Bir millet mi doğuyor!

Bir topluluğun kaynaşması ve millet haline gelebilmesi için sadece iyi günlerde beraber olması yeterli değildir. Çilede, elemde ve tasada da beraber olmak gerekir. İyi gün dostlarıyla biraz mesafe kat etmemiz mümkün olsa da daha sonra ayak bağı olurlar. Bu nedenle dostluğun ölçüsü kara günlerde de beraber olabilmektir. Çünkü, zor günlerde ortaya koyacağımız beraberlikle, yardımlaşmayla ve dayanışmayla toplumsal kimliğimizin çizgileri ancak belirgin hale gelebilir.
HÜSEYİN ODABAŞI

Bir topluluğun kaynaşması ve millet haline gelebilmesi için sadece iyi günlerde beraber olması yeterli değildir. Çilede, elemde ve tasada da beraber olmak gerekir. İyi gün dostlarıyla biraz mesafe kat etmemiz mümkün olsa da daha sonra ayak bağı olurlar. Bu nedenle dostluğun ölçüsü kara günlerde de beraber olabilmektir. Çünkü, zor günlerde ortaya koyacağımız beraberlikle, yardımlaşmayla ve dayanışmayla toplumsal kimliğimizin çizgileri ancak belirgin hale gelebilir.      

Hani zamanın Sultanı, Hacı Bayram Veli Hazretlerine harpten ve askerlikten muaf tutulan müritlerinin sayısını sormuş ya! O da müritlerini imtihan etmiş tabi. Kurduğu çadırına müritlerini çağırmış. Bir kadın ve bir erkek ancak çadıra girmiş. Çünkü Hazret, çadırda kestirdiği hayvanların kanını akıtmış. Çadıra giren müritlerinin boynunu kesiyor zannıyla bir buçuk müridinden başka kimse çadırın içine girmeye cesaret de edememiş. Bu bakımdan akıllı idareciler iyi gün dostlarına sırt çevirmese de kara gün dostlarını asla unutmaz ve iyi günler gelip çattığında da onlarla iş yapmayı, yol yürümeyi diğerlerine tercih ederler. 

Bugün Türkiye'de hizmet hareketi kara günlerini yaşıyor. Hukukla alakası olmayan  “İrtibat ve iltisak” ateşten bir kor oldu. İnsan fıtratı gereği korunma iç güdüsüne uyarak bu ateşin ve belanın kendisine değip mahvetmemesi için her hizmet insanı, tedbir yapmak zorunda kaldı, saklandı, gizlendi. Bazıları da manevi olan bu irtibat zincirinden ayrıldı; görmedim bilmedim modunu tercih etti. Fakat istihbarat tarafından tertip edilen fişlemeler ise bu iltisak ve irtibatın kopmasına asla müsaade etmedi. Mahkemelerde, evraklarda zalim bir el tarafından Gülenist olduğumuz bir kere daha tespit edildi ve tescillendi, kayıtlara girdi. Gülenist olduğumuz, kanun hükmünde kararnameler çıkartan devletin eliyle zabıtlara geçti. Evlatlarımız, evlatlarımızın evlatları artık bu mübarek damga ile şimdiden damgalanmış oldular. Yani Gülenistler ve Gülenistlerin soyundan gelenler artık diğer Türk milletinin içinde ayrı bir boy, ayrı bir ırk haline geldi, daha da gelecekler. Gidişat bunu gösteriyor. 

Sosyolojik olarak da bir millet içinde cemaat halinde varlığınızı devam ettirebilmeniz için farkınızın fark edilmesi ve tespit edilmesi gerekirdi. Kara günlerde başımıza gelen sıkıntılar ise gerçek karakterimizle ortaya çıkıp fark edilmemizi sağlar. Kara günlerde kimliğimiz kalın çizgilerini oluşturan bu farklar millet olmanın da temeli ve sosyolojik manada bir esasıdır. Son yedi seneden beri Türkiye'de sanki Kuran’da haber verilen ve hadislere göre de işlevi beraber yaşayan iyilerle kötüleri damgalayarak birbirinden ayrıştıran  Dabbet’ü’l Arz olayı yaşandı, yaşanıyor. (Tirmizî, Tefsîr, 27/3187) Zuhur eden zulümlerle yaşanan yanlış taraftarlık neticesinde taklidi imana dayalı orta direk mü’minlik ve Müslümanlık neredeyse kayboldu.  İmanı ve ahlakı adına hapishane yolunu tutabilen çok iyiler; buna sebep olan zalimlerle bir türlü beraber olan çok kötüler...

Bela ve musibet istenmez ve onun üzerinden güzellemeler yapılmaz fakat Rabbimizin “Hakîm” isminin gereği olarak “her olanda hayır vardır” denir.  Çünkü, hayır Allah’ın seçtiklerindedir: “Elhayru fi mahtara hullah.”  Osmanlı Devlet’ini yok ettiği için şer gibi görünen Birinci Dünya Savaşı’nın hikmetini Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri bizim manevi kimliğimizin korunmasına bağlamıştır. Çünkü savaşlar sebebiyle Avrupa’nın zalim cebbar yüzünü görüp de onlardan nefret etmez ve kendimize gelmeseydik bizdeki Avrupa hayranlığı tamamen asimile olmamıza sebep olabilirdi. Yediğimiz tokatlarla hayranlığımız kırıldı ve kendimize geldik. (Tarihçe- i Hayat, Rüyada Bir Hitabe)  

Aynen bunun gibi son yaşadığımız darbe süreçleri içerisinde zalim siyasi şeytanların eliyle tokatlar yemeseydik onları beğenme ve onlar gibi olmaya özenerek asimile olma ihtimalimiz vardı (Allah u alem). Onlarla daha fazla beraberlik erimemize sebep olabilirdi. Onlardan gördüğümüz kötü muamelelerle onların bizden; bizim de onlardan çok farklı olduğumuzu yaşayarak öğrendik. Fark ve ayrılma kimliğin oluşmasında en önemli aşamadır.  Çocuklarımızın ergenlik farkı olmasaydı kendi kimliklerini bulmaları mümkün olmazdı. 

Çok uzun zaman önce Makedonya'da bir dostuma, Hocamızın namaz sohbetlerini içeren kasetlerinden götürmüştüm. O da; “İyi oldu Hocam bunu anneme vereyim de dinler, çok iyi olur” dedi. Ben de; “Kardeşim bunu ben sana, dinlemen için getirdim. Annen dinlesin diye getirmedim.” dedim. “Namaz kılıyor musun?” diye sorunca; “yok” dedi. Ve “Aslında doğru söylüyorsun Hocam” dedi. Başladı bir Makedon ortağı ile yaşadığı bir anısını anlatmaya: Bir gün Hristiyan Makedon dostu ona demiş ki: “Ben seni diğer Müslümanlardan daha çok seviyorum. O da hayret edip nedenini sormuş: “Çünkü sen demiş diğer Müslümanlara değil bize benziyorsun. Onlar namaza gidiyor sen cumaya dahi gitmedin. Biz ne yiyorsak onu yiyorsun. Diğer Müslümanlar senin gibi mi? Onun için sen bi başkasın, tam bizim gibisin. Diğer Müslümanlardan nefret ediyorum ama seni seviyorum.” Bu dostum bana dedi ki: “Her lafa cevap verip altında kalmayan ben Makedon ortağıma ne diyeceğimi şaşırdım. Sustum.”  Ben de dedim ki: “Mübarek adama ne diyeceksin. Bir doğruyu Allah Makedon’un ağzıyla sana söyletmiş, daha ne! Al bu kasetleri dinle de Hristiyanlardan farklı olduğun belli olsun!” dedim.

Dünyada Gülenist olarak tescillendik

Türkiye'de ateşten bir kor olan irtibat ve iltisak, göç ederek Avrupa devletlerine ulaştığımızda hayatta kalma garantimiz oldu. Hizmetle uzaktan veya yakından alakası olan herkes iltica imkanlarından faydalanabilmek için Gülenist olduklarını veya hizmet insanı olduklarını ispat etmek için deliller topladılar dosyalar oluşturdular. Bunu kendi elimizle severek ve isteyerek yaptık. Ve hepimiz bulunduğumuz devletin kayıtlarına onların tabiriyle “Gülenist” bizim tabirimizle “Hizmet İnsanı” olarak geçtik. Bu devletlerin nazarında artık yedi sülalemiz  “Gülenist” olarak tescillendi. Yani hem Türkiye'de biz istemediğimiz halde hem de Türkiye'nin dışındaki devletlerde mecburen kayıtlara Gülenist olarak geçtik. Dostlarımızın ve düşmanlarımızın da tasdikiyle kendimize ait bir kimliğimiz oluştu ve dünya kamuoyuna bu kimliğimizi deklere ettik. Türk milletindeniz fakat Türk milleti gibi de olmadığımızı cihan- ı alem anladı öğrendi, tasdik etti artık.

Bu yaşananlar bu bakımdan bir doğum sancısıydı. Biz bir anneden doğarız fakat annemizin aynısı ve benzeri değilizdir. Yeni doğan her yavrunun ayrı bir kimliği farklı bir karakteri olacaktır. Doğum da yaşanan doğum sancıları da bunun içindir. Biz Anadolu medeniyetindeniz fakat bu risale -i nur havzasında Türkiye'de ve dünyada tüm bu yaşananların sonucu olarak yeni bir ırk, taze bir millet veya kavim haline geliyoruz.  Bu kolay bir ayrışma değildir. Çünkü Sosyolog Korku Tuna’nın de belirttiği gibi Türkiye’de biz, “Sınıfsız, kaynaşmış bir kitleydik.”(Yeniden Sosyoloji, 114) Fakat bu; azınlıkları, farkları, hakları, sınıfları ve zenginlikleri yok eden dolaysıyla ciğerimizi yakan bir birliktelikti maalesef! Evet şu garip tecelliye bakın ki her farkı, sınıfı, azınlıkları Türk kimliği altında adaletsizliğe dayanan bir baskıyla, zulümlerle tek tip bir insana dönüştürmeye çalışan Türkiye devleti ideolojisi, bizim erimemize, asimilemize, unutulmamıza müsaade etmeyerek; farkımızı karakterimizi bir millet oluşturacak şekilde kayırlara geçirdi.
Gelecek bizimdir.
Her hüküm Allah’ındır!
 
08 Mart 2022 16:16
DİĞER HABERLER