir yıl süren ve sonunda kaçışla biten bu mahpusluk anılarını aktarıyor. Kendilerini sorgulayan SSCB savcısının şu özlü sözü, gerçek özgürlük nedir sorusuna verilecek ilginç yanıtlardan biri: “Biliniz ki eğer ölmek istiyorsanız ve Sovyetler Birliği ölmenizi istemiyorsa, ölemeyeceksiniz. Ama Sovyetler Birliği ölmenizi istiyorsa, siz bunu istemeseniz de öleceksiniz!”
İtalya’da 1929’da Faşist Parti’nin gençlere ve halka faşizmi öğretmek için hazırlattığı propaganda broşüründe, faşizmin önerdiği gerçek özgürlükler şöyle tanımlanıyordu: “Çalışmak, sahip olmak, Tanrı’yı kamusal alanda şereflendirmek, vatanı ve kurumları yüceltmek, kendinin ve kaderinin bilincinde olmak, güçlü bir halk olmak.” Aynı broşürde, özgürlüğün yurttaşın bir hakkı değil, bir ödevi olduğu da vurgulanıyordu.
Özellikle Almanya’da Nazi döneminde, bireysel özgürlüklerin hakiki Almanlara maddi refah anlamına geldiği teması çok işlendi. İtalya ve Almanya’da otoyollar başta olmak üzere büyük inşaat projeleri hızla hayata geçirildi. Almanya’da buna büyük bir silahlanma kampanyası eşlik etti. Mussolini 1925’te Milli Tahıl kampanyasını başlatırken, gerçek özgürlüğün iktisadi büyüme hamlesi olduğunu söylüyordu.
Şimdi bizim ülkemizde de özgürlüğün Marmaray’dan, Avrasya Tüneli’nden, Osmangazi Köprüsü’nden, inşallah yakında inşaatı bitecek dünyanın en büyük havalimanından geçtiğini öğrenince, ister istemez insanın aklına bu örnekler geliyor. Hatta eksik kaldığını, özgürlüğün milletin iftihar ve kuvvet timsali 1000 odalı bir başkanlık sarayından geçtiğini de düşünüyorsunuz. Romanya’da Çavuşesku öyle düşünüyordu.
Totaliter rejimlerde gerçek özgürlüklerin hüküm sürdüğü iddia edilirken, manen ve madden çökmekte olan kapitalist dünyanın özgürlük diye bir sorunu olmadığı da aynı sıklıkla dile getirilirdi. Bugün de Batı’nın bu dünyada özgürlük diye bir derdinin, sıkıntısının olmadığını işitmeye devam ediyoruz.
Özgürlük gerçekten insanlara insanca yaşamak olanağı sunmaktır. Ne var ki insanca yaşamanın yegâne veya başat kriteri, tünelden, köprüden geçmek, büyük havalimanından uçağa binmek midir? Elbette bunların varlığı özgürlükleri engellemez ama varlıkları özgürlükler için yeterli midir? Bir devlet başkanının “özgürlük bu değildir!” dedikten sonra verdiği özgürlük örneklerinin en önemli özellikleri cesametleri olan inşaat faaliyetleri olması, akla firavunlar dönemi Mısırlılarının da Batı’nın bilmediği bu gerçek özgürlükleri erken bir zamanda tatmış olduğunu keşfetmemizi sağlıyor.
İtiraf etmeliyiz ki, işin başka bir yanı gene de aklı kurcalıyor. Batı’nın onların özgürlüğüyle derdi ve sıkıntısı olmadığı iddia edilen “bu insanlar”, serbest iradeleriyle seçtikleri belediye başkanlarının tutuklandığı, yerlerine kayyım atanan beldelerde yaşıyorlar. Bu özgürlük kullanımını bir kenara bırakalım. Bu beldelerde yaşayanların adı geçen tünel ve köprülerin sağladığı özgürlüklerden doya doya yararlanmaları için her gün bin kilometreden daha fazla gidip gelmeleri gerekiyor. Ama bu da herhalde ikincil bir sorundur. Özgürlükler açısından en önemlisi, bu özgürlük araçlarının “bu insanlara” vatanı, devletin/partinin kurumlarını, Şef’i yüceltme özgürlüğü vesilesi vermesi değil midir?