Bu süreç ne zaman bitecek?

''Devlet gücüyle en iğrenç ve pespaye bir şekilde yalan ve iftiralarla, komplo ve kumpaslarla yürütülen bir algı operasyonuna mağlup olan milletin bir kısmı Hizmet hareketini yanlış değerlendiriyorsa suç cemaatte midir? Birileri habbeyi kubbe, pireyi deve yapıyorsa, sorumlu biz miyiz?''
Cemil Tokpınar / TR724

Yaklaşık beş yıldan beri en çok muhatap olduğumuz soru bu:
 
Süreç ne zaman bitecek? Masumlar ve mazlumlar ne zaman rahat bir nefes alacak, her gün her gece ağlayanlar ne zaman gülecek?

En sonda yazacağımı en başta söyleyeyim: Bu zulüm ve istibdat süreci bütün dünyayı kaplayıp kıyamete kadar da devam etse, hak bildiğimiz yoldan asla dönmeyeceğiz. Sabır ve tahammül göstererek dua ve tazarru ile Rabbimize iltica edip hizmet ve ibadetle Onun rahmet ve inayetini istirham edecek, iman ve Kur’an davasına sebat ve sadakatle hizmete devam edeceğiz, inşallah.

Ama öyle inanıyoruz ki, zulmün ömrü kısaldı, gücü azaldı ve kısa bir müddet sonra süreç son bulacak. Bir gün karlar eriyecek, bahar gelecek, kardelenler açacak, yangın sönecek, hizmet adına kaybettiğimiz her şey inşallah on katıyla telâfi edilecek.

Peki, hem kıyamete kadar da razıyız diyoruz hem de kısa bir müddet sonra bitecek diyoruz, bu bir çelişki mi?

Hayır, asla çelişki değil. Çünkü biz Rabbimizin hikmetine, takdirine, istihdamına inanıyor, güveniyor, boyun eğiyoruz. Ondan şikâyetçi olamayız, kaderi tenkit edemeyiz, İlâhî takdiri sorgulayamayız. Bizim imanımızın, teslimiyetimizin, tevekkülümüzün gereği, takdire boyun eğeriz. Tabiî bunlara inandığımız kadar Onun rahmetine, inayetine, adaletine de inanıyoruz.

Ezelî hikmet, hizmet hareketi hakkında, tüm zamanlar içinde eşine ender rastlanan bir imtihan takdir etti. Yaşadıklarımız, bir yönüyle Asr-ı Saadetin Mekke dönemindeki işkence ve mahrumiyetlerini, bir yönüyle Medine’deki sıkıntıları, başka bir yönüyle Emevîler döneminde Ehl-i Beyt’e yapılan zulümleri hatırlattığı gibi, insanlık tarihindeki farklı zulüm ve istibdat dönemlerindeki uygulamalara da benziyor.

Bir şekilde taraftar olan veya gönül verenlerin sayısı milyonları bulan bir hareketten söz ediyoruz. Zulümler ise envai çeşit. Mahpus, mazlum, mahrum, mevkuf, muhacir, maktul, mecruh olduğu gibi parçalanmış aileler, malları gasp edilenler, işleri, meslekleri ellerinden alınanlar ve bu zulümden etkilenenler milyonları aşmış durumda.

Sürece bütüncül bakılmalı

Peki, neden kader buna fetva verdi? Niçin Rabbimiz bu zulümlere izin veriyor? Kısaca, süreç niçin başladı ve devam ediyor?

Bunun belki yüzlerce sebebi var. Bir sebebe indirgersek, bütüncül bakmazsak yanılırız. Bu sebepleri detaylarıyla ele almak çok uzun olur. Ancak sınıflandırmak gerekirse, sürecin maddî sebepleri var, manevî hikmetleri var, imtihan yönü var, küresel ve ülke içindeki güçlerin payı var, bizim eksik ve hatalarımız var, hatalara keffaret yönü ve dereceleri yükseltme yönü var. Bunlar bugüne kadar çok işlendi, tek tek detaylarıyla saymayacağım. Ama bazen yapılan bir hata var: Küllî bakmamak, bütüncül ele almamak!

Süreç bir şekilde açıklanamaz, sadece bir sebebe odaklanılmaz, birisi bir sebebi anlattığında diğerlerini inkâr ediyor anlamı çıkarılmaz.

Bu arada bize bakan yönüyle yapılan bir hata da var.

Hizmet hareketinden bazı kardeşlerimizin, “Ne yaptık da herkesi kendimizden bu kadar nefret ettirdik?” sorusunu asla doğru bulmuyorum.

Neden?

Çünkü biz bu ülkeye ne kötülük yaptık ki? Ülkeyi ıslah için baştan başa okul, yurt, sendika, hastane, vakıf, dernek gibi hizmet kurumlarıyla donatmaktan başka ne yaptık? Evde anne ve babasının eğitemediği çocukları, maddî ve manevî yönden eğitip şefkat ve sevgiyle kucaklamaktan başka ne yaptık?

Devlet gücüyle en iğrenç ve pespaye bir şekilde yalan ve iftiralarla, komplo ve kumpaslarla yürütülen bir algı operasyonuna mağlup olan milletin bir kısmı Hizmet hareketini yanlış değerlendiriyorsa suç cemaatte midir? Birileri habbeyi kubbe, pireyi deve yapıyorsa, sorumlu biz miyiz?

Bunu söylemek, hiçbir kusurumuz, eksiğimiz, hatamız yok demek değildir. Elbette ülkesel ve küresel bir hizmetin içinde elbette bazı problemler ve hatalar olabilir. Bunlar da insaf, hikmet ve objektiflik içinde değerlendirilmeli, ders çıkarılmalı, tedbir alınmalı, ayrı konu.

Ama şunu bütün zerrelerimle kâinata haykırabilirim ki, Hizmet hareketi mensupları şimdiki zulmü hak edecek bir şey yapmadı. Yaptıkları, bütün ülkeyi ve dünyayı saran bir eğitim, barış, iyilik seferberliğiydi sadece.

Fert seviyesinde hatalar varsa da, “suçun şahsîliği” kuralınca genelleştirilemez, sadece evrensel hukuk kuralları içinde ve adil bir şekilde gereken cezası verilebilirdi.

Her neyse…

Tekrar başa dönelim: Süreç ne zaman bitecek?

Süreç, imtihanın hikmetini anlayıp uygun hareket ettiğimiz zaman, Rabbimiz takdir ettiği neticelerin gerçekleştiğini kabul edip “yeter” dediği zaman, zalimlerin haddi aşma sınırları gayretullaha dokunma seviyesine geldiği zaman, zulümde birleşen menfaat ve güç odakları birbirine düştüğü zaman, bugün Allah’ı, ahireti, ölümü, hesabı, azabı düşünmeden zulmeden azgın azınlık tökezlediği zaman bitecek…

Sürecin bitmesi için neler yapılmalı?

Burada bize bakan yönü, imtihanın hikmetini anlayıp uygun hareket etmektir.

Bunlar nelerdir?

1-Tam bir ihlâs, samimiyet, sebat ve kardeşlikle hizmete sarılmak,
2-Rahatımızı bozacak ve canımızı acıtacak seviyede mağdur ve mazlumların muavenetine koşmak,
3-Dua, ibadet ve evraddaki kusurlarımızı gidermek, eksiklerimizi tamamlamak, keyfiyetimizi arttırmak,
4-Birbirimize düşmemek, tam ittifakı sağlamak, bir olup rahmet ve inayeti celp etmek,
5-Zulmü bütün dünyaya duyurup evrensel bir duyarlılık oluşturmak,
6-İlk yılların saffet ve samimiyetine benzer bir şekilde uhrevî boyutlu düşünmek gibi hususlardır.

Ehl-i kalp bir kardeşimiz “süreç ne zaman bitecek” diye niyetlenerek bir istihare yapıyor. Kendisine genel anlamda tevbe etmek, helâlleşmek, kardeşliği tesis etmek tavsiye ediliyor. Tabiî ki bu da yapılacakların tamamı değil, sadece bir tanesidir.

Peki sürecin bitmesine zaman verebilir miyiz?

Bugüne kadar kim vermiş ki… Kim verebilir ki…

Bugüne kadar görülen binlerce rüya ve yakazada verilen müjdeler, tamamıyla sahihtir, sadıktır, gerçektir.

Ancak verilen müjdeler, bazı şartlara bağlıdır. O şartlar gerçekleşmezse müjdeler de ertelenir veya gerçekleşmez.

Konumuzla ilgili Hocaefendi’nin 2014 Şubat’ında yaptığı sohbetten bir örnek:

“Başımıza gelen musibetlerden murâd-ı ilâhî bizim kendisine yürekten dönmemiz ise, döneceğimiz âna kadar o musibetler gırtlağımızı sıkar ve devam eder. Kendisine dönmemiz için o musibetleri salması bile bir yönüyle rahmetin ayrı bir tecellî dalga boyudur. Kullarını Kendisine döndürmenin bir vesilesi onları ızdırar içinde bırakmak ve bütün sebepleri ellerinden almaktır; ta ki nur-u tevhîd içinde sırr-ı ehadiyeti duysun, görsün ve hissetsinler. Yunus ibn Mettâ (alâ seyyidinâ ve aleyhisselam) gibi ‘Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn’ desinler. Geceleri yataklarından fırladıklarında abdest alsın, başlarını yere koysunlar. Gözleri yaşarmıyor ve ağlamıyorsa, kendilerini levmetsinler; ‘Yuh bana, bu kadar da katı kalblilik olur mu?’ desinler. Gözlerinin yaşlarını salabiliyorlarsa, o esnada ellerini Allah’a açsınlar, ‘Allahım bütün ümmet-i Muhammed’den belaları, musibetleri def eyle, hususiyle memleketimizde bozulan vifak ve ittifakı temin buyur; çünkü o, Senin tevfîkinin en büyük vesilesidir’ desinler.” (Osman Şimşek, Ağlayın Su Yükselsin, 23 Şubat 2014)

Evet, süreçte duanın hakkını vermek, bitmesine vesile olacak şartlaardan sadece birisi, belki de en önemlisidir. Belki duanın hakkını verenler, başta hapistekiler olmak üzere zulmü en çok çekenler ve bunların aileleri. Hepimiz acıyı yüreğimizde hissedip duanın hakkını versek, namaz, dua, tesbihat ve evradlarımıza sarılsak, sürecin ömrü kısalmaz mı?

Görülen rüyalardaki müjdelerde hep yakında zulmün biteceği söyleniyor. Bu yakını, “yarın” anlamamak gerekir. Peygamberlerin (a.s.) gördüğü bazı rüyalar bile bazen aylar yıllar sonra gerçekleşmiştir.

Cenab-ı Hak, en sevgili kullarına vermediğini bize vermez.

Özetlersek, zulüm kıyamete kadar da sürse biz haktan yüz çevirmeyeceğiz, ama çok kısa bir zamanda biteceğini ümit ediyor ve dua dua yalvarıyoruz.

Acılarımızı dindirmek veya azaltmanın bir yolu da, paylaşmak, dualaşmak, muavenete koşmak, kardeşliğimizi bu yönüyle de ispatlamaktır.

06 Temmuz 2018 10:38
DİĞER HABERLER