Şu anki Türk dış politikasının temel dinamikleri şöyle: Erdoğan’ın şahsi ilişkileri (petrol, inşaat vs.), devletin delirmiş gibi yürütmeye gayret ettiği (yurt dışı) Cemaat operasyonları, Balkanlarda ‘Osmanlıcılık’ hayaliyle yapılan örtülü istihbarat operasyonları, Ortadoğu’da ABD ile Rusya arasında bir oraya bir buraya savrularak oluşturulmaya çalışılan ‘denge’, Suriye’de cihatçılarla girilen ve önü sonu hesaplanmamış bir macera, İsrail ve İran’la biri inerken, diğeri çıkan tahtarevalli ilişkileri, Avrupa’yla mülteci kozunu kullanarak yürütülen fırtınalı bir aşk-nefret ilişkisi…
tr724 yazarı Kemal Ay AKP iktidarının son dönemde Rusya'dan yediği golleri yazdı. İşte o yazı:
AKP yönetimindeki Türkiye son yıllarda dış politikada ardı ardına ‘gol’ yiyor. En son, dost ve müttefik ülke olarak ABD’nin ‘şerrinden’ kaçıp sığındığımız Rusya, Suriye’de Kürtlerin ve Özgür Suriye Ordusu’nun ‘hâmiliğini’ üstlenen bir yapı kurulduğunu ilan etti. Haberi yabancı basın ajansları, ‘Rusya PYD’yle üs kuracak ve PYD askerlerini eğitecek’ şeklinde geçse de, Rusya bölgede PYD ile Türkiye himâyesindeki Özgür Suriye Ordusu arasında çıkabilecek çatışmaları ‘önlemeye çalışacağını’ duyurdu. Bu hamle, Rusya’nın kuzey Suriye’deki Kürt varlığını tanıyacağını bir kez daha göstermiş oldu. Rusya’nın bu hamlesinden kısa süre önce de, Rakka operasyonu için ABD’nin PYD ile anlaşmaya daha yakın olduğu ortaya çıkmıştı. Acaba neden dünyanın devleri, Türkiye gibi meşru bir ülke yerine, ‘terör örgütü’nü tercih ediyor? Ankara bunu hiç düşünüyor mu?
Meşhur fıkradır: Temel bir gün doktora gitmiş, “Şu parmağımla nereme dokunsam ağrıyor, doktor. Çok hastayım” demiş. Tabi doktor hemen testlere, röntgenlere, tahlillere başlamış. Nihayet ortaya şu sonuç çıkmış: Temel’in meğer parmağı kırıkmış.
Türkiye’nin dış politika sorunları aynen bu fıkrada olduğu gibi. Nereye dokunsa, oradan bir arıza, bir sorun çıkıyor çünkü aslında problem o parmakta.
Hariciye tarihini bilenler, eskiden oralarda görev yapmış bürokratlar, problemin kaynağında AKP’nin özellikle Arap Baharı’ndan sonra uygulamaya çalıştığı gerçeklerden kopuk dış politikanın yattığını savunuyor. Biraz daha içeriden konuşanlar, dış politikayı yönlendiren politik akıl kadar, bürokratik kadronun da budana budana, iyice yetersiz hâle gelmesinin etkili olduğu görüşünde.
Şu anki Türk dış politikasının temel dinamikleri şöyle: Erdoğan’ın şahsi ilişkileri (petrol, inşaat vs.), devletin delirmiş gibi yürütmeye gayret ettiği (yurt dışı) Cemaat operasyonları, Balkanlarda ‘Osmanlıcılık’ hayaliyle yapılan örtülü istihbarat operasyonları, Ortadoğu’da ABD ile Rusya arasında bir oraya bir buraya savrularak oluşturulmaya çalışılan ‘denge’, Suriye’de cihatçılarla girilen ve önü sonu hesaplanmamış bir macera, İsrail ve İran’la biri inerken, diğeri çıkan tahtarevalli ilişkileri, Avrupa’yla mülteci kozunu kullanarak yürütülen fırtınalı bir aşk-nefret ilişkisi…
POLİTİKA HANGİ TEMELLERE DAYANACAK?
putinBu tablodan ‘omurgalı’, ayakları üzerinde duran, tutarlı bir dış politika gelme şansı var mı? Elbette, yok. Hâl böyle olunca, tribünlere oynayıp kısa vadeli ‘puan alma’ hamleleri tercih ediliyor.
Hollanda krizi bunun en yakın örneğiydi. Bir yandan Hollanda ve Almanya’ya ‘Nazi kalıntısı’ denilerek, yurt içinde “Haçlılara meydan okuyan ülke!” imajı köpürtüldü, diğer yandan mülteci kozu tekrar hatırlatılarak Avrupa’nın ‘çaresizliği’ gündeme taşındı. Hollanda, seçim arefesinde olduğundan ateşe karşı ateş oyunu oynadı. Ancak Merkel, bu tartışmadan sıkılmış durumda ve oyunu soğutmaktan yana. Bu da, Türkiye’ye ‘oyunu kendi bahçende oyna’ mesajı.
Daha önceki ‘puan alma’ hamlelerinin objesi ABD eski Başkanı Obama, 15 Temmuz’dan sonra ‘darbenin 1 numarası’ olarak gösterilmişti yandaş gazeteler tarafından. Aynı gazeteler, Trump’ın ekibinde yer alıp Erdoğan’a ‘diktatör’ diyen, 15 Temmuz’u açıkça destekleyen emekli askerleri pek görmedi. (Dahası onlardan biri olan Mike Flynn’le 530 bin dolar karşılığında, Gülen aleyhine lobicilik için anlaşmaya çalıştı.)
ABD VE RUSYA, SURİYE’DE PYD İLE YAKIN
AKP ekibi, bu türlü hamlelerle içeride puan alıyor belki ama dış politikanın yerlerde sürünmesine engel olamıyor.
Suriye politikasının geldiği nokta ortada. Obama yönetimi PKK’nın Suriye’deki kolu PYD’yi destekliyor diye kızıp Rusya’ya yakınlaşan Ankara, şimdilerde Rusların Suriye’deki Kürtlerle yaptığı anlaşmalar karşısında şaşkına dönmüş durumda. Dün ortaya çıkan anlaşmaya göre, Rusya PYD ile Özgür Suriye Ordusu (FSA) arasındaki olası gerilimi önlemek için bir gözetleme merkezi kuracağını duyurdu. Bu durum, Rusya’nın Türkiye’ye güvenmediğinin, Suriye’de ‘kendi hesabını görmek isteyeceğinden’ kuşkulandığının bir göstergesi. Aynı zamanda, Suriye’nin kuzeyindeki PYD yapılanmasına ses etmeyeceğinin de bir işareti. Ruslar daha önce de, Kazakistan’ın başkenti Astana’daki Suriye zirvesinde Kürtlere Suriye’nin kuzeyinde özerk bölge talep etmişti.
(Bu haberdeki ilginç durum, Reuters gibi ajansların bile “Rusya PYD ile anlaştı” açıklamasından sonra, Rusya’nın açıklama yapıp durumu Türkiye lehine dengelemesi. Bu biraz da, Türkiye’yi oyalama içeriyor.)
Bölgedeki diğer temel dinamik, ABD Başkanı Donald Trump’ın iç siyasette yaşadığı hüsranı örtebilmek için IŞİD’e karşı ‘kesin zafer’ parolasıyla Rakka operasyonunu yakında başlatacak olması. Türkiye’nin Trump yönetimini ikna edemediği ve Rakka’da PYD’nin tercih edileceği yönünde güçlü sinyaller var. (Bu arada Trump ekibi hâlen dış politika çarkını çevirecek noktaya gelemediği için, Türkiye ile gayriresmi kanallarla görüşmeyi sürdürüyor, pazarlıklar ortada denebilir.)
15 TEMMUZ ‘FIRSATI’ NASIL TEPİLDİ?
15 Temmuz’un hemen ardından Avrupa ve ABD, Erdoğan iktidarına “Darbeyle ilgili tezlerini ispat etme ve temize çıkma” şansı tanımıştı. Bunun pratik bir sebebi vardı: Darbe girişimi gibi ciddi bir olayı kendi lehine çevirebilirse, Erdoğan’ın ‘kalıcılığı’ tescillenecekti. Üçüncü dünya ülkelerinde bu şekilde kalıcı bir rejim tesis etmiş çok sayıda despot biliyordu Batılı diplomatlar. Bu yüzden denilebilir ki, hem Avrupa hem de ABD, Erdoğan’ın tezlerine inanmaya hiç olmadığı kadar açıktı. ‘Maksat işler yürüsün’dü…
Ancak açgözlülük ve hırs, Erdoğan ekibini bütün dünyada başarısızlığa mahkûm etti. Darbeyle alakalı alakasız yüz binlerce insanın ‘politik kıyımdan’ (purge) geçirilmesi, önceleri sadece rahatsız ediciydi. Şimdilerde ise, geçenlerde Alman İstihbarat Şefi’nin de verdiği röportajda görüleceği üzere, Erdoğan’ın tezleri inandırıcı da gelmiyor. Bilhassa 15 Temmuz’un arkasında Gülen’in olduğu tezi, iyiden iyiye tedavülden kalkmış durumda.
Bu tabloda daha ‘acı’ olanı, mülteci krizinden ötürü Türkiye’ye daha kolay ‘taviz vermesi’ beklenen Yunanistan’ın, darbe girişimine bizzat katılmış ve helikopterle Yunanistan’a kaçıp sığınma talep eden askerleri Türkiye’ye iade etmemesi. Ankara’da hâlâ dış politika konularına kafa yoran birileri kalmışsa, oturup bu tabloyu kara kara düşünmesi gerekir.
Mevcut Türk dış politikası, sürekli eşinden ikinci bir şans isteyen ama her defasında nefsine yenik düşen alkolik kocaların hâline benziyor. Yurt içindeki korku ve baskı, insanları özgürlükleri ya da cepleri ile tehdit etme işe yarayabilir. Ancak uzun soluklu planlama ve yatırım gerektiren dış politikanın bu savrulmaların sonunda, ‘çok naz âşık usandırır’ kıvamına gelmesi kaçınılmaz.