Topraklarında kanser olduğu iddia edilen Nevşehir'in üç köyünde durum iyice karıştı.
Topraklarında kanser olduğu iddia edilen ve kırk yıldır taşınıp taşınmamayı tartışan Nevşehir'in üç köyünde kafalar, Ankara Üniversitesi'nin yaptığı yeni araştırmayla iyice karıştı.
Kapadokya bölgesi, adını Pers dilinde ‘Güzel Atlar Ülkesi' anlamına gelen ‘Karpatuka'dan alıyor. Kayseri, Nevşehir, Aksaray ve Niğde arasında kalan bu bölgedeki doğal yapının benzeri dünyanın hiçbir yerinde yok. Bu alan, üç büyük yanardağın -Hasandağı, Melendiz, Erciyes- milyonlarca yıl püskürmesiyle oluşan kalın bir volkanik örtüyle kaplı. Erciyes ve Hasandağı volkan küllerini çevreye yayarak ilginç doğal şekilleri ve verimli araziler oluşturmuş. Fakat kül ve tüflerin kapalı tuzlu göl suyuna karışmasıyla oluşan zeolit grubu minerallerinin insan sağlığını tehdit etmeye başlamasıyla tehlike çanları da çalmış. Özellikle bölgedeki üç köy (Sarıhıdır, Tuzköy ve Karain) kanserli köy yaftasından yıllardır kurtulamamış.
Nevşehir'in Ürgüp ilçesine bağlı bu üç köy yıllardır kanser vakalarından muzdarip. Normalde milyonda bir görülen bir kanser türüne bu köylerde her 13 kişide bir rastlanıyor. Karain'de ölümlerin yüzde 60-80'i, Tuzköy'de yüzde 60'ı, Sarıhıdır köyünde ise yüzde 50'ye yakını bu hastalıktan. Son kırk yıldır bu köyler kendi isimleriyle değil de ‘kanserli köy' ismiyle anılıyor. Bu köyler 1970 yılından beri taşı toprağıyla araştırma ve haber konusu. Düne kadar evlerin yapımında kullanılan taşlarda bulunan ‘erionit' isimli bir madde kanserden sorumlu tutuluyor. Söylenen o ki, ‘erionit' solunum yoluyla ciğerlere yerleşiyor, akciğerlere saplanıyor ve iltihap oluşturarak bölge halkında kansere neden oluyor.
Kanser vakalarının önüne bir türlü geçilemeyince köylerin taşınması gündeme geldi. 1980 yılında Bakanlar Kurulu üç köyün taşınmasına karar verdi ancak projenin hayata geçirilmesi epey bir zaman aldı. Yakın bir zamanda Tuzköy 4 kilometre kuzeye, Sarıhıdır köyü de bir tabii afet sebebiyle eski yerinin karşısına taşındı. Sadece Karain köyünün durumu netlik kazanmamıştı. Meclis Araştırma Komisyonu üyelerinin incelemeleri sonrasında Karainliler köyleriyle ilgili Bakanlar Kurulu'ndan çıkacak kararı beklerken köye gelen dört üniversite hocasının araştırmaları kafaları iyice karıştırdı.
Ankara Üniversitesi Nükleer Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Doğan Bor başkanlığında, Prof. Dr. Yeter Göksu, Prof. Dr. Çelik Tarımcı, Prof. Dr. Yusuf Kaan Kadıoğlu ve Prof. Dr Haluk Yücel'in yer aldığı ekip 2,5 yıldır bölgede araştırma yaptı. Saha çalışması özellikle kanserli olduğu iddia edilen Sarıhıdır, Tuzköy ve Karain'de yoğunlaştı. Göksu ve Tarımcı minerallerin katı yapılarıyla ilgili özelliklerine, Kadıoğlu mineral analizlerine, Yücel ise radyoaktivite miktarına baktı. Bu bilim adamlarının vardığı sonuç yıllardır kanserojen madde olarak suçlanan erionit'i aklayarak ezber bozuyor. Rapora göre bu köylerde kansere neden olduğu öne sürülen ‘erionit' adlı madde aslında İngiliz tuzu olarak adlandırılan magnezyum sülfat! Ayrıca dedektörlerle araştırma yapan, köylerden aldıkları 50-60 farklı örneği aylardır inceleyen ekip herhangi bir radyoaktiviteye rastlamadı. Uzmanların vardığı sonuç şu: Bu köydeki kanser vakaları yıllardır söylendiği gibi ‘erionit'le ilgili değil. Aynı hastalıktan çok sayıda kişinin ölmesi ise köylülerin genetiğiyle alakalı olabilir!
KÖYÜMÜZ KASABA GİBİYDİ
Kırk yıldır “Köyün taşı toprağı kansermiş, buradan taşınalım.” diyen köylünün kafası şimdi karışık. Kanserin sebebi köylerinin bulunduğu yer mi yoksa kendi genleri mi? Yeni araştırmanın varlığından ve sonuçlarından haberdar olduğumuzda bölgeye gidip kanser muammasını bir de Karainlilerin ağzından dinledik.
Taşınması yılan hikâyesine dönen Karain, Nevşehir'in Ürgüp ilçesine sekiz kilometre uzaklıkta. Köyün geçmişi 3 bin yıl öncesine uzanıyor. Burası köyden ziyade bir kasaba görünümü taşıyor. Türkiye'de ilk kütüphane bu köyde kurulmuş. Sağlık ocağı, doktoru ve ambulansı var. Civar köylere oranla daha fazla nüfusa sahip olan Karain, Türkiye'den yurt dışına göçlerin başladığı yıllarda İsveç, Almanya ve Hollanda'ya göç vermiş. Yaklaşık 500 kişilik bir nüfus İsveç'in Stockholm kentinde bulunuyor. Köylünün bir kısmı ise Ürgüp ve civar ilçelere yerleşmiş. Yıllardır kanserle mücadele eden köy nüfusu gitgide azalmış. 1980'lerde binin üzerindeki nüfus şimdi 180 civarında. Köyde 55 hane bulunuyor. Köyü dolaştığınızda çocuk görmeniz neredeyse imkânsız. Yaş ortalaması 60 ve üzeri.
İki vadi arası olması sayesinde buradaki arazi diğer köylere oranla daha verimli. Köyde yıllar önce açılmış Tarım Kredi Kooperatifi bile var. Köydekilerin geçim kaynağı yüzde 80 tarıma dayalı. Pekmez, patates, arpacık soğan, yoğurt yörenin meşhur ürünleri. Ancak ‘kanserli köy' iddiası köylünün geçim kaynağını da baltalamış. Eskiden pazarlarda aranır hâldeki ürünlere şimdi talep yok. Karain pekmezi veya yoğurdu dedin mi kimseler almıyor. Karain köylüleri kanser söylentileri yüzünden pazarda ürünlerini satamadığı gibi komşu köylerle kız alış verişi bile yapamıyor.
BİR DOKTOR GELİR,KÖY DEĞİŞİR
Aslında Karain'in durumu 1980'li yıllarda buraya araştırma yapmaya gelen bir doktorla değişiyor. O tarihlerde bir ayda 28 kişinin hayatını kaybetmesi köy halkını tedirgin eder. Şükrü Taşkın ve Ethem Uz isimli iki öğretmen ‘Köyümüzde ölümler oldu, hastalık mı var?' endişesiyle Ankara'ya bir mektup gönderir. Aylar sonra Ankara'dan bir profesör konuyla ilgilenerek muhtara telgraf gönderir ve köyde araştırma yapmak istediğini belirtir. İhtiyar heyetiyle durumu değerlendiren muhtar, doktorları köye davet eder.
Sağlık ekipmanlarıyla köye gelen Hacettepe Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. İzzetin Barış, uzunca bir süre köyde araştırma yapar. Önce röntgen cihazlarıyla herkesin filmi çekilir. Çoluk çocuk, yaşlı genç köyde neredeyse akciğer filmi çektirmeyen kimse kalmaz. Ardından kimilerinin filmlerinde şüpheli bir nesneye rastlanır. O zamanlar köyün muhtarlığını yapan İlyas Bey, o günleri şöyle anlatıyor: “Doktorlar cami minaresine çıkarak isim okurlardı. Okudukları isimlerin filmlerinde şüpheli bir şey çıktığı, Ankara'ya gitmeleri gerektiği söylenirdi. Bu şekilde çoğu kişi Ankara'ya tedavi olmaya gitti.”
Minareden ismi okunan birçok kişi tedavi için yola koyulur. Hatta o dönem filanca köydenim deyip Karain, Tuzköy ve Sarıhıdır'ın adını veren herkes Hacettepe Üniversitesi'nde ücretsiz muayene olur. Tedavi için gidenlerden de hayatını kaybedenler olur ama en azından onlardan alınan biyopsiler sayesinde hastalığın adı konur: Mezotelyoma yani akciğer zarı kanseri.
Köyde yapılan araştırma sonucunda ‘erionit' isimli maddenin köylüleri kanser ettiği, bir an önce köyün taşınması gerektiği gündeme gelir. Dr. İzzettin Barış, bölgede yaptığı araştırmalarda erionit adlı mineralin en öldürücü kanser yapıcı madde olduğunu tespit ederek tıp tarihine geçer.
Köylülerin anlattığına göre Karain köyünün kanserle tanışması işte böyle. O gün bugündür bu hastalığın pençesindeler. İlk başta söyleyemeyenler şimdi hastalığı diline pelesenk etmiş. Akciğer zarı kanseri yerine bir çırpıda mezotelyoma diyor. Ancak hastalığın neden kaynaklandığını onlar da bilmiyor. İmam Ali Çelebi: “Yan yana oturan iki evin birinde bütün aile kanserden ölüyor. Diğer evde hiçbir şey yok. Mesela burada bir Mustafa abimiz vardı, hanımı hastaydı, onu götürdü. Gelmişken senin de filmini çekelim demişler, parça almışlar. Karısı hâlâ yaşıyor; ama kendisi altı ay sonra öldü. Parça alınanlar hayatta değil. Köyde dört kişi kaçtı ameliyat masasından. Biri 83 yaşında öldü, diğer üçü yaşıyor. Biz bu işi anlamadık.”
Köyde bu hastalıktan ölenlerle ilgili tam bir istatistik yok; ama o dönem yapılan araştırmalara göre yüzde 70 civarında ölümün bu hastalıktan kaynaklandığı biliniyor. Diğer bir araştırmaya göre 40 yılda ölenlerin sayısı 300 civarında.
ERİONİT DEĞİL, MAGNEZYUM SÜLFAT
Ankara Üniversitesi Nükleer Bilimler Enstitüsü ve Adıyaman Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yeter Göksu, yaptıkları araştırmayı anlatırken Kapadokya'ya gidiş nedenlerini şöyle özetliyor: “Oraya gitme amacımız, bölgede kanseri tetikleyecek herhangi bir radyoaktif maddenin olup olmadığını araştırmaktı. Fakat gittiğimizde Sarıhıdır köyünün karşısındaki mağarada gördüğümüz şey bizi dehşete düşürdü. İğne yapılı erionit olduğu iddia edilen maddeye rastladık. Jeolog arkadaşımız da ‘Ben ilk defa bu kadar büyük yapıda erionit görüyorum!' dedi. Laboratuarda incelemek üzere yöreden 50-60 farklı örnek ve evlerden de toz topladık. Erionit denilen madde suda erimez. Biz de suda inceleyelim istedik ancak maddenin eridiğini gördüğümüzde şoke olduk. Aylarca deney yaptık ve içinde magnezyum sülfat olduğunu ortaya çıkardık. Yani İngiliz tuzu olarak bilinen, kaslara, sinirlere iyi gelen bir madde. Zaten erionit olsaydı suda erimesi mümkün değildi.”
Prof. Dr. Yeter Göksu, bu konuyla ilgili daha önceki çalışmaların çelişkili olduğunu öne sürüyor. Kimilerinin, bu hastalığın kanser değil de iltihaplanma olduğunu iddia ettiğini dile getiriyor. Göksu, “Kanser mi değil mi, literatürde karmaşık. Mezotelyomanın öldürücü olmadığını söyleyenler, iltihaplanma olduğunu ileri sürenler var. Biz doktor değiliz; ama bu konuda da çok çelişkili ifadeler var.” diyor.
Göksu ve ekip arkadaşları, maddenin erionit olmadığının ortaya çıkmasıyla bölgeyle ilgili makaleleri araştırmaya başlamış. Araştırmaların çoğu Jeolog Umran Doğan ve Dr. İzzettin Barış'a ait. Ekip, inceledikleri makalelerin çoğunda da çelişkili ifadelere rastladıklarını anlatıyor: “Erionit var deniyor ama makalelerde kullandıkları resimler bile başka yerlerden alınan farklı erionit'lerin resmi. Onlar da daha önce erionit dedikleri maddeye, zaman geçtikçe ‘erionit olduğu sorgulanabilir' diyorlar. Bir de eğer bu köyde erionit varsa köyün taşınmasının mantığı yok. Çünkü toza karışıp gidiyorsa bu her şekilde tozup gelir. Köyleri 2-3 kilometre öteye taşımanın bir anlamı yok ki.”
Göksu; İsveç'te yapılan bir araştırmanın, köydekilerin altı yedi nesil önce iki aileden evlenmeler yoluyla türediklerini ortaya koyduğunu hatırlatarak hastalığın genetik olabileceği üzerinde de durulması gerektiğini söylüyor: “Erionit diyenlerin şöyle bir yanılgısı var: Buranın jeolojik yapısı çok benzer. Mesela Karlık diye bir yer var. Burada kanser vakasına rastlanmıyor. Ama son yıllarda akciğer kanserinden biri ölüyor. Onun geçmişi inceleniyor ve Karain'den oraya gelin gitmiş biri olduğu ortaya çıkıyor. Ayrıca yıllar önce İsveç'e göç eden kişiler arasında da bu hastalıktan ölenler var. Demek ki topraktan kaynaklı değil.”
Prof. Dr. Çelik Tarımcı ise burada kanser olayları gözlenince bir sebep arandığı, bunun da erionit olabileceğinin düşünüldüğü ihtimali üzerinde duruyor: “Bu yörede erionit var, solunuyor. Solunduğu zaman akciğerlere saplanıyor ve saplandığında da akciğerde iltihaba neden oluyor. Sanırım sadece bakarak buna karar veriyorlar. Çünkü yapısı birbirine benziyor. Ancak kimse erionit mi değil mi diye sorgulamıyor.”
HASTASINIZ DİYORLAR AMA BELGE YOK!
Bir buçuk yıldır köyün muhtarlığını yapan emekli polis Mevlüt Özatan, bakın nasıl anlatıyor yaşadıkları muammayı: “Köyde kalırsak hasta olacağımızı söyleyen Hacettepe Üniversitesi, köyde kalmakla hasta olmayacağımızı söyleyense Ankara Üniversitesi. İkisi de bu devletin üniversitesi. Varın siz karar verin.”
Köy muhtarı Mevlüt Bey, doğma büyüme Karainli. 1980 yılında polis olarak ayrıldığı köye 2008'de geri dönmüş. Ailesinde kanserli hasta yok. Onun da çocukluğu iddia edildiği üzere çok sayıda erionit bulunduğu söylenen mağara evlerde geçmiş. Hâlâ baba yadigârı evlerinde yaşıyor. Artık Karin'in kanserli köy yaftasından kurtulmasını istiyor: “Bu köylüye hastasınız diyorlar; ama hasta olduğuna dair bir tane belge gösterilmiyor. 35 yıl geçmiş, belge yok. Artık bizim istediğimiz, gereken yapılsın. Taşınacaksa ben de köylüyü toplayıp bu raporları gösterip anlatayım.”
Köy kalkacak diye yıllardır yatırım yapılmadığını dile getiren Mevlüt Bey, 40 yıldır sürüncemede kalan konunun artık aydınlatılmasından yana: “Özel idareye gidiyoruz, diğer köylüler yol istiyor, altyapı istiyor, ben ise köyün sağlık raporunu istiyorum! Benim istediğim şu: Gitmem diyeni zorlamasınlar, gidecek olanın da evini yapsınlar.” Köylülerin çoğunluğu kalmaktan yana. Buradaki topraklarından 2-3 kilometre de olsa öteye gitmek onlar için terk-i diyar anlamına geliyor.
Karainli Âlim Uğur, “Kanser de olsa bu vatan benim vatanım. Ölürsem de burada öleyim, gam değil!” diyor. Köyün taşınmasını isteyenler de yok değil. Muhtarın anlattığına göre onların derdi köy taşınırsa Ürgüp'te bir ev sahibi olma.
Bir tarafta köylüyü erionit'in kanser ettiği iddiası, diğer tarafta son araştırma. Aslına bakılırsa biz de çıkamadık işin içinden. Her ikisi de üniversite, her ikisi de ilim yuvası. Köylüye gelince, onlar da şimdilik beklemede. Bu hastalığın sebebi toprakları mı, genleri mi bilmek istiyorlar. İçlerinden birinin söylediği cümleler aslında her şeyi özetliyor:
“Ölenin hanesi de kapanıyor bu köyde artık. Yani gerisi yok bu köyün. Niye öldüğümüzü bilemeden köyümüz böyle silinecek haritadan. Bari gerçekler aydınlansın, köyümüzün bahtı kara, adı kanser kalmasın.”
Anlaşılan o ki, bölgede jeolog ve hekimlerin aydınlatmak zorunda kalacağı birçok karanlık nokta var. Örneğin neden aynı ortamı paylaşan her insanda hastalık görülmüyor? Neden bazılarında akciğer zarında kalınlaşma, kireçlenme olduğu hâlde diğerlerinde kanser görülüyor? Neden bu üç köyde kanser vakası yoğun?
Erionit nedir?
Yapısı asbeste benzeyen erionit, kolay şekillenen yumuşak kayaların ve toprağın içinde bulunan, ancak mikroskopla görülebilen bir mineral. Havadan bulaşan ve nüfuz ettiği her şeyi taşlaştıran erionit, kanlı balgamla kendini gösteriyor, sonra ciğerlerde büyük tahribata yol açıyor. Erionit'ten kansere yakalanan hastalar, aylarca solunum sorunu yaşadıktan sonra yaşamını yitiriyor. Mineral ayrıca, kan şekerini düşüren bir hormon salgılayarak hastada psikolojik bozukluğa neden oluyor ve hasta şuurunu yitiriyor. Sürekli oksijen almalarına rağmen, hastalığa yakalananların dudakları, burunları, kulakları ve parmak uçları kararıyor. Sünger gibi olması gereken akciğer, beton gibi sertleşerek kurşun geçirmez hâle geliyor. Hasta kısa sürede hayatını kaybediyor.
Prof. Dr. İzzettin Barış*:Böyle saçma şey olur mu?
1967'de GATA'da asistandım. Bir akıl hastasının akciğerlerinde bir şey olduğunu, muayene edip rapor yazmamı söylediler. Biz adamı gördüğümüzde yanına bile yaklaşılmıyor, kafasını duvarlara vuruyordu. Hastalığını ilk başta köpeklerden bulaşan kist hastalığı zannettik. Hasta daha sonra Bakırköy'e sevk edildi. Bir yıl sonra İstanbul'a tayin edildiğimde yine aynı adamı gördüm. Dedim daha önce görüşmüştük, ciğerinde kist vardı, ameliyat olman lazım. Nitekim ameliyata karar verdik, sol tarafını açtığımızda mandalina büyüklüğünde kiste rastladık.
Ameliyatı yapan doktor, bunun köpekten geçtiğini anlamak için içinden bir sıvı almam lazım dedi. İçinden sıvı alındığında doktor, “Bu kist değil.” dedi ve çıkarıp bana verdi. “Eğer bunu hastanenin patoloğuna gösterirsen buradakiler anlamaz. Sen üniversite hocalarına göster.” dedi. Ben de gittim bunu onlara gösterdim, hocalardan biri buna mezotelyoma dedi. Ben bu hastalığının asbestle ilgisinin olduğunu öğrendim. Bunun üzerine köyde asbest aradık, bulamadık; ama erionit bulduk. 13 mezotelyoma hastasına rastladık. Bu tahlilleri bizimkiler yapamadı. Avrupa'da yaptırdık.
Bu hastalığın hiçbir tedavisinin olmadığını öğrendim ve bunun tek çözümünün köyün taşınması olduğunu söyledim. Bakanlığa başvurdum. Köylerin taşınması gündeme gelince köylüler beni düşman bildi. Bu erionit isimli maddenin kanser yaptığı farelerde tespit edildi. Bunların deneyleri Avrupa'da yapıldı. Erionit denilen şey insanların balgamlarında, ameliyat olanların ciğerlerinde tespit edildi. Daha ne istiyor bunlar? Ben bu işten bıktım. Böyle saçma şey olur mu? Bu işe cevap vermesi gereken Bakanlık. Biz yıllar önce bu kanserin tedavisinin olmadığını, tek çözümün köylerin taşınması olduğunu söyledik. Bununla ilgili rapor hazırladım ve Dünya Sağlık Örgütü de kitap olarak yayımladı. Genetik yatkınlıkla ilgisi yok. Mezetolyomada genetik yatkınlığın rolü olmadığı ispatlanmıştır.
(*) Köydeki hastalığı yıllar önce tespit eden ilk bilim adamı.
Köylü Ali Dinler:Biz bu işin içinden çıkamadık
“45 yaşındayım, 45 yılın 40'ını köyde geçirdim. Etrafımızdaki insanlar hayatını kaybettikçe biz de gidip kontrol oluyoruz; ölüm korkusu başka şeye benzemiyor. Ancak aklımıza takılan şu: Biyopsi alınanların çoğu hayatını kaybetti de ameliyat masasından kaçanlar neden ölmedi? İzzetin Barış, amcamın oğlunun da biyopsisi alınması gerektiğini söylemişti ama o hastaneden kaçtı. Şimdi hâlâ hayatta. En samimi arkadaşlar bile birbirine “Biraz açıl, kanser bulaşır.” diye espriler yapıyor. Bizim köyde artık damdan düşene de kanser deniyor, kalp krizinden ölene de. Biz çıkamadık bu işin içinden.”