6 Şubat Felaketi boyutları itibariyle her türlü kendini tekrar ve işi sulandırma eğilimlerini boşa çıkaracak laubaliliklere müsaade etmeyecek kadar ciddi. “Daha büyüğüne hazırız!” diyecek lüksümüz de yok. Her yeni felaket daha bir büyüyerek üzerimize düşüyor. Kaldı ki İstanbul Depremi için geri sayımın çoktan başladığı konusunda bütün engelleme ve karartmalara rağmen yeterince bilgilendirildik.
KADİR GÜRCAN
Zaman ve yer açısından tahmin edilebilen felaketlerden dolayı her on senede bir ciddi sarsılıyoruz. Şimdiye kadar hiçbirine “Biz de bunu beklemiyorduk!” mazeretimiz yok, maalesef. Bilim adamlarımızın hakkını teslim edelim; hükümetin umursamazlığına, yayın yasaklarına, bazen alaya alınıp magazin konusu yapılmalarına rağmen bilgilendirmeye ve uyarmaya devam ediyor, alınganlık göstermiyorlar. Yaşadığımız felaketlerde haklı çıkmanın uyardığı iç çöküntüyü onlara sormak lazım. Çok pahalı, çok ağır ve bedelini bütün Türkiye’nin ödediği tecrübeler...
Her zaman olduğu gibi “Depremden çıkarılacak dersler!” türünden lise seviyesi bilgileriyle vakit öldürmeyi Saray beslemelerine bırakalım. 17 Ağustos Depremi’nin yıldönümlerinde bile hatırlamayı fazla göreli uzun zaman oldu. Birlik çağırısı yapmak ayrı, orta sahada top çevirip İktidar ve Saray’a zaman kazandırmak için gerdan kırmak ayrı. Millet olarak zaten biz sürekli birlikteyiz, aramıza girenler günübirlik siyaset yapıp otoriter şehvetlerini tatmin edenler. Birlik ve beraberlik çağrısı yapacak en son adres Saray ve etrafına topladığı holigan takımı. Daha ilk saatlerden itibaren Saray’dan gelen açıklamalar hazırlıksız, vaziyetten habersiz ve daha kötüsü suçüstü yakalanmış olmanın verdiği şaşkınlık, öfke ve otorite kaybetme korkusunu aksettiriyordu. Bir hafta geçti hoyratlıkta en küçük bir değişiklik yok. Hazret o perdede takılı kaldı.
6 Şubat Felaketi boyutları itibariyle her türlü kendini tekrar ve işi sulandırma eğilimlerini boşa çıkaracak laubaliliklere müsaade etmeyecek kadar ciddi. “Daha büyüğüne hazırız!” diyecek lüksümüz de yok. Her yeni felaket daha bir büyüyerek üzerimize düşüyor. Kaldı ki İstanbul Depremi için geri sayımın çoktan başladığı konusunda bütün engelleme ve karartmalara rağmen yeterince bilgilendirildik.
Felaket sonrasında dünya ülkelerinden gelen eleman ve gıda yardımı tekliflerinden, onların Türkiye ve Türk İnsanı ile bir problemlerinin olmadığını da bir kez daha görmüş olduk. İsrail, Yunanistan gibi Saray’dan günlük tehdit ve hakaret kumanyası tahsis edilenler de yardım eden ülkeler arasında. Yardımları engelleyen, geciktiren, teknolojik imkanları kısıtlayan ve en kritik saatleri müflis kumarbaz çaresizliği ile masaya yatıranlar yine Saray ve İktidar.
Gelin ilk önce bu boş kuruntuları bir kenara bırakıp, seksen beş milyonluk bir ülke ve her an benzeri felaketleri tetikleyecek potansiyele sahip bir jeolojik kadere mecbur olduğumuzu kabullenelim. Seksen beş milyonun bir başka kara parçasına nakledilme imkanı olmadığına göre önümüzde bu coğrafyanın çilelerine göğüs germenin ötesinde fazla bir alternatif kalmıyor.
Saray ve iktidarın şapkadan tavşan çıkarma numaralarına kendini kaptıranların, “Büyük devlet, Reis, biz bize yeteriz...” maskaralık ve çığırtkanlıkları her geçen gün daha katlanılmaz oluyor. Saray, bu kez şapkadan o kadar büyük bir şey çıkaramayacağını kendisi de anladı. Ümit bağladıkları Saray, ancak üç gün sonra, yani asıl lazım olduğu süre içinde ortalarda yoktu. Yüksek ve güvenli duvarlar arkasında “Bu felaketi kimin üzerine yıkalım!” diye kimbilir ne kadar düşünmüşlerdir. Bir hafta önceki terör uyarılarını itibar meselesi yapıp dış güçlerin oyunu olarak savuşturmaya çalışan Sayın Bakan depremi uluslararası alarm boyutuna çıkardıktan sonra asıl lazım olduğu ilk yirmi dört saat içinde bir daha görünmedi. Alacağı tepkileri sezmiş olmalı ki, hala ortalarda yok.
Saray kontrolündeki iktidar şimdiye kadar eline yüzüne bulaştırdığı bütün projeler gibi en çok yatırım yaptığı ve kaynak ayırdığı kentsel dönüşüm vaadinde de dibe çakıldı. 6 Şubat felaketinden sonra, her şeye yüzyıl öncesinden başlamaları gerekecek, eğer ömürleri olursa. Dolayısıyla Yeni Yüzyıl ütopyası da gün yüzü göremeden çöpe gitti.
Son deprem coğrafik değişiklikler yapacak güçteydi. Buna rağmen Saray ve İktidarın kullandığı kaba, hoyrat, nobran ve sevimsiz üslubuna tesir edemedi. Herkesten çok vatansever, herkesten muhafazakar ve dini bütün tavırlarından vazgeçmedikleri gibi, vatandaşın feryadını bastırmak için düştükleri açmaz ağırbaşlı ve soğukkanlı olma konusunda ne kadar yetersiz olduklarını gözler önüne serdi. Kızma, öfkelenme ve hesap sorma sırasının vekillerden asıllara geçtiğini çok kötü ıskaladılar. Televizyon kameraları sizi gösteriyor ve mikrofonlar size uzatılıyorsa, bu sizin haklı olduğunuzu göstermiyor ki! Yılların birikmiş Saray ve İktidar ihmaline bir de felakete zamanında müdahale edememe gibi affedilmez suça karışmış oldunuz.
6 Şubat Depremi ile yine uyanmak istemediğimiz bir sabaha uyandık. Ne çare ki, “Bu elem tek kişinin kârı değil, gelin beraber ağlaşalım!” diye sağa sola bakışırken, insan hayatında bir kez lazım olduğunda bulunmaları gereken yerde ve vazife başında olma insiyatifi gösteremeyen aciz bir devlet, görmek istediğimiz en son şeydi. Rehavet ve şaşkınlığını ancak üç gün sonra atabilen ve vaziyeti toparlamak için enkaz arasında otoriter ve despot şehvetlerini tatmin eden bir Saray ve etrafındaki Saray Soytarıları bu son ortaoyunu ile milletin hafızasına çok kötü kazınmış oldular.
Daha geçen hafta bütün dünyaya haddini bildirmekten dem vuranlar bunlar değil miydi? Ne büyük bir utanç. Sadece Türkiye’ye değil bütün dünyaya rezil oldular...
Ağır bir felaket ile sarsılan ülkemiz insanlarının acılarını paylaşmak parçası olduğumuz o insanlara karşı boynumuzun borcu. Hadisenin merkezinde olanların tarifsiz acılarını bütün derinliği ile hissetme iddiasına bulunmaktan da hicap duyarım ama yıkıldığımızı itiraf etmeliyim. Başta bölge halkı olmak üzere, güzel ülkemin bütün insanlarına geçmiş olsun!