Bitkinin azim ve kararlılığı

Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan'ın yeni köşe yazısı 'Bitkinin azim ve kararlılığı' başlğını taşıyor.
Tıp Fakültesi öğrencisi iken, İzmir’deki Fransız Kültür Merkezi aracılığıyla yaz mevsiminde staj için Fransa’nın bir şehrindeki hastaneye gitmiştim. Bu benim ilk yurtdışına çıkışımdı. Hafta içinde hastanede bir klinikte staj yapıyordum. Hafta sonları da Fransız arkadaşlarla o şehirdeki değişik yerleri ziyaret ediyorduk.

 

Hafta sonu, arkadaşımın tanıdığı bir hastayı ziyarete gittik. 30-35 yaşlarında bir kadın, trafik kazasından sonra ciddi yaralanmış ve hemen hemen bütün organları cihazlara bağlanmıştı. Elleri, ayakları, boynu hareket edemiyordu. Sadece dili hareket edebiliyordu ve konuşabiliyordu. Ağzının içine küçük bir pipet konulmuştu. Diliyle bu pipeti hareket ettirince kapı zili çalıyordu ve evde bulunanlardan biri gelip onun isteklerini yerine getiriyordu. Konuşması normaldi.

 
Ben; “Şikâyetiniz var mı?“ diye sordum. Gözlerinin içi gülerek ‘’hiçbir şikayetim yok, Rabbime şükrediyorum, kadere inanıyorum, bunlar benim başıma gelecekmiş, Allahın bir kulu olarak sabretmek benim görevim. İlk günden itibaren kendimi bu şekilde düşünmeye ve davranmaya alıştırdım, şikâyet etmedim, şimdi de etmiyorum, bundan sonra hiç etmeyeceğim“ demişti.

 Ben de kendisini çok takdir etmiştim. Türkiye ile ilgili bir çok soru sordu, o konuları konuştuk. Sonra yanından ayrıldık.

 

Şu anda bulunduğum şehirde, kendisi Tıp Profesörü ve yaşça benden büyük olan bir profesörle tanıştım. Avrupa’da Tıp Fakültesini birincilikle bitirmiş ve burs kazanarak Teksas Baylor Tıp Fakültesinde ihtisasını yapmış, halen de bir üniversitenin Tıp Fakültesinde öğretim üyeliğine devam ediyor. Şimdi 87 yaşında olan bu hocanın, doğuştan bir gözü hiç görmüyormuş. Tek gözle Tıp Fakültesini bitirip, ihtisasını yapıp şimdiye kadar mesleğini de devam ettirmiş. Sadece Tıp sahasında değil, sosyal bilimler sahasında da bir çok kitap ve makale yazmış. Şu anda halen aktif bir şekilde hayatına devam ediyor. Türkçe dahil,13 dil biliyor.

 Maalesef sağlam olan gözünde de rahatsızlıklar başlamış ve ancak yüzde 5-10 arasında görebiliyor. Hiç şikayet ettiğini duymadım. Kadere inancını dile getiriyor. Son zamanlarda özellikle gece araba kullanmada zorlandığını söylüyor. Gerek kendi sahası ile ilgili, gerekse sosyal sahalardaki hemen hemen her aktiviteye katılmaya çalışıyor, yurt dışı toplantılara gidiyor, her türlü sosyal aktivitelerini devam ettiriyor.

 

Saksıda gördüğüm bitkinin esas gövdesi saksının bir kenarından dışarıya taşmış, taşan kısımlardan da uzun dallar çıkmış ve dalların ucunda da çiçekler açmıştı. Bitki, bir yandan hayatiyetini devam ettiriyor, bir diğer yandan da kendisine ait çiçekler verip, onların güzelliğini başkalarıyla paylaşıyordu. Kendisinin canlılığı da, kendisine has çiçeklerin güzelliği de aynen devam ediyordu.

 

Türkiye’deki son durumlardan dolayı ülkesinden ayrılmak zorunda kalıp Avrupa’ya gelen bir avukatla tanıştım. Kendisinin doğuştan gözlerindeki bir rahatsızlıktan dolayı her iki gözüyle de ancak yüzde üç veya beş oranında bir görmesi vardı. Büyük numaralı büyüteçlerle ilkokul, ortaokul ve liseyi bitirmişti. Daha sonra da Hukuk Fakültesini bitirerek avukat olmuştu. Bu durumundan dolayı hiç şikayet etmiyor, geleceğe bakıyor ve yapabileceği işleri yapmaya gayret ediyordu. Türkiye’de iken avukatlık yapmaya başlamıştı.

 

Avrupa’da bir kültür Merkezi’nde kendisiyle tanıştım. Beni tanıdığını, makalelerimi ve kitaplarımı okuduğunu söyledi. Görme durumunu da anlatınca, ben hayran kalmıştım bu arkadaşımızın gayretine, moraline. Kadere inanan bir insan olarak; “tabii ki kaderime razıyım, şikayetçi değilim, Rabbime şükrediyorum, ne gelirse O’ndan diyorum ve hayatıma devam ediyorum” demişti.

 

Türkiye’deki hukuk, adalet, insan hakları gibi her konudaki ihlallerden dolayı o da gözaltına alınıp hakim karşısına çıkarılmış. Hakim; “senin darbedeki fonksiyonun neydi?“ diye sorunca o da; “keskin nişancıydım efendim” demiş. Hâkim; “benimle dalga geçme“ demiş. Bu arkadaşımız da hakime;“ama önce siz başlattınız efendim“deyince, hakim de onu salıvermiş. O da bir yol bulup Avrupa’ya gelmiş ve hayatını orada devam ettiriyordu.

 

Fethullah Gülen hocaefendi, vaaz, sohbet, konferans ve  makalelerinde sık sık insanın, hangi konumda olursa olsun o konumunun gereğini yerine getirmesi, hakkını vermesi, bunun için gayret etmesi gerektiğini söyler ve yazardı.

Bu konunun öneminden dolayı; “konum haini olmamaya gayret edin“derdi.

 

Aslında buradaki prensip, her insan için, her zaman ve her yerde, insanın içinde bulunduğu her çeşit konumun hakkını vermesi anlamına geliyor. Burada sözü edilen konum, onun sadece insanın içinde bulunduğu statüsü, eğitimi, mali durumu değildir. Bunlarla birlikte, Allah’ın insana verdiği her türlü maddi manevi zenginlik yanında ,konuşma, yazma, gülümseme, ziyaret etme gibi insani bütün imkanları, yine onun rızası istikametinde kullanarak, insanlara yardımcı olma, elindeki her şeyi insanlarla uygun usul ve üslupla paylaşma, bunların karşılığında onlardan asla hiçbir beklenti içine girmeme gibi ucu açık, zamanın ve mekânın dilini bilip konuşma ve gayret etme gibi durumları da içine almaktadır.

         Kendisi gençliğinde Antalya’nın Akseki kazasının bir köyünden, çalışmak üzere İstanbul’a gelir. Değişik işlerde çalışarak tecrübe kazanır. Allahın kendisine verdiği kabiliyetle zaman içinde zengin olur. Daha sonra bir vesileyle Fethullah Gülen hoca efendiyi ve hizmet hareketini tanır. O günden itibaren de, o güne kadar kazandıklarının büyük bir kısmını başta İstanbul’da olmak üzere hizmete ait eğitim müesseseleri yaparak harcar. Çamlıca’da yine hizmete ait büyük bir cami külliyesi yapar.

 

Bu külliyenin içinde, cami, yurt, kurs merkezleri, kütüphane, toplantı salonları gibi çok maksatlı alanlar inşa eder. Bir yandan da Fethullah Gülen hocaefendi ile yakın ilişki içindedir. Düzenli olarak onun sohbetlerini, konferanslarını, vaazlarını dinler. Fethullah Gülen hocaefendi İstanbul’da iken kaldığı yerde sık sık onu ziyaret eder. Birlikte hacca da giderler.

 

Güney Afrikalıların “oncle Ali” yani “Ali amca” diye hitap ettikleri Hacı Ali Kervancı adındaki bu abimiz, dünyanın önemli yerlerinden birinde İstanbul’da yapmış olduğu bu büyük külliyenin benzerini yapmak ister. Fethullah Gülen hocaefendi’ye bu fikrini arz edince, o da bu külliyeyi Güney Afrika ,Johannesburg‘da yapmasını tavsiye eder. Kervancı abi,derhal bu ülkeye gider. O zaman hayatta olan Mandela‘ya bu fikrini açar. O da bu projeden son derece memnun olur. Benim de şahit olduğum gibi, bu külliye bitinceye kadar gece gündüz inşaat alanında bulunur, çalışır, inşaat alanının kenarındaki bir konteynerde yatar,kalkar. Bir grup misafirle biz de onu bu konteynerde kalırken ziyaret etmiştik.

 

Daha sonra bu külliye ve kampüs bitirilir. Kampüsün içinde, büyük bir cami, konferans salonları, poliklinik, kafeterya, alışveriş merkezleri, okul ve mezarlık da vardır.

 

Kendisi hayatının son günlerini bu külliyeye yakın bir yerde kaldığı evde geçirir. Her gün de külliyeye düzenli gelir. Güney Afrika’da bulunan neredeyse bütün herkesin ama başta Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar gibi önemli insanlar olmak üzere herkesin  “ Ali amcası,(oncle Ali’si)” olur.

 

Bu şehirde vefat eder ve bu kampüsün mezarlığına defnedilir. Zaten eşi de daha önce vefat etmiş ve bu mezarlığa defnedilmiştir. Mezarları da yan yanadır.

Bu durum her insanın hayatı boyunca, değişik safhalarda ve değişik şartlarda elinde ve içinde bulunduğu her imkanı, bu çerçevelerde kullanma istek, düşünce, gayret ve pratiğe geçirme şeklinde algılanmalıdır. İşte bu durumda insan ancak  gerçek konumunun değerini vermiş ve konum haini olmadan kurtulmuş olur.

 

Fransız hasta, içinde bulunduğu bu durumdan dolayı durmadan şikâyet edebilirdi, etrafındakileri bıktırabilirdi. Böylece hem kendi hem de etrafındakiler mutsuz bir durumda olurlardı. Ama o, bu seçeneği değil de esas olması gereken düşünce ve hareket tarzını seçmişti. Etrafındaki insanlar da ona seve seve hizmet ediyorlardı. O da hem bir yandan, kendisi mutlu oluyor, diğer bir yandan da ziyarete gelen bizim gibi başka insanlara güzel bir örnek oluyordu.

 

Bir gözü hiç görmeyen, diğer gözü ile de zorluklar çeken profesörü de bir günden bir güne hayatından şikâyet eder şekilde görmedim. Tam tersine, herkese moral ve motivasyon veren bir kişi olarak tanıdım. Halen de öyle olmaya devam ediyor ve herkese çok güzel bir örnek oluyor.

 

Saksıdaki çiçek de kendisini saksıya yerleştirenlerin hatasından dolayı ‘’saksının yan tarafında bırakıldım, dolayısıyla çiçek de vermesem olur “demeden, kendi konumu çiçek vermek ise, o da o konumun hakkını vererek, çiçeğini veriyor, düştüğü o duruma takılmadan vazifesini yapmaya devam ediyor. Böylece, sözle değil ama, davranışı ile bize mükemmel bir örnek oluyor.

 

Keza çok zor gören avukat da “benim zaten gözlerim görmüyor, hayatımı bir kötürüm olarak devam ettirme durumuna düştüm, artık benden bir şey olmaz” dememiş, gayret etmiş, Allah’ın kendisine verdiği bütün imkanları kullanarak, okullarını bitirmiş ve mesleğini icra etmeye başlamış.

 O da yine sözle değil ama davranışlarıyla bize; “ben de konumumun gereğini yerine getirmeye gayret ediyorum, çalışıyorum, konum haini olmamaya dikkat ediyorum“ demese de yaptığı pratikle bunları demiş oluyordu.

Hacı Ali Kervancı abinin, hayat hikayesi de farklı bir kulvarda cereyan etmiştir. Allahın kendisine verdiği imkanları, yine onun rızasını kazanmak için harcamış ve kullanmıştır.

Allahın kendisine bahşettiği konumu en güzel şekilde değerlendirmeye gayret etmiştir. Burada da bizim alacağımız ve almamız gereken ders, Allahın her insana vermiş olduğu, gerek maddi, gerekse manevi her türlü özelliği, güzelliği, konumu yine onun rızasını kazanma istikametinde kullanarak,Fethullah Gülen hocaefendinin sık sık hatırlattığı“konum haini olmama” modunu kazanmak gerekir.

         Gelin hep birlikte kendimize yeniden bir çekidüzen verelim. Hayatımızı yeniden gözden geçirelim. Allah’ın bize lütfettiği önemli, önemsiz ve küçük gibi görünen her türlü kabiliyetimizi ve imkanımızı, yine Rabbimizin rızasını kazanma istikametinde kullanmaya gayret edelim. Eğer yeniden kendimizi keşfetmeye gayret edersek, kim bilir daha nice yapmamız gereken, paylaşmamız gereken, o konumun gereğini yerine getirmemiz gereken özellik ve güzelliklerimizi bulabileceğiz. Sonra da bunları, son noktasına kadar Allah’ın rızasını kazanma istikametinde kullanabilirsek, konumumuzun hakkını vermiş ve konum haini olmaktan kurtularak bize vadedilen cennetleri kazanmış olacağız.

 

Çünkü öbür alemde bunların hepsi tek tek bize sorulacak, önümüze konulacak. Bize verilen kabiliyetlerle ve imkanlarla neleri nasıl yapabilirdik sorularının cevapları da orada gösterilecek.

 

Bu geçici dünyadaki hayatın bitişi olan ölümle ilgili ne zaman gösterileceği belli olmayan kırmızı kartın, her an gösterilebileceği şuurunda olarak, bu imtihan ve bu yarış bitmeden, iman, ümit, azim, kararlılık ve sabırla yeniden, neticeleri sonsuz alemi kazanmayı netice verecek bir muhasebeye ne dersiniz?
21 Mayıs 2025 13:49
DİĞER HABERLER