On yıl geçti, kendisini dinleyememiştik. “Nerelerde acaba?” diye sormayı bile unutmuşken dün haberi ulaştı: Hasan Mutlucan vefat etmiş. Kahramanlık türkülerinin unutulmaz icracısıydı; bas-bariton sesiyle türkülere eşlik ederken tüylerimiz diken diken olurdu. Kimse o türküleri onun kadar hakkını vererek söyleyemedi, söyleyemeyecek...
Gençler şaşırmayın; hayatını kaybeden türkücülerin arkasından ağıt yakılmadığını ben de biliyorum. Vaktiyle gönüller çelmiş bir kadın, fetihleriyle öne çıkmış bir erkek değilse, sanatçılar sessiz-sedasız göçer bizde. Şimdiye kadar herhangi bir türkücünün ardından gözyaşı döktüğümü, hislerimi okurla paylaştığımı hatırlamıyorum...
Hasan Mutlucan başkaydı, bundan dolayı şaşırmayın gençler... Televizyon-öncesi dönemde kulaklarımıza “Yine de şahlanıyor, aman...” diyen sesi çalındığında türkünün sürmesini değil, bir an önce bitmesini beklerdik... Sonra siyah/beyaz televizyon çıktı; onu kısa donlu efe kıyafeti içerisinde aynı türküleri söylerken izledik; yüreğimizde hep aynı haklı endişeyle... Cirminden güçlü sesi, sesinden âlâ boyu-bosu olan, renkli ekranlara da sığmayan bir adamdı.
Endişemiz başka yöndendi.
Türkiye’de yaşayanlar Hasan Mutlucan’ın sesini duyduğu günlerin sabahlarında birbirlerini “Darbe oldu galiba bey” veya “Oğlum hayrola, uykum kaçtı, televizyonu açtım, karşımda Hasan Mutlucan” diye uyandırırdı.
Nerede kendisini dinlemişse dinlemiş, bir darbeci, ihtilâl bildirisini okumadan önce radyoevi çalışanlarından onun türkülerini ardı ardına çalmalarını emretmişti. Darbelerin başlara ne işler açtığını hepimiz biliyoruz da, ‘darbelere sesiyle replik veren sanatçı’ olmanın çilesinin ne demek olduğunu yalnızca o biliyor...
Biliyordu... Yüreğimizi hoplatan adamı kaybettik...
Ölümü ilginç bir döneme denk geliyor. Türkiye yakın zamanlara kadar ‘Hasan Mutlucan’ın sesiyle uyanılacak’ bir ülke görüntüsündeydi. Üç doğrudan darbe (1960, 1971, 1980), bir ‘post-modern’ (1997) derken, iş ‘sanal müdahale’ye (2007) kadar varmıştı. 2002 ve sonrasında kaç ‘halka Hasan Mutlucan dinletme’ niyeti ve girişimi olmuştur, kimbilir... Wikileaks belgelerinden, ülkemizde ABD’yi temsil eden diplomatların 2010 yılı mart ayına kadar, “Bakalım askerlerin tepkileri hangi noktaya varacak?” merakını Washington’daki âmirlerine ilettikleri anlaşılıyor.
Şimdi de uzak-yakın yerlerde birileri “Hükümet çok güçlü, gücünü törpülemek için parti içine nifak salma, içlerinden kendi rakiplerini çıkarma zamanı geldi” diye düşünüyor ve kumpas arayışına girmişlerse hiç şaşırmam.
Şaşırma duygumu yitirdiğimden değil, “Su uyur nifakçı uyumaz” özdeyişine inandığımdan... Dışarıda Türkiye’yi en fazla sever görünen ile içeride bu ülkeden ve güzel insanlarından yararlanarak bitleri kanlanmış olanlara kadar nice kişi, örgüt ve devletin Hasan Mutlucan’lı günler beklentisinde oldukları çok belli.
Gafil davranıp “Neden?” diye soranınız çıkarsa cevabım hazır: “Sonunda BMW’ye de bindiğiniz için...”
Ülkemiz gelişiyor, değişiyor, büyüyor ve bundan en fazla on yılda bir ‘Hasan Mutlucan dinleme’ arzuları depreşenler yararlanıyor. BMW’lerine BMW’ler, Mercedes’lerine Mercedes’ler ekleyen, yalılarda oturan, başka ülkelerde kapanmak zorunda kalmış mücevherat markalarını Türkiye’ye koşturanlar...
Hasan Mutlucan öldü. Allah rahmet eylesin.