Dünya tarihinin hemen her sayfasında kibri ile yıkılmam diye caka satanların enkazları yer alır. Her paragrafında gücünden emin olanların hâk ile yeksan oluşları göze çarpar.
Mısır’ın güçlü Firavun’u II. Ramses doğan binlerce erkek çocuğunu öldürterek Hz. Musa’nın gelişine engel olacağını hayal etmişti. Doğacak her erkek çocuk ‘Hz. Musa’ olabilecek ‘makul şüpheli’ydi. Öldürülmeliydi. Ama Hz Musa onun sarayında boy attı gelişti. Firavun, olanları kabullenemedi. Hz. Musa’ya inanan o dönemin sihirbazları ve entelektüellerini tutuklattı. Vahşice öldürttü. Böylece iman edenlerin kökünü kazıyacağını zannediyordu. Ama müminler katlanarak çoğaldı.
Gün geldi toptan imha etmek için Hz. Musa ve İsrailoğulları’nın peşine düştü. Günlerce takipten sonra uzaktan Kızıldeniz’i görünce vezirine dönüp sevinçle ‘İşte şimdi işlerini bitirdim’ diye seslendi. Müminler için sebepler tamamen tükenmişti. Firavun ya hepsini kılıçtan geçirecek veya onları Kızıldeniz’ın iştahla kabaran dalgalarında boğacaktı. İsrailoğullarından Hz. Musa’nın peşine takılmakla yanlış yaptıklarını düşünmeye başlayanlar bile olmuştu. İmtihan çok ağırdı. Firavun işlerini bitirmeye az kalmıştı ki kendisinin işi bitti. Kızıldeniz, müminler için ikiye yarılıp yol oldu ama ardından gelen Firavun’un ordusunu bütünüyle yuttu. Firavun’un cesedi ise Kur’an’ın işaret ettiği gibi tüm Firavunlara ibret için binlerce yıl sonrasına geldi.
İHLASLA ATILAN MİNİK TAŞ
Kur’an’da Calut, Eski Ahit’teki adıyla Golyat iki metreyi aşkın boyuyla dev bir savaşçıydı. Amâlika ordusunun efsanevi komutanıydı. Tunç başlığı, vücudunu kaplayan pullu zırh, baldırlarında metal kalkanlarla korunuyordu. Omuzları arasında tunç kargı ve elinde ihtişamlı mızrağı ile görenlere korku salıyordu. Tüm heybetiyle ordusunun başında duruyor, Talut ve ordusunu bekliyordu.
40 gün bekleyişten sonra nehrin bu yanına geçen ‘imtihanları aşmış’, neredeyse bir avuç kalmış Talut ve ordusunu görünce azlıkları karşısında kahkahalara boğulmuştu. Kendinden çok emindi. ‘Talut ve ordusunu tek başıma bile dağıtabilirim’ diye düşünüyordu. Her iki ordu mübarizlerini öne sürdü.
Hz. Davut Aleyhisselam, Talut ordusunda mütevazi bir neferdi. Mübarezede denklik yoktu. ‘Bismillah’ diyerek sapanına minik bir taş yerleştirdi. Taş havada yol alırken Calut hala müstehzi bakışlarla kahkaha atıyordu. Tunç başlığın aralığından alnına isabet eden taşla o koca dev önce sarsıldı. Sonra dev bir heykel gibi hareketsiz yere kapaklandı. Az önce attığı kahkahaların yankısı Boysan vadisinde hala çınlıyordu. Sonrasında Calut’un varlığıyla kaim güçlü ordusu çil yavrusu gibi dağıldı.
Bunun için ihlasla sapana konan minik bir taş kafi gelmişti.
KABE’YE HASEDİN BEDELİ
Yemen Valisi Ebrehe, San’a’daki muhteşem sarayının verandasında öfke nöbetlerine tutulmuştu. Sarayının karşısına yaptırdığı ‘göğe eren’ muazzam mabede arap hacılar gelmiyordu. Çatlamak üzereydi. Kararını verdi. ‘Kâbe’nin taşlarını tek tek söküp, yerle bir edeceğim.’ diye ahdetti.
İçinde dev fillerin de olduğu altmış bin kişilik büyük bir ordu ile Kâbe’yi yıkmak için yola düştü. On bin nüfuslu Mekke’nin kendisine mukavemet etmeyeceğinden emindi. Ki edemezdi zaten.
Tam kazandıklarını düşündükleri sırada Ebabil kuşlarının gökten yağdırdığı balçıktan taşlarla helak oldular. Ebrehe, vücudu pul pul dökülürken öfkesinden kuduruyordu. Gözleri hala hasetle Kabe’ye takılmış ve gözü açık gitmişti.
AKBABALAR NİYE HALA UÇUYOR?
Kaderin binlerce sillesinden üç numune… İnsanların hayal gücü, kaderin senaryo mantığını çözemez. Cenab-ı Hak murad etmişse, rububiyetiyle, terbiye ediciliğiyle kişisel ve cemaat planında ruh heykelimizi yontup geleceğe hazırlar. Hikmet, içiçe mütedahil dairelerde tecelli eder. Allah, milyonlarca insanı, milyonlarca farklı hâdise ile terbiye der. Sabır lazım.
Dünya bir imtihandır. Her imtihanda kolay sorular ve zor sorular vardır. Bu süreç, Hizmet’in ve her hizmet erinin en zor sorusuyla çıkageldi. Ayıklanma ve elenme henüz bitmedi. Allah hiç kimseye taşıyamayacağı ve kaldıramayacağı “soru” sormaz. Zayıflığımızla altından kalkmayacağımız bazı “soru”lar bir başkasına sorulurken onlar adına kadere taş atmak yanlıştır.
‘SORU’LARI SORGULAMAK…
Bu nedenle de “soru” ları sorgularken kaybedenler de olacak. Ümidini kaybedenlerin, şüpheye düşenlerin ve sendeleyenlerin ortak özelliği salih amellerle yeterince takviye etmedikleri imanlarındaki zafiyettir. Bu da “salih amel”sizlikle kaybedilecek bir başka “soru”dur. “Ümit her şeyden evvel bir inanç işidir. İnanan insan ümitlidir ve ümidi de inancı nisbetindedir”
Firavunlara ve akıbetlerine kafaya takmak da kaybettirebilecek bir ‘soru’dur. Aslında her Firavun’un bir sineklik canı vardır. Allah, kudretiyle bir sinekle bin Firavun’u da yıkabilir. Yeter ki vakti gelsin, yeter ki istesin. Bir serçe ile binlerce akbabayı yere sermek kudretinden sual bile edilmez. Ama kaderin mantığını çözemeyince ‘Akbabalar niye hala uçuşuyor, neden leş kargaları tepemizde’ deriz. Bunu demek, kadere taş atmaktır. Ve ‘Kadere taş atan başını örse vurur kırar.’
Adet-i ilahinin rububiyet formüllerine saygılı kalmak, simyanın katalizörlerine hürmet etmek, süren reaksiyonları hayret makamında sabırla seyretmek gerekir.
“Elhamdulillahi ala külli hal, sive’l-küfri ve’d-dalal” (Küfür ve dalalet hariç, her halden dolayı Allahü tealaya hamd olsun) deyip şükretmek Allah’ın rızasını celbeden en nazenin davetiyedir. Ve bu teslimiyet Rıza kapısının en sihirli anahtarıdır.
Veysel Ayhan / TR724.com