Bu çocukları kim görecek?

Bu çocukları kim görecek?
'Çok engelli' çocukları hiçbirimiz tanımıyoruz. Onlar dünyaya bir çok problemle 'merhaba' diyor...
Helen Keller, dünyaya gözlerini açtığında sağlıklı bir bebektir. Hayatının 19. ayında ateşli bir hastalık geçirerek görme, işitme ve konuşma melekelerini kaybeder. Büyüdükçe daha hırçın, geçimsiz bir çocuk olur. Yaşlı bir doktor, “Umut yok. Göremez, konuşamaz, işitemez ama eğitilebilir. Sağır çocuklarla çalışmış bir uzmandan yardım alın.” deyince, Perkins Görme Engelliler Okulu'ndan yeni mezun Anne Sullivan bu iş için görevlendirilir. Genç öğretmen bez bir bebekle işe başlar. Helen'in ellerine “b-e-b-e-k” kelimesini dokunmak suretiyle harf harf yazar. Böylece Keller'in nesneler ve harfler arasında bir bağlantı kurmasını amaçlar. Fakat küçük kız önce bunun farkına varamaz. Bir gün öğretmeniyle bahçedeki tulumbanın yanına gider. Öğretmen tulumbadan su çekerken Helen'in elini akan suyun altına tutar, diğer eline de “s-u” sözcüğünü yazar. İşte o an, minik kızın kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarpmaya başlar. Çünkü hayatının ilk 18 ayında zihninde tek yer etmiş kelimedir su. Bu sözcükten yola çıkarak, dokunduğu nesnelerle harfler arasında bir bağlantı olduğunu, her nesnenin sözcüklerle ifade edildiğini anlar… Keller, o günden sonra hem eğitim hayatında hem de sosyal hayatında başarıdan başarıya koşar. Bugün bile ‘kesinlikle yapılamaz' diyeceğimiz birçok şeyi başarır. Amerika Görme Engelliler Derneği ve Dünya Körler Birliği için ülke ülke dolaşarak yardım toplar, konferanslar verir, engellerini nasıl aştığını milyonlarca insana anlatıp kitap, makale ve biyografi çalışmaları yapar. Helen Keller öleli 43 yıl oldu, ama hâlâ kendinden söz ettiriyor. Çünkü onunla birlikte tüm dünyanın öğrendiği önemli bir gerçek var: Çok engelli göremeyenler (ÇEG)… ‘Çok engelli göremeyenler' Türkiye'de yaşayanların sıklıkla duyduğu bir kavram değil. Hatta ‘Google' bile sessiz kalmayı tercih ediyor. Göremeyen çok engellilerin asıl özrü, görememeleri. Fakat bununla da sınırlı değil rahatsızlıkları. Mesela bir çocuk hem görme hem işitme hem zihin engelli hatta bunların yanı sıra bir de fiziksel engelli olabiliyor. Şaşırdınız değil mi? Üzücü de olsa bu şekilde yaşamaya çalışan 4 bine yakın çocuk var Türkiye'de. Sadece İstanbul'da bu sayı 2 binle ifade ediliyor. Tabii bu rakamlara herhangi bir eğitim kurumuna yazdırılmamış yani henüz kayıt altına alınamamış olanlar dâhil değil. Sebep, erken doğum ve oksijensizlik Bu sıkıntı çocukların çok erken dünyaya gelmesi yahut doğum esnasında oksijensiz kalmasıyla başlıyor. Sonra da hem çocuk hem de aileler için çileli günler birbirini kovalıyor. Türkiye'de son yıllarda sosyal hizmetler açısından hayli gelişme yaşandı. Fakat konu çok engelli göremeyenler olunca ne yazık ki bunu söyleyebilmek zor. Çünkü bu çok özel bir alan ve ne yazık ki devlet kademelerinin de konu hakkında bilgisi eksik. Bilgi-birikim olmayınca da onlara özel uygulamaları beklemek ne yazık ki imkânsız. Biz de ÇEG'lerin eğitim, sağlık ve sosyal hayatta yaşadığı problemleri anlatmak, karar vericileri bu vesileyle harekete geçirmek istedik… Gizem Aydın (18) 6 aylık, 750 gram dünyaya gelmiş. Doktorlar dâhil herkes onun öleceğini düşünüyormuş. 23 gün kuvözde kaldıktan sonra anneannesinin büyük çabalarıyla hayata tutunmuş parmak kız. 8 aylıkken Gizem'in göremediğini öğrenmiş ailesi. 2,5-3 yaşındayken de yönergeleri almaması, tuvalet alışkanlığı kazanamaması, gece-gündüz kavramını bilmemesi dolayısıyla annesi şüphelenip doktora götürmüş. Orta derecede zihinsel engelli olduğu ortaya çıkmış… Burak Ede (16) doğum esnasında oksijensiz kalmış. Dünyaya geldiğinde mosmor bir bebekmiş. Doktorlar “Yüzde 50 yaşama şansı var.” demiş. Kuvözde 13 gün kaldıktan sonra hayati fonksiyonları normale dönmüş. Anne ve babası sıkıntılarını geride bıraktıklarını düşünerek gündelik hayatlarına devam ediyormuş. Ta ki Burak'la aynı gün dünyaya gelmiş bir bebeği görene kadar. Çünkü Burak yaşıtlarının aksine ne annesiyle göz teması kurabiliyor ne kafasını tutabiliyor ne de seslere karşılık verebiliyormuş. Doktor doktor dolaştıktan sonra Burak'ın görme engelli ve ağır zihinsel engelli olduğunu öğrenmişler. Zamanla rahatsızlıklarına otizm de eklenmiş… Üçüz doğan Esra, Esma ve Harun (12) Torlak kardeşler, anneleri Songül Hanım'ın 10 yıllık bebek hasretine son vermişler. Yalnız 28 haftalık dünyaya gelmeleri bu mutluluk verici tabloyu biraz zedelemiş. Üçüzler 35 gün kuvözde kalmış. Bebekler hastaneden çıktığında gözlerini kırpıştırıp ışığa tepki veriyormuş. Acil ameliyat edilmeleri gerekirken araya bayram tatili girince görme problemleri 4'üncü evreden 5'inciye geçmiş ve görme kabiliyetlerini tamamen yitirmişler. Akabinde Esma'nın hafif, Harun ve Esra'nın da ağır zihinsel engelli olduğu tespit edilmiş. Harun 5 yaşlarındayken kafasını duvarlara vurup ağlıyormuş. Anne Songül Hanım'ın oğlunu götürmediği doktor kalmamış. Hekimler yaşadığı sağlık problemleri sebebiyle hırçınlaştığını söyleyerek sakinleştirici ilaçlar veriyormuş sürekli. Ama çocuk bir türlü iyileşmiyormuş. Bir gün rahatsızlanıp acile gittiğinde geç de olsa teşhis konmuş! Meğer Harun, yüksek tansiyon hastasıymış. Aylarca kafasını oradan oraya vurmasının da tek sebebi buymuş. 18 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra vefat etmiş. Semih Can Bakıcı (13) görme ve fiziksel engelli. Onu diğerlerinden farklı kılan özelliği, milyarda bir görülen rahatsızlığı. Görebilmesi için ne gerekiyorsa anne karnında oluşmuş. Göz bebekleri hariç… Bu istisnai durum sebebiyle profesör ve asistan doktorların elinde araştırma malzemesi hâline gelmiş. 3 yaşındayken yaşıtlarının aksine yere bile basamıyormuş. Fizyoterapiyle de ilerleme kaydedememiş. En sonunda kalçalarının çıkık olduğu ortaya çıkmış. Bu üzücü olay doğuştan değil, doktorların elinde sürüklenmekten. 2 kez ameliyat olsa da Semih Can hâlâ yürüyemiyor. Evde kanepenin üzerinde yatarak oyun oynuyor. Bir yerden bir yere tekerlekli sandalyeyle gidip geliyor. Anne-babası yürümesi için elinden ne gelirse yapıyor… Eğitim herkesin hakkı değil mi? Göremeyen çok engelliler, bir diğer ifadeyle de ek yetersizliği bulunan çocuk ve gençlerin Türkiye'de yaşadığı en önemli sorun, eğitim. Anayasa'nın 42. maddesi “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.” diyor. Bu sebeple, göremeyen çok engellilerin de devletin kurumlarında rahatlıkla eğitim alabilmesi bekleniyor. Fakat pratik hayattaki uygulamalar bu beklentiyi karşılayamıyor. ‘Nasıl?' derseniz… Hem zihin hem de görme engelli çocuğunuz varsa doktor raporunu da alarak Rehberlik Araştırma Merkezi'ne (RAM) götürüyor, onların sizi ilgili okula yönlendirmesini istiyorsunuz. Çocuğunuza normalde ‘Çok engellidir' raporu verilmesi gerekirken; RAM'da değerlendirme modülleri görme, işitme, zihin engelli diye ayrı ayrı tanzim edildiği için görme ve zihin engelli olduğuna dair iki ayrı ölçme-değerlendirme yapılıyor. Çocuğunun görme engelli olduğunu ispatlayan veli önce herhangi bir körler okuluna gidiyor. “Sadece görme engelli değil. Zihinsel engellilerin okuluna götürün.” cevabıyla karşılaşıyor. Zihinsel engelliler okulundaki yetkililer de “Evet zihinsel engelli. Ama aynı zamanda da göremiyor, kayıt yapamayız.” diyor. Ebeveynler ne yapacağını, nereye gideceğini bilemiyor vesselam. Aileler oradan oraya koştursa da evlatlarını herhangi bir eğitim kurumuna yerleştiremiyor. Son çare olarak, evlerine en yakın özel eğitim merkezine gidip haftada 2-4 saatlik ücretsiz eğitimle yetinmek durumunda kalıyorlar. Sağlıklı bir çocuk tam gün okula giderken, eğitime daha fazla ihtiyacı olanlara birkaç saat nasıl kâfi gelir? Çünkü onların herhangi bir şeyi öğrenebilmesi için zekâ seviyesine göre bazen haftalar, bazen de aylarca uğraşılması lazım. Ayrıca rutin oluşturmaya da (tuvaletten sonra ellerin yıkanması, eve girerken ayakkabıların çıkarılması gibi) herkesten çok ihtiyaçları var. Görme ve zihin engelli çocuğu bulunan Faruk Demircan'ın oğlu 2 yaşından 8 yaşına kadar sayısı belirsiz rehabilitasyon merkezi değiştirmiş. Baba eğitimin yetersizliğinden şikâyetçi: “İstanbul Esenyurt'ta oturuyoruz. Bu civarda gidebileceğimiz rehabilitasyon merkezlerinin hiçbirinde görme engellilere eğitim verecek öğretmen yok. Zihinsel engelliler öğretmeni ilgileniyor oğlumla. 6 yıldır gidiyor; ama herhangi bir ilerleme kaydedemedik. Çocuk susadığını bile söyleyemiyor. ‘Burada tüm engel gruplarına hizmet veriyoruz' diyerek bizi kaydediyorlar. Ondan sonra öğreniyoruz ki görme engelli öğretmenleri yok. Bizim evlatlarımız üzerinden devleti soyuyorlar.” Çok engelli göremeyenlerin mağduriyetini gidermek maksadıyla özürlüler kanun yönetmeliğinin 44. maddesi “Birden fazla yetersizliği olan bireyler için açılan özel eğitim kurumları” ana başlığında oluşturulmuş. Buna göre, çok engelli 4 öğrenci bir araya geldiğinde ‘göremeyen çok engelli' sınıfının açılması mümkün. Ama bu uygulama okul müdürlerinin inisiyatifine bırakıldığı için Ankara'daki Göreneller Görme Engelliler İlköğretim Okulu ve İş Okulu'nda 16, Mitat Enç Görme Engelliler İlköğretim Okulu'nda 4, İstanbul'daki Türkan Sabancı Görme Engelliler İlköğretim ve İş Okulu'nda 52, Kilyos'taki Veysel Vardar İlköğretim Okulu'nda 4 öğrenci var. Çok engelli göremeyen çocuk Türkiye'nin her ilinde olmasına rağmen sadece Ankara ve İstanbul'da sınıf açılması bu hayati mevzunun okul müdürlerinin inisiyatifinden çıkarılması gerektiğini gösteriyor. Türkan Sabancı Görme Engelliler İlköğretim ve İş Okulu Müdürü Feyzullah Güler, okul sayısının acil şekilde artırılması gerektiğini söylüyor. Bunun için de zihin ve işitme engelliler için yapılan iş eğitim okullarında çok engellilere sınıf açılmasını öneriyor. Bu şekilde Türkan Sabancı'dan eğitim alabilmek için günde 6 saat yol giden öğrencilerin de hayatının kolaylaşacağını düşünüyor… İlk kez okulda karşılaşıyorlar Peki, RAM'ın ‘eğitilemez' dediği çocuklar sonra ne yapıyor? Eğer aile, eğitimin çocuğuna neler katabileceğini bilmiyorsa, devletin verdiği evde bakım parasını alarak hayatına devam ediyor. Tabii buna hayat denebilirse! Çok engelli öğrenciler için eğitim, ekmek ve su kadar önemli. Ailelerinin önceliği de kesinlikle akademik başarı değil. Onlar çocuklarının bir bardak suyu alıp içmesi, tuvalet ihtiyacını karşılaması, yemeğini yemesi, bir sıkıntı yaşadığında ‘bir şekilde' ifade edebilmesi, konuşması gibi küçük beklentiler içinde. Tüm bunlar çocukların hayatını biraz daha kolaylaştırmak, onları bağımsız hâle getirmek için. Bundan dolayı da sağlıklı bir çocuktan daha fazla ihtiyaçları var eğitime. Diyelim ki her şey yolunda gitti ve çocuk eğitim alabileceği bir okul buldu. Bu sefer de öğretmen sıkıntısı başlıyor... Normalde sadece görme engelliler ya da zihinsel engelliler üzerine eğitim almış öğretmen, karşısına göremeyen, işitemeyen, otistik bir çocuk çıktığında ne yapacağını bilemiyor. Aldığı eğitim ne kadar iyi olursa olsun çok engelli göremeyen bir çocuğa yetebilmesi mümkün değil. Mesela Türkan Sabancı Görme Engelliler İlköğretim ve İş Okulu'nun ‘Çok Engelli Göremeyenler Ana Sınıfı'nda görev yapan öğretmenlerin hepsi okul öncesi eğitim mezunu. Hâl böyleyken öğrencileriyle nasıl iletişim kurabilir, onları hayata ne şekilde hazırlayabilirler ki? Nitekim Semih Can'ın annesi Songul Bakıcı, oğlunun uzun süre anaokuluna devam ettiğini, ilerleme kaydedemediğini, her gittiğinde Semih Can'ı yerdeki minderde yatar şekilde bulduğunu, çok engelliler sınıfına geçtikten sonra ilerleme kaydettiğini anlatıyor… Velilerin birçoğu sıklıkla öğretmen değiştirmekten şikâyetçi. Ya da çocuğunu anlayamayan, fedakârlıkta bulunmak istemeyen hocalardan… Üçüzlerin annesi Songül Torlak, Esra'ya 3 ay boyunca tuvalet alışkanlığını kazandırmak için uğraşmış. Bu süreçte tahmin edersiniz ki çok zorlanmışlar. Tam işler yoluna giriyor derken yaz tatili bitip okul açılmış. Öğretmen her saat başı tuvalete götürüp ilgilenemem, altını bezleyin demiş. Bir sonraki yıl aynı süreci tekrar yaşamış anne-kız. Ama bu kez daha şanslılarmış. Öğretmen, Esra'ya maddi manevi destek olmuş. Kirlendiğinde üstünü değiştirmiş, saat başı tuvalete götürüp getirmiş. Her iki taraf da özveri gösterince Esra başarmış bu işi. Şimdi yine öğretmeninin gayretiyle ‘baba, bacı' gibi birkaç kelimeyi söyleyebiliyor. Songül Hanım, kızının bir gün konuşacağına inanıyor. Fakat her aile onlar kadar şanslı değil. Montör öğretmenler yetiştirilmeli Gazi Üniversitesi Özel Eğitim Anabilim Dalı'nda öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Pınar Şafak, Türkiye'de çok engelli göremeyenlerle ilgilenen, bu alanda çalışmalar yapan tek öğretim üyesi. 3 yıldır bu konuya yoğunlaşmış durumda. Perkins Shcool'da eğitim almış 9 ay. Şafak, kimsenin öğretmenleri suçlamaması gerektiğini belirtiyor: “İki sene öncesine kadar bizim bir ‘çok engelliler' dersimiz yoktu. Yetiştirdiğimiz hiçbir öğretmeni, çok engellilere eğitim veremiyor diye eleştiremeyiz. Bilmiyorlar ki bir şey. Ben de yurtdışına gittikten sonra bu dersi anlatmaya başladım. 3 kredilik. Zihinsel Engelliler Ana Bilim Dalı'na da giderek ders veriyorum. Yeterli değil ama.” Pınar Şafak, 2 yıldır staj görecek öğrencilere “Kim çok engelli çocuklarla çalışmak ister?” diye soruyor. Gönüllü 10 öğrencisini Göreneller Görme Engelliler İlköğretim Okulu ve İş Okulu ile Mitat Enç Görme Engelliler İlköğretim Okulu'na yerleştiriyor. Öğrencilerinin her türlü sorunuyla yakından ilgileniyor ve onları çok engelli göremeyen çocuklara eğitim verebilecek şekilde yetiştiriyor. Yalnız bu sayının 10'un üzerine çıkması şu an için mümkün gözükmüyor. Çünkü öğretmen adaylarının tüm sorunlarıyla tek tek ilgileniyor, kişiye özel ders programları hazırlıyor, değerlendirmeler yapıyor, gerektiğinde velilerle irtibat kurarak birtakım problemleri birlikte aşmaya çalışıyorlar. Pınar Hoca'nın geçen seneki 10 öğrencisi aldıkları eğitime bakılmaksızın, görme engelliler öğretmeni diye atanmış. Bu durumdan rahatsızlık duyduğu için de Millî Eğitim Genel Müdürlüğü'ne “Türkiye'de sadece burada çok engellilere hizmet verebilecek öğretmen yetişiyor. Bu kişilerin ÇEG sınıflarına atanması lazım.” diye itiraz etmiş. Bunun üzerine müdürlük “Stajını çok engelliler üzerine yaptı, diye bilgilendirirseniz atamalar ona göre yapılır. Hatta gittikleri okullarda sınıf yoksa müdür beyden izin alıp açabilirler.” demiş. Şafak, imkânsızlıklar içinde gerçekleşen bu küçük girişimi bile ‘önemli' buluyor. Çünkü bunun bir sonraki aşamasında yine mevcut sorunları azaltacak önerileri var: “Yetiştirdiğimiz öğrenciler gittikleri okulda meslektaşlarına eğitim verebilir, göremeyen çok engelliler sınıfları açabilir. Çalıştıkları kurumun bu konudaki farkındalığını artırabilir. Türkiye'de Perkins'tan eğitim alan benimle birlikte 4 kişi var. Bu sayı muhakkak artmalı. Eğitim alıp gelenler montör öğretmen olarak görevlendirilmeli. Özel eğitim, işitme, görme ve zihin engelli öğretmenlerini meslek içi kurslarla onlar eğitmeli. Öğretim üyeleri de bu alana yönlendirilmeli, Amerika'ya eğitim için gönderilmeli. Her üniversitede ders verecek bir ya da birkaç kişi bulunsa, bu alana yoğunlaşacak öğrenci sayısı da artar.” Uzun zamandır göremeyen çok engellilerle çalışan bir öğretmene “En önemli sorununuz nedir?” diye sorduğumuzda, aldığımız cevap bizi şaşırtmıyor: “Belirgin bir ders programımız, müfredatımız, gelişim skalamız yok. Görme, işitme ve zihin engelliler için hazırlananlar işimize yaramıyor. Mesela sınıflarımız resmiyette çok engelli değil; ağır, orta, hafif zihinsel engelli diye gözüküyor.” Tabii yaşadıkları sıkıntılar bununla da sınırlı değil. Pınar Şafak, tüm eğitimcilerin ciddi doküman ve malzeme sıkıntısı çektiğini anlatıyor. Çünkü standart engel grupları için hazırlanmış hiçbir materyal onların işine yaramıyor. Birden fazla engel göz önünde bulundurularak üretilmiş araç gereçlere ihtiyaç var. Öğretmenlerin işini zorlaştıran önemli unsurların başında da çocukların çok geç yaşlarda okula başlaması var. Avrupa ve Amerika'da doğar doğmaz eğitim verilirken; bizim çocuklarımızın hastane dışında gittiği ilk yer en erken 7-8 yıl sonra okul oluyor. 12-15 yaşına kadar bekleyenler de az değil. Bu yaşa kadar halledilememiş yığınla sorunu bünyesinde barındıran öğrenci, nadiren deneyimli, çoğu zaman deneyimsiz öğretmenleri hayli zorluyor. Psikolojik tedavi görmeye başlayan ya da “Ben bu çocuklara hiçbir şey veremiyorum!” diyerek ağlamaktan bitap düşenler var. İstanbul'da 70 çocuk okul sırası bekliyor Bütün bu olumsuzluklara rağmen veliler çocuklarının eğitim almasını can-ı gönülden istiyor. Bunun için de ellerinden ne gelirse yapıyor, kucağında özürlü çocuğuyla oradan oraya koşturarak sıkıntılarına çözüm arıyor. ‘Sadece' bu çocuklara eğitim verecek okul bulunmadığı için İstanbul ve Ankara'daki sınıfların sınırlı kontenjanı yetmiyor. Veliler gittikleri okullardan eli boş dönüyor. Yıllarca çocuğuna gelecek sırayı bekleyen aileler var. İstanbul'da yaşayan Muhammed Ali Demircan, onlardan biri. 8 yaşında. Babası Faruk Bey çok dertli. Oğlunun iyi bir eğitim alamamasından şikâyetçi. Bu zamana kadar çalmadık kapı bırakmamışlar. Faruk Bey oğlu 6 yaşındayken Türkan Sabancı Görme Engelliler İlköğretim ve İş Okulu'na başvurmuş. Kayıt yaptıramamış boş yer bulunmadığı için. Aradan iki yıl geçmiş, tekrar gitmiş. Bu sefer de ikinci döneme kadar bekleyin, anaokulundan başlatalım denmiş. Baba Demircan peş peşe yaşadığı hayal kırıklıkları sebebiyle biraz karamsar: “Umarım sözlerinde dururlar. Eğitime çok ihtiyacı var. Tek isteğimiz hayatını kendi idame ettirecek duruma gelmesi. Türkan Sabancı gibi bir okul İstanbul'un Avrupa yakasında neden yok? Büyük oğlum da görme engelli. 7 yaşındayken Kilyos'taki okula müracaat ettik. ‘3 yıl sonra alabiliriz' deyince normal okula yolladım. Süre dolunca çağırdılar. Ama iş işten geçti.” Günebakan Çok Engelli Göremeyen Çocuklara ve Ailelerine Destek Derneği Başkanı, aynı zamanda da ÇEG annesi Ayşe Aydın, 70 ailenin sırada beklediğini söylüyor: “RAM'lardan yönlendirmeler yapılıyor ama okulların kontenjanı yetmediği için çocuklar alınamıyor. Senelerdir sırada bekleyenler var. Yaşları 12, 13, 15. Eğitim için çok çok geç. Özel rehabilitasyon merkezleri çok engeliler için yeterli değil.” Görme ve zihin engelli Burak'ın ailesi de 4 yıl sırada bekleyenlerden. Burak'ın Türkan Sabancı'dan eğitim almasını çok istemiş anne-babası. ‘Sizi arayacağız' demişler. Neyse ki bekledikleri çağrı 4 yıl sonra gelmiş. 10 yaşındayken okula başlamış Burak. Anne Zeliha Hanım sırada bekleyen aileler için üzgün: “Okula gidince çok engellilerin sayısının ne kadar fazla olduğunu anladık. Keşke Burak daha önce eğitime başlayabilseydi. Zihinsel engelli de olsa 0-6 yaş döneminde çocukların kavrama yetenekleri yüksek. Belki daha fazla ilerleme kaydedebilir, kendi ihtiyaçlarını kendi karşılayabilirdi.” Gizem de görme ve zihin engelli olduğu için oradan oraya sürüklenenlerden. Ancak 13 yaşında okula başlayabilmiş. Üçüzlerin annesi Songül Hanım diğer velilere göre daha şanslı. Çünkü çocukları 7 aylıkken sıraya girmiş. 5 yıl sonra okul çağırmış, üçüzleri. Semihcan da 1,5 yaşındayken alınanlardan. 12 yıldır devam ediyor eğitime. Gelişimi de diğer çocuklara göre daha iyi. Eğitim, hayatlarında neleri değiştiriyor? Günümüz anne-babalarına bir bakın, sağlıklı çocuklarının hareketliliğinden, bilmişlik yapmasından, merak duygusundan şikâyetçi. Sürekli akademik başarı hedefleri koyarak hem kendilerini hem de onları yıpratıyorlar. Hâlbuki sürekli şikâyet ettiğimiz, hayatımızın dışında göremediğimiz, hissedemediğimiz, anlayamadığımız başka başka yaşamlar var. Çok engelli meselesi de onların başında. Aileler o kadar büyük sıkıntılarla boğuşmak durumunda kalıyor ki onları ancak bir mucizenin kurtaracağına inanıyorsunuz. Fakat bir şeye öyle çok inanmışlar ki hem de hiçbirimizin inanmadığı kadar. Eğitime... Bu vesileyle küçücük gibi gözüken öyle büyük başarılara imza atmışlar ki. Bu konuda anlatacak çok şeyleri var. Gizem (18), güçlü ve sabırlı bir annenin, okula başlamadan önce sürekli bağıran; kendine, annesine şiddet uygulayan; konuşamayan; herhangi bir rahatsızlık yaşadığında kafasını duvarlara vuran, dolap kapaklarını kırıp döken; gündüz uyuyup geceleri uyanık kalan; sürekli çığlık atıp bağırdığı için bir yerden bir yere götürülebilmesi mümkün olmayan biricik, ‘zor kızı'ymış. 13 yaşında başladığı eğitim sayesinde yavaş yavaş değişmiş. Ayrıntıları annesi Ayşe Hanım'dan dinliyoruz: “Zor süreçlerden geçtik. Kızım artık konuşup derdini anlatmaya, saçını taramaya, yemek yemeğe başladı. Toplu taşıma araçlarına binip bir yerden bir yere gidebiliyoruz. Önceden bir dakika bile yanından ayrılamazken sevdiği yiyecekleri masanın üzerine koyup onu iki saat kadar evde yalnız bırakabiliyorum. Acıkırsa yemeğini yiyor, ellerini yıkıyor, kirli tabakları mutfağa götürüp suyla çalkalıyor. İsteklerini, sıkıntılarını anlatıyor. Bugünlerimize şükürler olsun. Başka ne isteyeyim ki?” Burak'ın durumu da okuldan önce Gizem'inkinden farklı değilmiş. Hatta bir gün Burak ağlamaya başlamış. Hem de hiç durmadan. Anne-babası oğullarının rahatsızlığını anlayabilmek için farklı branşlardaki 5 doktora götürmüş. Meğerse Burak'ın dişi çürümüş, ciddi şekilde ağrı çekiyormuş. Genel anesteziyle Burak'ın dişleri tedavi edilmiş. Annesi Zeliha Hanım oğlunun hayli değiştiğini, artık eliyle ağrıyan, acıyan yerini gösterdiğini söylüyor: “Tuvalet ihtiyacını karşılamayı öğrendi. Komut alabiliyor. Dişlerini fırçalıyor, sabahları yüzünü yıkıyor. Konuşması için dünyaları verirdik ama şu an mümkün gözükmüyor.” Esma, Esra kardeşler için de çok önemli okul. Anne Songül Hanım çocuklarının bu vesileyle hayata tutunduklarını anlatıyor. Eğitim almaya başlamadan önce üçüzler odadaki yer yatağında öylece yatıyor, yürüyemiyor, sürekli ağlıyormuş. Esma okula gittiğinde sadece sesleri taklit edebiliyorken şimdi bizimle röportaj yapılabilecek kadar iyi konuşuyor. Üstelik çok engelliler sınıfından görme engelliler ilköğretime geçmiş. Esra ise gelişimi biraz daha yavaş gerçekleşse de ne istediğini bir şekilde anlatabiliyor. Yemeğini yemeye çalışıyor. Ailesi ve öğretmeni yakın zamanda konuşmaya da başlayacağına inanıyor. Semih Can eğitim almaya daha küçük yaşlarda başladığı için benzer sıkıntıları yaşayanlara göre gündelik hayatta daha aktif. Annesi Songül Hanım özellikle son üç yıldır ciddi ilerleme kaydettiğini söylüyor oğlunun. Yürüyemese de kendini idare etmeye başlamış çünkü. En önemlisi de dokunarak cisimleri hissediyor olması. Son zamanlarda görme engellilerin kullandığı Braille alfabesini de (altın nokta) öğrenme çabasında. Kardeşi Aleyna ona masallar okuyor, o da aklında kalanları tekrar ona anlatıyor. Ezber kabiliyeti yüksek. Yavaş yavaş yere basıyor, bir süre desteksiz durabiliyor. Bakıcı ailesinin hayali Semih Can'ın bir an önce yürümesi. Eğitimle masum ve savunmasız bir çocuğun hayatında nelerin değişebileceğini bir de Pınar Hoca'dan dinleyelim: “Çok engelli bir çocuğumuz var. Görmüyor, zihinsel engelli, iyi işitebiliyor ama konuşamıyor. Sınıfa girmek istemiyor, uyumsuz. Ona işaret dili öğrettik. Çok değil, 9 işaretlik. Çocuk o kadar çok değişti ki. Ufak dokunuşların bile onların hayatındaki karşılığı çok büyük. İşaretlerle kendini anlatabildiği için mutlu şimdi. Uyum sorunu ortadan kalktı. Çay, su, daha, anne, araba diyor; kendine söyleneni anlıyor. Bundan dolayı bütün çok engelli öğretmenlerinin özel eğitim tekniklerini bilmesi elzem.” Ailelere rapor işkencesi Çok engelli bir çocuğa sahip olmak öyle her ailenin kaldırabileceği cinsten bir şey değil. Hiçbirinin sosyal hayatı neredeyse yok. Zaruri ihtiyaçlar ve sağlık problemleri sebebiyle dışarı çıkıyorlar çoğunlukla. Akraba, eş dost ziyaretleri nedir pek bilmiyorlar. Her ne kadar eğitimle çocuklarının hayatında hayli değişiklik gerçekleşse de girdikleri ortamdan çabuk sıkılıyor, göremeseler de insanların onları süzdüğünü hissediyorlar. Sadece ya okulda ya da evlerinde durmak istiyorlar. İstedikleri yapılmadığında da tepki veriyorlar. Ve önemli bir gerçek var ki çok engelli göremeyen, işitemeyen, zihinsel engeli bulunan bir çocuğun normalleşmesi bugünkü tıbbi şartlarda imkânsız. Hâl böyleyken çok engelli göremeyen çocuklarla aileleri tabiri caizse tam bir rapor işkencesi yaşıyor. Çünkü her yıl devlet hastanelerinde 10'a yakın doktora gözüküp heyet raporu çıkarmaları isteniyor. Anne Songül Bakıcı hayat yorgunluklarının üzerine bir de bunların eklenmesine kızıyor: “Semih Can'ın göz yuvalarında göz bebeği yok, bizi göz doktoruna gönderiyorlar. Kimliğinde yüzde yüz engellidir yazıyor, fotoğrafı da var. Çocuk hayatta. Ama özel eğitim merkezleri bunu kabul etmiyor, her sene rapor istiyor. Semih Can kucakta gidip geliyor doktora. Sıra beklemek durumunda kalıyoruz. Çektiğimizi bir biz, bir de Allah bilir.” Sadece Songül Hanım değil, görüştüğümüz diğer aileler de ÇEG çocuklardan rapor zorunluluğunun kaldırılmasını istiyor. “Kimse çocuğu iyileştiği hâlde ‘özürlü' raporu almak istemez. Keşke çocuklarımız sağlığına kavuşsa da bunların hiçbirine ihtiyaç kalmasa.” diyorlar. Onlar bir de ‘özürlü maaşı' konusunda muzdarip. Eğer ailenin aylık geliri 1200 TL'nin üzerinde ya da baba sigortalı bir işte çalışıyorsa (asgari ücretle olsa bile) devlet sadece evde bakım ücreti veriyor, özürlü maaşı bağlamıyor. Aileler ÇEG çocukların masraflarının fazlalığına dikkat çekerek mevcut şartlar aranmaksızın maaş bağlanmasını talep ediyor. İsimleri haberimizde yer alan veya almayan, görüşlerine başvurduğumuz herkesle sohbetimiz dönüp dolaşıp “Biz öldükten sonra bu çocuklara ne olacak?” sorusunda düğümleniyor. Aileler can parçası evlatlarına ‘Offf!' demeden, inanılmaz bir sevgiyle, sabırla bakıyor. Ama biz öldükten sonra çocuklarımız ne yapacak diye kara kara düşünmekten de kendilerini alamıyorlar. Zeliha Ede'nin anlattıkları tüm annelerin ruh hâlini özetliyor: “Evlat acısı gibi bir şey sanki. Bu soru her aklıma geldiğinde içim yanıyor. Oğlum benim için dünyadaki her şeyden daha kıymetli ama ‘Allah'ım, ben öldükten sonra arkama bırakma' diye dua ediyorum.” Günebakan Çok Engelli Göremeyen Çocuklara ve Ailelerine Destek Derneği Başkanı Ayşe Aydın'ın barınma sorununu çözebilecek bir önerisi var: “Engelli çocuğu bulunan ailelerin hepsi çok tedirgin. Belki bedelli askerlik gelirinden pay ayrılarak çocuklarımız için bir yaşam merkezi inşa edilebilir. Devlet öncülük ettikten sonra devamını getirecek iş adamları, hayır sahipleri çıkacaktır.” Türkiye'de sosyal hizmetler alanında bu zamana kadar yeni, faydalı, sorun çözme etkinliğine sahip büyüklü küçüklü yüzlerce düzenleme yapıldı. Çok engelli göremeyen çocuğu bulunan aileler de sunulan kolaylıkların farkında. Fakat yaşadıkları bir dolu problem de hâlâ çözüme kavuşturulmaya muhtaç. Başta Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer olmak üzere; ÇEG çocukların hayatını kolaylaştıracak devletin tüm kurumlarına ailelerin ortak bir çağrısı var: “Artık duyun sesimizi!” Çok engellilerin eğitim ihtiyacı ABD ve Avrupa'da da tam halledilemedi Amerika'daki Perkins Körler Okulu (Perkins School for the Blind) Watertown, Massachusetts Charles Nehri üzerinde 38 dönümlük bir kampüs içinde yer alıyor. Bundan tam 180 yıl önce sadece göremeyenlere hizmet vermek için açılan okul, 1982'den sonra ‘Çok engelliler'i de dâhil ediyor bünyesine. Bu tarihten sonra da 65 ülkede sürdürdükleri ortak programlarla göremeyen çok engellilerin eğitimi hakkında konferanslar düzenleyip velilerin, öğretmenlerin bilinçlenmesine katkı sağlıyor. Ayrıca Perkins uzmanları kaynaştırma yoluyla mahalli okullarda eğitilen görme engelli, çok engelli öğrencilere ve onların öğretmenlerine destek veriyor, evlerde okul öncesi bebeklere bakım sağlayanlara da yardım ediyor. Hem ABD içinde hem de çeşitli ülkelerde çok engelli çocukların hakları konusunda hükümet, parlamento gibi kurumlara danışmanlık hizmeti sunuyor. Türkiye'deki Türkan Sabancı Görme Engelliler İlköğretim ve İş Okulu'ndaki ‘ÇEG' sınıfı da yine onların danışmanlığında açılmış. Perkins'ten burs kazanarak Amerika'da okumaya giden, iş hayatına da yine aynı yerde devam eden Programlar Koordinatörü Cafer Barkuş'a Perkins'in çok engellilere verdiği hizmetleri sorduk... -Sizi tanıyabilir miyiz? İlk ve orta okulu Gaziantep Körler Okulu'nda okudum. Bursla Robert Koleji'ne devam ettim ve iki yıl sonra da yine bursla Perkins'in lise kısmında okumaya hak kazandım. Brandeis Üniversitesi'nde okudum. Yüksek lisansımı özel eğitim üzerine Boston College'de yaptım. 40 yıldır Perkins'te çeşitli bölümlerde çalıştım ve 25 yıldır da gelişen ülkelerden seçilmiş özel eğitimcilerin tahsiliyle görevliyim. -Perkins School for the Blind'den kimler, ne zamana kadar eğitim alabiliyor? Basitçe anlatacak olursam; iki paralel okul düşünün. Biri anaokulundan lise sona kadar çok engelliler ve sadece görme engelli öğrenciler için. İkincisi ise özürlerden birinin işitme olduğu bir program. Onlar da anaokulundan 22 yaşına kadar eğitim alabiliyor. Her iki okulda da eğitim çocuk merkezli ve her birinin eğitim ihtiyacına, potansiyeline göre düzenleniyor. Her yıl programlar incelenip değişiklikler yapılıyor. -Perkins dünyada ekol. Peki Amerika çok engellilerin sorunlarını çözdü mü? Çok engellilerin eğitim ihtiyaçlarının ABD ve Avrupa'da halledildiği biraz mübalağa kaçar. Konu o kadar geniş ki problemin çözülmesi bir toplumdaki tüm insanların eşitliğine benzer. İlerlemekte; ama yol daha uzun. Şöyle diyebiliriz; Amerika'da 1970'lerde eşitlik temelinde engelli çocukların hakları daha detaylı aranmaya başladı. ‘Herkes gibi benim özürlü çocuğumun da eğitim hakkı var' gibi fikirlerle veliler, eğitimciler ve insani duyguları uyanık kimseler kanun tasarılarının hazırlanmasını sağlayıp eğitimde sağlam, yararlı değişikliklerin yapılmasına yol açtı. ABD'de demokrasi yukarıdan aşağıya değil de kökten bir anlayış. O yüzden beş yüz özürlü çocuk velisi bir milletvekiline ‘Bu kanunu desteklemezseniz seçimde bunu herkese hatırlatırız' demeleri engelliler için verimli sonuçların ortaya çıkmasını sağlıyor. -Perkins'ta eğitim kaç yaşına kadar devam ediyor? Okul bittikten sonra gençler sosyal hayata nasıl dâhil ediliyor? ABD'de eğitim ya liseden mezuniyetle ya da 22 yaşında biter. Bunun sebebi ise eğitim sürecinde maddi desteğin çoğunun eğitim teşkilatlarına ait olmasıdır. 22 ve sonrası ise rehabilitasyon kurumları tarafından bu gençler desteklenmektedir. Mesela bu kapsamda; bazı çok özürlü çocuklar birkaç kişi aynı apartmanda oturuyor ve onlar gündüzleri iş yerlerine götürülüp getiriliyor. Bazıları da dört-beş kişilik evlerde destek verici biriyle yaşayıp ya iş yerlerine ya da sosyal işlerle, sanatla uğraşan bir kurumda gündüzlerini değerlendirip evine dönüyor. Yani tek bir çözüm değil de her kişinin kendi becerilerine göre bir hayat ortamı oluşturuluyor. Çok engellilerin pilot okulu Türkan Sabancı Görme Engelliler İlköğretim ve İş Okulu, Türkiye'deki ilk ‘çok engelliler' sınıfını 2002-2003 Eğitim-Öğretim Yılı'nda açmış. İhtiyacın fazlalığı ortaya çıkınca 2004'te bölüm genişletilmiş. Perkins School ile yapılan işbirliği ile yeni eğitim metotları imkânlar dâhilinde takip ediliyor. 4 kişilik sınıflara bir öğretmen bir de yardımcı öğretmen hizmet veriyor. Birbirine yakın seviyedeki çocuklar aynı sınıfta eğitim görüyor. Bütün temel bakımlarından da öğretmenler sorumlu. Burada yapılan faaliyetlerin amacı kendi öz bakım becerilerini kendileri karşılayabilecek çocuklar yetiştirmek. Öğrencilere ilk önce sembolle iletişim kurmayı öğretiyorlar. Kendini anlatmaya başlayanlar yavaş yavaş ortama ısınıyor, davranış problemleri azalıyor. Çok engelliler bu okulda hayata dair ne varsa öğrenmeye çalışıyor. Sınıflarda gündelik işler hep birlikte yapılıyor, rutin oluşturulmaya çalışılıyor. Kemikleşmiş birçok sorun bu okulda da mevcut.
06 Aralık 2011 15:48
DİĞER HABERLER