Polis gücüyle teslim alınan Zaman Gazetesi'nde yazılarına yer verilmeyen Ali Bulaç yeni gazetesinde kalemini konuşturmaya başladı.
Yarına Bakış Gazetesi'nde okurlarıyla buluşan Ali Bulaç, "Yarına Bakmak!" başlıklı ilk yazısında Zaman'a kayyımların el koymasını değerlendirdi. Yazı hayatına 15 yaşında başladığını anlatan Bulaç, "Yaklaşık 50 yıldır yazıyorum. Yazı hayatıma 15 yaşımda iken Mardin Sesi Gazetesi’nde başladım. Milli Gazete ve Yeni Şafak’ta yazdığım 3-4 sene hariç 3 Kasım 1986’dan beri Zaman Gazetesi’nde yazdım. Son yazım 5 Mart 2016 günü yayınlandı. Yazımın başlığı ve konusu “Mazlum neden zulmeder?” sorusunun cevabıydı." ifadelerini kullandı.
Kayyımın Zaman'ına 7 Mart günü yazı gönderdiğini ancak yayınlanmadığını aktaran Bulaç şöyle devam etti:
Malum olduğu üzere Türkiye’nin en çok satan gazetesine el konuldu. Yine de 7 Mart günü yayınlansın diye yazı gönderdim. Yayınlanmadı. Mart ayının ilk haftasında kayyım işe başladı, bizim Şubat ayı maaşlarımıza da el koydu. Atanan kayyımın işi, -varsa eğer- gazetenin mali işlerine bakmak değil hayatına son vermek, binasına ve diğer mal varlığına el koymaktı. Öyle de oluyor. Bu hukuksuz süreç tabii ki günün birinde yargı konusu olacak. Bugün olmasa yarın, bu dünyada olmasa öbür dünyada, Mahkeme-i Kübra’da!
Allah’ın varlığına ve ahirete inanmayanlara her zaman şaşırmışım! Allah, ahiret ve elbette Risalet’le öğrendiğimiz üzere dünyada yapıp ettiklerimizin günün birinde mutlaka hesabını vereceğimiz Din Günü olmasaydı bu dünya yaşanmaz, olup bitene tahammül edemezdik. Ama inanıp da, inandığını söyleyip de, varlık aleminde Allah yokmuş, ahirette Büyük Mahkeme’ye hiç çıkmayacaklarmış gibi amel eden Müslümanlara daha çok şaşıyorum. Bir Müslüman nasıl bu kadar Hukuk karşısında duyarsız olabilir! Nasıl kendisine zarar verdiğini iddia ettiği kimseleri tümden tasfiye etmeye; intikamcı ve kolektif ceza vermeye, on binlerce insanı çoluk çocuk yurtlarından hicret etmeye zorlayabilir, işsiz bırakmak ve aç bırakmakla cezalandırmaya, mallarına mülklerine el koymaya kalkışabilir!
Ben her iddiayı ciddiye almaya değer bulurum. Adil mahkemeler şüpheli kimseleri soruşturur, yargılar ve varsa suç, fiilin cinsinden ve miktarınca ceza verilir. Efendimiz (s.a.), genel bir ilke vaz’etmiştir: “Suçlular hangi kabileden (sosyal gruptan) olursa olsun korunmaz!” Ama son sürecine kadar takip edilmiş de kararı verilmiş bir suç yok, mahkeme kararı yok. Her şey bir iddia ve suçlamadan ibaret! Buna rağmen görülmemiş bir cezalandırma, infaz, tasfiye ve imha söz konusu! Hukuk’un zedelendiği nokta burası!
Ciddi sorunlar yaşıyoruz. Ülkemizin bir bölgesi aylardır savaş hali yaşıyor. Türkiye’nin öteden beri bilinegelen potansiyel çatışma alanları neredeyse eş zamanlı olarak aktif hale geliyor veya birileri tarafından aktif hale getirilmek isteniyor. Kutuplaşma her geçen gün biraz daha derinleşiyor. Ne dostlar ve arkadaşlar arasında ne yakınlar ve aile içinde eskisi gibi muhabbet var! Kırk yıllık dostluklar, arkadaşlıklar bir anda berhava olabiliyor. Siyaset ve siyasi tercihler her türden mülahaza ve mütalaanın üstüne çıkmış durumda. Siyaset, bilgi, hüner ve sanatla sorunları çözme yöntemi ve tekniğidir, daha fazlası değil! Kaziye-i muhkemedir, “haddini aşan zıttına döner.” Siyaseti ve siyasetçiyi tabii misyonu ve fonksiyonu üstüne çıkarırsanız, ondan beklenenin tam aksini tahsil etmiş olursunuz. Hiçbir siyaset dinin amir hükümlerinden, hukuktan, ahlak ve adaletten, kardeşlik ve birlikten daha önemli değildir.