Yazar Sinan Akyüz, son romanı İncir Kuşları'nda (Alfa Yayınları) Bosna'da yaşanan soykırımı gerçek bir kahramanın dilinden bizlere aktarıyor.
Amacının savaş zamanı yabancı kaldığımız bu ülkeye ve orada yaşananlara dikkat çekmek olduğunu söyleyen yazar, kitabı yazarken hüngür hüngür ağladığını itiraf ediyor.
***
Bosna'da yaşanan acının romanını yazmaya nasıl karar verdiniz?
Bosna seyahatlerimin birinde Halide adında Boşnak bir hanımla tanışmıştım. Halide Hanım, bana üç kız kardeşin hikâyesinden bahsetmişti ve ben dinlerken ağlamıştım. Daha sonra Türkiye'ye döndüm ve zaman içinde bu hikâye benim içimde yer edindi. Dayanamayarak Bosna'ya yeniden gittim ve bu hikâyenin detaylarını öğrenmek istedim. Sonrasında hikâyenin kahramanıyla tanıştım ve hikâyeyi ondan dinledim.
Onca yıl sonra aynı acıların tekrarlanması zor olsa gerek. Onu bu hikâyeyi anlatmaya ikna etmeniz zor oldu mu?
Savaşın başladığı günden bugüne kadar Boşnaklarda şöyle bir düşünce hakim olmuş: "Konuşmak tehlikelidir." Ama sonra bu düşünce 'Susmak günahtır.' şeklinde değişmiş. Benim kahramanımın da konuşmaya önem verdiği bir dönemdi. Konuşmayı kabul etti ve kalkıp Bosna'ya gittim. Bir buçuk ay kadar orada kaldım. Hem hikâyeyi dinledim hem de hikâyenin geçtiği mekânları dolaştım.
Bu romana kendi duygularınız ne kadar yansıdı?
Yazar olarak objektif olmak zorundaydım. Bir şeyi anlatmaya karar verdiğimde karşı tarafı da günahı ve sevabıyla değerlendirmek istedim. Ama ne kadar objektif olursam olayım Müslüman bir yazarım. Din adına, ırk adına yaşananlar maalesef benim tüylerimi diken diken etti. Anladım ki bu tamamen Müslüman bir ırka karşı yapılmış bir soykırım ve soy değiştirme savaşıydı. Bunun da adsız kahramanları Boşnak kadınlardı. Bu savaşı çıkaranlar o dönemin siyasetçileriydi, Hıristiyan Avrupa'sıydı yani erkeklerdi ama en çok acısını çekenler Boşnak kadınlardı. Ben bu savaşı bir de o kadınların gözüyle anlatmak istedim.
Romanda gerçek bir öykü var ve okuyanı derinden yaralıyor. Romanın yazım aşaması sizin için zor oldu mu?
Evet çok zordu. Öncelikle bir ulusu yazıyorsunuz. Bunu doğru şekilde anlatmak ve aktarmak gerekti. Bir taraftan o ulusun değerlerini göz önünde bulundurmak, bir taraftan da yeni bilgileri onları kırmadan vermek zorundaydım. Bu hikâye beni çok etkiledi. Bu kitap başından sonuna kadar yüreğime dokunan, yüreğime geçen ve duygusal anlamda beni çok etkileyen bir romandı. Açık söylüyorum, bu romanı yazarken hüngür hüngür ağladım. Sonra dedim ki: 'Ben bir yazar olarak hisleniyorsam umarım bu duygular okura da geçer ve şu ana kadar sırtımızı döndüğümüz ülkeye ve insanlara bu kitap vesilesi ile 'merhaba' der ve tanışmış olur.'
Şu anda Bosna'da durum ne? İnsanların yüreklerinde bu savaş sona ermiş mi?
Ben bunu bir futbol maçına benzetiyorum ve gördüm ki maçın ikinci yarısı oynanmamış. 1992-1995'te ilk yarısı yapılan bu maçın ikinci yarısı hâlâ duruyor. Şu anda Bosna'da silahların sustuğu bir psikolojik savaş yaşanıyor. Olmasını istemiyorum ama belki ileride bu yarı oynanacak. Saraybosna'da yaşayan herkes şunu çok iyi biliyor ki orada şu anda siyasî bir erk yok. Her şey düğümlenmiş vaziyette. Dönüşümlü cumhurbaşkanları ve başbakanları var. Bakıyorum ki Sırplar, Bosna-Hersek'in gelişmemesi için bir şeyler yapıyorlar. Sırpların ve Hırvatların bir devleti var ama Boşnakların 'Bu devlet bizimdir.' dedikleri bir yerleri yok. Şu anda Saraybosna'da yaşayan aydınlar ve aklı başındaki herkes biliyor ki, burada silahların sustuğu bir savaş yaşanıyor ve bir gün yine bir savaş çıkacak.
Romanda 'Bilge Kral' olarak tanıdığımız Aliya İzzetbegoviç farklı anlatılıyor.
Burada farklı düşünceleri ortaya koydum. Aliya İzzetbegoviç'e 'İyi bir lider değildi.' diyen Müslüman Boşnaklar şunu söylediler: O siyasî bir lider olamayacak kadar iyi bir insandı. O bir bilgeydi. Onda derin bir Allah korkusu vardı ve her şeyin kansız bir şekilde çözülmesini istiyordu. Aliya İzzetbegoviç, iyi bir adamdı, bir bilgeydi ama Slobodan Miloseviç gibi, Mladiç gibi, Karaciç gibi şeytanların karşısında insanlık duygularının fazla olması çok fazla bir anlam ifade etmiyordu. Karşınızdaki şeytan kodlanmış ve sadece öldürmek istiyor. Şeytanla bu alim kişiliğinizle savaşmanız çok zordu. Onun yanıldığı noktalar vardı. Birleşmiş Milletler'e çok güvendi. BM'nin Boşnaklardan silahlarını istemesi ve onun da BM'ye güvenerek bunları teslim etmeleri, onun iyi niyetinin göstergesiydi ama sonra ne oldu?..
Ne oldu?
BM'nin o dönem Bosna'ya atadığı Barış Gücü Komutanı General Lewis MacKenzie, maalesef en büyük tecavüzcü çıktı. Kendisine en güzel Boşnak kızları servis ediliyor. "Menfaatle motive edilmiş aşk en güçlü aşktır." diyor bu kızlara. Tehditle bu kızlarla birlikte olduğu ortaya çıktı. Yine Srebrenitsa katliamında BM'nin barış gücünde görevli Hollandalı tabur komutanı Tom Karremans ile Hollandalı General Kees Nicolai'nin kenti teslim ettikten sonra Ratko Mladiç'le bir araya geldikleri, şakalaştıkları hatta kadeh kaldırdıkları ortaya çıktı. Bunlar Boşnakların başına neden geldi? Her şey I. Kosova Savaşı'na dayanıyor. Yüzyıllar öncesinden Sırplar Boşnaklara bilendi. Sırplar, bu katliamları hep 'Müslüman Türkler' diye yaptı. Halbuki Boşnaklar bir Avrupa ırkı, sadece dinleri farklı.
Peki bu soykırımın en acı tarafı sizce neydi?
Burada 150 bine yakın insan öldü. 40 bin Boşnak kadın tecavüze uğradı ve nefret çocukları dünyaya geldi. Sırplar, bu kadınlara öyle bir şey yaptılar ki. Çocukları aldırmasınlar diye onları hamile bıraktıktan 4 ay sonra takasa tabi tuttular. Sonra onlara dediler ki: "Gidin Müslüman Aliya'ya Sırp ve Hıristiyan çocuklar dünyaya getirin." "Soyunuzu şu anda değiştiriyoruz"u da ekleyerek.
Bu çocukların psikolojisi nasıl peki?
İyi değil. Ama en üzücü nokta şu. Ya bir gün bu tecavüzlerden doğan çocuklar birbirini sevip ve evlenirse ne olacak? Kadere inanıyorsak birbirinin kardeşi olan ama bundan habersiz olan iki kardeş evlenebilir. Bu acının en dramatik taraflarından biri de bu.
Yazarların ve sanatçıların bu acıyı yansıtabildiklerine inanıyor musunuz?
İnanmıyorum. Keşke bunu biz daha önceden verebilseydik. Bu öncelikle biz Müslümanların sonrasında ise tüm insanlığın göreviydi. O dönemi anlatmalıydık; kitaplarını yazıp filmlerini çekmeliydik. O dönemde doğmuş çocuklar o döneme ait bir şey bilmiyorlar. O insanlara bunları öğretmek gerek. Ne tuhaftır ki biz Müslümanlar hâlâ o dönemi anlatan adamakıllı bir film yapamazken Amerika'dan bir oyuncu Angelina Jolie gidip Bosna'daki savaşın filmini çekiyor. Keşke bizim sanatçılarımız ve edebiyatçılarımız da en az bu kadar duyarlı olsalardı.
Siz romanı filmleştirmeyi düşünmüyor musunuz?
Evet düşünüyorum. Bu kitabımın bir sinema filmi olarak çekilmesi için sinema eğitimi alıyorum. Kitabın senaryosunu kendim yazmak istiyorum.
Bosna'yı anlamak için neler yapmalıyız?
Bu kitap biraz fikir verebilir. Bence hacca giden Türkler oraya gitmeden önce Bosna'ya gitsinler. Ondan sonra Mekke'ye gitsinler. Körü körüne Avrupa'nın saplantılarının içinde olmaktansa Avrupa'nın göbeğinde 20. yüzyılda nasıl bir soykırım ve soy değiştirme yapıldığını görsünler. Kendi inançlarına, kendi dinlerine daha sıkı sarılsınlar. Çünkü bu, bir din ve ırk savaşıydı.
Türkiye, devlet olarak ne yapmalı?
Türkiye devleti ve Türk insanı olarak oraya yatırım yapmalıyız. Orada işsizlik önemli bir boyutta. Son zamanlarda Türk işadamlarının yaptığı çalışmalar beni gelecek adına ümitlendirdi. Yatırımcılar orada Türk okulları açmışlar. Saraybosna'da tüm Boşnaklar, çocuklarını bu okullara sokabilmek için uğraşıyor. Çünkü aklı başında eğitim veren okullar. Umarım böyle yatırımlarla orayı güçlendiririz. Boşnaklara şunu hissettirmeliyiz: Bir dönem arkanızda Osmanlı vardı. Şimdi onların çocukları olan bizler varız.
ZAMAN