''Türkiye’nin Balkan ülkelerini kapsayan son genişleme zirvesine davet edilmemesi, Havuz Medyasının “Varna Zirvesi” dediği buluşma ile idare edilmesi, Brüksel trenin artık peronda olmadığını söyleyen önemli bir mesajdı.''
Ali Yurttagül / Ahvalnews.com
Üç yıl aradan sonra Avrupa Birliği (AB) sürecini koordine etmek için kurulan “Reform Eylem Gurubu” toplanmış. Adalet Bakanı Gül, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak, ve İçişleri Bakanı Soylu’dan oluşan “Gurup” AB ile ilişkiler ve “reformları” ele almış.
Gazeteciler sorma cesaretini gösteremediği için olacak, “Gurubun” üç yıldır neden toplanmadığını bilmiyoruz. Her halde gerek yoktu.
Daha doğrusu Obama’dan kurtulup Trump ile yakın ilişki rüyası görüyor, Avrupa’ya haddini bildirmeyi düşünüyorlardı. Hollanda ile kavga, Almanya’yı Nazi metodu uygulamakla suçlayan, “Türkiye düşmanı” ilan eden, Bayan Merkel’i Hitler bıyığı ile manşete taşıyan Havuz Medyası manşetleri geçen Eylül ayındaydı.
Yani bir yıl bile olmadı. Evdeki hesap çarsıda sürprizlerle dolu çıkınca, üç yıldır unuttukları AB ve “Gurup Toplantısı” akıllarına gelmiş olacak.
Toplantı fikri, yani inisiyatif Maliye Bakanı Albayrak’tan gelmiş olsa gerek. Paris, Berlin gibi başkentlerle dibe vuran TL krizi ile boğuşan Maliye Bakanı Albayrak’a bu tür bir adım, “reform” kelimesi fısıldanmış olacak ki, “Grup Toplantısı” akıllarına geldi.
Adalet Bakanı veya İçişleri Bakanının, temel insan hakları, özgürlük, hukuk devleti gibi terimleri “reform” kelimesi ile ilişkilendirdiğini hiç duydunuz mu son yıllarda? Türkiye’de Avrupa’dan daha ileri bir demokrasi olduğunu söylemiyor mu Cumhurbaşkanımız?
Havuz Medyasının köşelerinde en çok dile getirilen terimlerin, “kuvvetler ayrılığı”, “hukuk devleti” gibi terimler olması tesadüf değil. Çünkü onlarda farkında, Türkiye artık hukuk devleti değil. Kuvvetler ayrılığı askıya alınmış durumda. Demokrasinin ana sütunu, yürütmenin Parlamento üzerinden siyasi, kanunlar ile hukuki, mahkemeler, Sayıştay ile kurumsal denetimi yok artık. Tek kurum var, Cumhurbaşkanlığı.
Türkiye’de mahkemeler hiçbir zaman tarafsız olmadı. Devamlı “devlet” refleksi ile şekillenmiş, temel haklar, düşünce özgürlüğü, Kürt meselesi gibi konularda özgürlük değil, güvenlik endeksli idi. Ama mahkemeler az çok bağımsızdı. Hukuk devletinin temel taşları yerindeydi.
Bugün Türkiye’de mahkemeler tarafsız olmadığı gibi, bir siyasi parti başkanı olan Cumhurbaşkanına tümden bağımlı durumda. Türkiye’de mal, hatta can güvenliği bile yok artık. Savcı ve hakimler arzu edilmeyen karar verme lüksüne sahip değil. Sürgün, tutuklanma korkusu ile baş başa.
Basın veya düşünce özgürlüğü ayaklar altında. Yüzlerce gazeteci ya tutuklu, yada mahkemeler önünde süründürülüyor. Binlerce öğretim üyesi düşüncelerinden ötürü, işinden olmuş durumda, hatta yargılanıyor. “Suçları” ne mi? Türkiye’nin en hassas siyasi sorunları üzerine görüşlerini dile getirmek.
Bu vahim gerçekler ışığında Adalet Bakanı Gül ve İçişleri Bakanı Soylu’nun “hukuk devleti”, “temel insan hakları” veya “özgürlükler” gibi terimleri kullanması sizce ne kadar inandırıcı?
Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Enis Berberoğlu, Hanim Büşra Erdal... gibi tek “suçları” düşüncelerini dile getirmek olan insanlar tutuklu olduğu bu günlerde, “Reform Eylem Grubu Toplantısı”, söz konusu bakanların açıklamaları şaka gibi geliyor insana. Birazcık ciddi olsalar, gerçekler ile söylemleri arasındaki çelişki, uçurumun farkında olduklarını hissettirirlerdi.
Her neyse, bu mesajlar Brüksel’de nasıl bir yankı bulur? Türkiye AKP’nin iktidara geldiği yıllarda yasadığımız reformlar ve üyelik sürecine döner mi, sorusuna gelince, iyimser olmaya gerek yoktur sanıyorum.
Toplantıya katılan bakanlar bile üyelik sürecine inanmadığından emin olabilirsiniz. Türkiye’nin Balkan ülkelerini kapsayan son genişleme zirvesine davet edilmemesi, Havuz Medyasının “Varna Zirvesi” dediği buluşma ile idare edilmesi, Brüksel trenin artık peronda olmadığını söyleyen önemli bir mesajdı.
Macron’un Türkiye’nin artık “Kemal“in Türkiye’si olmadığı, Batı değerlerine yabancı bir ülkeye dönüştüğünü vurgulayan son açıklaması ise yorum gerektirmeyecek kadar açıktı.
Üyelik alternatifi olarak sunulan “Stratejik Ortaklık” terimi ise bos bir laftan ibaret. Ölü, ama henüz namazı kılınmamış üyelik sürecinin gömülmesi için merasim arayışından başka bir şey değil. Türkiye zaten her bakımdan stratejik bir ortak.
NATO, Avrupa Konseyi üyesi, AB ile Gümrük Birliği kapsamında derin ekonomik ilişkilerde olan bir ülke. Bu durumu sorgulayan da yok. Bu yüzden “Stratejik Ortaklık” terimini abartmamak gerekir. Kurumsal, politik karşılığı olmayan bir terim “Stratejik Ortaklık”.
Dışişleri Bakanının değindiği, Vize veya Gümrük Birliğinin güncellenmesi ise Erdoğan’ın Eyüp çıkışı ve Davutoğlu hükümetinin yıkılması ile rafa kaldırılmıştı. Bu başlıklar belki tekrar gündeme gelir, sorun olmaktan çıkabilir.
Ama bu adımlar için bile, Türkiye’de baskıların bitmesi, Avrupa’ya siyasi sığınmaların durması, ekonominin istikrara kavuşması ile mümkün. Türkiye ekonomisinin çöküş sürecinde olduğu bu günlerde vizeyi kaldırmak Avrupa’ya göçün kapsını açmak gibi bir şey artık.
Bu toplantının hiç olumlu bir boyutu yok mu diye soruyorsanız, evet var. Avrupa Türkiye’de ekonomik krizden çok kaygılanıyor. Sadece derinleşen krizin Avrupa’yı da vurma potansiyeli taşıdığı için değil. Avrupa derinleşen krizin, siyasi bir krize dönüşüp, Türkiye’nin karışacağından da korkuyor.
Avrupa barış içerisinde, kalkınan, bölgesinde istikrar unsuru bir Türkiye istiyor.
Bu yüzden Türkiye’nin hızla krizden kurtulması için yardım etmek de istiyor.
Ama Erdoğan Türkiye’sine yardım elini uzatmak bugün ne Paris, ne de Berlin’de pek kolay değil. Çünkü milyarlarca Euro kredi gerektirecek bu tür girişimlerin parlamentolardan geçmesi zor bir süreç. Sadece Parlamentoların onayı değil, kamuoyunun vicdanına da bağımlı demokratik ülkelerde bu tür kararlar.
Avrupa ziyaretlerinden sonra bu gerçeğin farkına varan Maliye Bakanı “Reform Eylem Gurubu Toplantısı” ile bu yönde mesaj vermek istemiş olabilir. Kayınpederi bu toplantıyı ciddiye alıyor mu, bilmiyoruz. Ama uzun sürmez önümüzdeki günlerde anlaşılır.
Bu toplantı Cumhurbaşkanının Berlin ziyaretine ön hazırlık da olabilir. Berlin seyahati ile Londra ziyareti gibi TL’nin dibe vurması da mümkün, toparlanması da. Berlin’de hangi sürprizle buluşacağımızı merak ediyorum doğrusu.
Toparlarsak, Türkiye hızlı bir şekilde demokratikleşen, kalkınan, iç barış arayışında, Arap dünyası için “örnek”, “esin kaynağı”, AB ile üyelik müzakereleri sürdüren bir ülke olmaktan millerce uzak artık.
Bir kez daha kriz sürecinde, fakirleşen, yardıma muhtaç, hızla evrensel değerlerden uzaklaşan bir Türkiye var. Erdoğan Türkiye’si. Veya bir kişinin iktidar hırsına kurban bir ülke...
Brüksel treni ise peronda değil. Zaten Brüksel yolcusu da yok ki diyorsanız, haklısınız, ne diyebilirim ki...