"Yasak v. Turkey" davası, AİHM Büyük Dairesi’nde 7 Mayıs 2025’te görülecek. Şaban Yasak, Hizmet Hareketi üyeliğinden mahkumiyeti nedeniyle AİHS’nin 3, 6 ve 7. maddelerinin ihlal edildiğini iddia ediyor. AİHM ilk kararında ihlal bulmadı, ancak dava Büyük Daire’ye sevk edildi. BM Özel Raportörü Ben Saul’un müdahalesi, Türkiye davalarında bir ilk olup, terörle mücadelede insan hakları endişelerini vurguluyor.
Hukukçu ve insan hakları savunucusu Gökhan Güneş sosyal medya hesabından dikkat çeken bir bilgi paylaştı. 'Yasak Dosyasıyla İlgili Çok Önemli Gelişme' başlığıyla yayınladığı mesajı özetle şunu ifade ediyor: ''Raportör, adil yargılama eksikliklerini ve delillerin güvenilirliğini eleştiriyor. Eleştiriler, AİHM’nin Türkiye’ye fazla müsamaha gösterdiği, delil kalitesini ve sistematik yargı sorunlarını göz ardı ettiği yönünde. Dava, adil yargılama ve terörle mücadele arasında denge tartışmalarını gündeme getiriyor.''
İnsan hakları aktivisti Gökhan Güneş’in sosyal medya hesabından yayınladığı mesaj şu şekilde:
BU BİR İLK! YASAK DOSYASIYLA İLGİLİ ÇOK ÖNEMLİ GELİŞME
1- 07 Mayıs 2025’te AİHM Büyük Daire önünde duruşması yapılacak Yasak/Türkiye başvurusuyla ilgili çok önemli bir gelişme yaşandı. Birleşmiş Milletler Terörle Mücadele ve İnsan Hakları Özel Raportörü Profesör Ben Saul, Yasak başvurusuna 3. taraf görüşü sundu. Bu görüş, Özel Raportörün AİHM önündeki Türkiye aleyhine yapılan başvurular açısından bir ilktir.
Link: https://www.ohchr.org/sites/default/files/documents/issues/terrorism/sr/court-submissions/amicus-ecthr-yasak-v.-turkiye-un-sr-ct.pdf
2- Acaba, Özel Raportörün görev alanı nedir ve neden Yasak başvurusuna 3. taraf görüşü sunmuştur?
BM Özel Raportörü, İnsan Hakları Konseyi’nin 40/16 sayılı kararıyla terörizmle mücadelede insan hakları ve temel özgürlüklerin korunmasını teşvik etmekle görevlendirilen bağımsız bir uzman olarak görev yapmaktadır. Profesör Ben Saul, bu sıfatla, uluslararası insan hakları hukuku ilkelerine uygunluğu izlemekte ve özellikle cezaların geriye dönük uygulanmasının yasaklanması gibi konuları değerlendirmektedir.
Yasak v. Türkiye (no. 17389/20) davasına üçüncü taraf görüşü sunmasının nedeni, AİHM Büyük Daire’nin başvurucunun silahlı terör örgütüne üyelikten mahkûmiyetinin AİHS’in 7. maddesindeki “öngörülebilirlik” şartıyla uyumluluğunu sorgulamasıdır. Özel Raportör, terörizm suçlarının tanımındaki belirsizliklerin ve cezai kanunun geriye dönük uygulanmasının insan hakları üzerindeki etkilerini ele alarak, mahkemeye uluslararası hukuk perspektifinden bir görüş sunmayı amaçlamıştır.

3- Acaba, Özel Raportör’ün görüşünde (28 ila 33. Paragraflar) öne çıkan hususlar nelerdir ve Görüşte yer verilen hususlarla birlikte, AİHM 2. Bölümün verdiği en hukuksuz kararlarından biri olan Yasak kararı hakkında neler söylenebilir?
Paragraf 28 - Belirsiz Terörizm Tanımları:
Özel Raportör, terörizmin belirsiz tanımlarının “terör örgütü” kategorisinin ve buna bağlı suçların (üyelik, destek, finansman vb.) muğlaklığa yol açtığını ve bu durumun insan hakları ihlallerini artırdığını belirtmiştir. Bir oluşumun “terörist” olarak sınıflandırılmasının meşru güvenlik hedefleri açısından gerekli ve orantılı olması gerektiğini vurgulamış, özellikle karma amaçlı oluşumlar (ticari, hayırsever, dini, eğitimsel faaliyetler) için daha fazla özen gerektiğini ifade etmiştir. Eğer, terör faaliyetleri münferit veya kontrol dışıysa, bireyler kendi adlarına soruşturulmalıdır.
Yasak kararında, başvurucunun 2011-2014 yıllarında Gülen Hareketi’yle bağlantılı eylemleri (sohbet programları, öğrenci organizasyonları) “silahlı terör örgütü üyeliği” suçlamasına dayanak yapılmıştır. Ancak, bu dönemde Gülen Hareketinin “silahlı örgüt” olarak iddia ve kabulü söz konusu değildi. bu da bu nitelemenin öngörülemez ve geriye dönük olduğunu göstermektedir. Ayrıca, başvurucunun eylemleri, Raportör’ün belirttiği gibi hayırsever veya sosyal faaliyetler kapsamında olup terör amacıyla ilişkilendirilmesi için gerekli meşru güvenlik hedeflerinden yoksundur.
4- Paragraf 29 - Suçun Maddi Unsuru: Özel Raportör, bir bireyin cezai sorumluluğu için suçun maddi unsurunun terör eylemine doğrudan ve maddi katkıda bulunması gerektiğini, masum katkılar (örneğin, insan hakları eğitimi veya tıbbi bakım) veya rutin faaliyetlerin yeterli olmadığını belirtmiştir.
Yasak kararında yer verildiği şekliyle, başvurucunun sohbet düzenleme veya öğrenci organizasyonu gibi eylemleri terör eylemine doğrudan katkı sunmaz; bu eylemler masum, sıradan ve rutin niteliktedir. AİHM’in, bu eylemleri “süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk” testine dayandırarak suç sayması, Raportör’ün belirttiği maddi unsur şartını ihlal eder ve keyfi bir yoruma dayanır.
5- Paragraf 30 - Suçun Manevi Unsuru: Özel Raportör, cezai sorumluluğun manevi unsuru açısından bireyin örgütün nihai amacını bilmesi ve suçu kasıtlı olarak işlemeyi istemesi gerektiğini, “bilmesi gerekirdi” gibi düşük manevi standartların veya varsayımların kabul edilemez olduğunu vurgulamıştır.
Yasak davasında, AİHM 2. Bölümü, Yasak’ın “örgütün gizli yapısında üst düzey bir konumda” olduğu ve bu nedenle örgütün nihai amaçlarını bildiğini varsaymıştır (Yasak, § 171). Ancak, bu varsayım, somut delillerle değil, genellemelerle desteklenmiştir. Yasak’ın suç kastı, bireyselleştirilmiş bir şekilde analiz edilmemiştir. Örneğin, 2011-2014 yıllarında iddia edilen nihai amacı bilip bilmediği somut delillerle kanıtlanmamıştır. AİHM 2. Bölümü’nün bu yaklaşımı, hem Yalçınkaya kararındaki “bireyselleştirilmiş analiz” ilkesine (§ 266), hem de BM Özel Raportörünün “düşük manevi standartların kabul edilemez olduğu” görüşüne aykırıdır.
6- Paragraf 31 - Gizli Faaliyetler ve Özgürlükler: Özel Raportör, gizli olduğu iddia edilen her faaliyetin otomatik olarak terör amacı göstermediğini, özellikle ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlüklerinin kısıtlandığı devletlerde gizliliğin cezai baskıdan kaçınma amacı taşıyabileceğini ifade etmiştir. Ayrıca, liderlik pozisyonunun, iddia edilen nihai amacı bilmeyi de gerektirmediğini belirtmiştir.
Yasak kararında, başvurucunun eylemlerinin “gizli” olduğu iddiası, terörist amaç varsayımına dayanak yapılmıştır. Ancak bu eylemler (dini veya sosyal organizasyonlar), Raportör’ün belirttiği gibi ifade, toplanma veya din özgürlüğü kapsamında meşrudur ve otomatik olarak suç teşkil etmez. AİHM’in bu faaliyetleri suç sayması, temel özgürlüklerin orantısız kısıtlanmasına yol açacaktır.
7- Paragraf 32 - Türk Hukukundaki Muğlaklık: Özel Raportör, Türk hukukunda “terör” ve “terör örgütü” tanımlarının muğlak ve aşırı geniş olduğunu, bu durumun keyfi uygulamalara yol açtığını ve insan haklarını ihlal ettiğini vurgulamıştır.
Yasak kararında, Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin geniş ve belirsiz yorumu, başvurucunun mahkûmiyetine temel oluşturmuştur. Bu madde, Raportör’ün eleştirdiği şekilde net olmayan kriterlerle (“süreklilik, çeşitlilik, yoğunluk”) uygulanmış ve keyfi bir mahkûmiyete sebep olmuştur.
8- Paragraf 33 - Yasallık İlkesinin Önemi: Özel Raportör, yasallık ilkesinin keyfiliği ve aşırı müdahaleyi önleyerek ifade, medya, örgütlenme, toplanma ve din özgürlüğü gibi hakların ihlalini engellemeyi amaçladığını, belirsiz terörizm suçlarının ise sivil toplumun meşru faaliyetlerini suç haline getirdiğini ifade etmiştir.
Yasak kararı, cezai kanunun geriye dönük uygulanmasıyla (2011-2014 eylemlerinin 2016 sonrası “terör” tanımıyla yargılanması) yasallık ilkesini ihlal etmiş ve ifade, din ve toplanma özgürlüklerini kısıtlayarak sivil toplumun meşru faaliyetlerini suç haline getirmiştir.
9- Yasak Kararının Türkiye’deki Yargı Süreçlerine Etkisi: Yasak kararıyla ilgili bu tutarsızlıklar, AİHM’in önceki kararlarında vurguladığı suçta kanunilik, öngörülebilirlik ve insan haklarının korunması ilkelerine aykırıdır. Yasak kararı, cezai kanunun geriye dönük uygulanmasını meşrulaştırarak Türkiye’deki binlerce davada TCK 314. maddesinin “süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk” testinin muğlak uygulanmasının devamına zemin hazırlamıştır. AİHM’in, Türk hükümetinin terörle mücadele argümanlarına aşırı bağlılık göstermesi ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimine dair resmi anlatıyı sorgulamaktan kaçınması, otoriter politikaların güçlenmesine katkı sağlayacak niteliktedir.
Daha da endişe verici olan, Türk yargısının, Yalçınkaya Büyük Daire kararını bir yıldan fazla süre görmezden gelmesi ve Yasak kararını emsal alarak Yüksel Yalçınkaya’nın yeniden yargılanmasında aynı gerekçelerle mahkûmiyet vermesidir. Bu durum, Yasak kararının, şiddet içermeyen eylemler için terör örgütü üyeliği mahkûmiyetlerini meşrulaştıran bir emsal haline gelmesine ve sivil toplumu tehdit eder bir hal almasına neden olmuştur.
10- Büyük Daire’nin Önündeki Fırsat ve Beklentiler: 7 Mayıs 2025’te Büyük Daire’de görülecek Yasak davası, bu çelişkileri giderme ve AİHM’in insan hakları koruma misyonunu yeniden tesis etme fırsatı sunmaktadır. Büyük Daire’nin, Yalçınkaya ve Parmak ve Bakır kararlarındaki ilkeleri teyit ederek AİHS’in 7. maddesinin ihlalini tespit etmesi beklenmektedir. Böyle bir karar, Türkiye’deki muğlak terörizm tanımlarının keyfi uygulamalarına karşı net bir duruş sergileyerek, otoriter rejimlerin baskıcı politikalarına meydan okuyacak ve sivil toplumun meşru faaliyetlerini koruyacaktır.
Ayrıca, bu karar, AİHM’in bağımsızlığını ve insan hakları hukukunun üstünlüğünü pekiştirerek, Türkiye’de adil yargılanma hakkı ve temel özgürlüklerin korunması için önemli bir emsal oluşturacaktır. Bu bağlamda, Büyük Daire’nin vereceği karar, yalnızca Yasak davasıyla sınırlı kalmayacak, aynı zamanda Türkiye’deki yargı süreçlerinin uluslararası insan hakları standartlarına uyumunu değerlendirme açısından da kritik bir dönüm noktası olacaktır.