Bu yol uzundur, derin sular var

Bu yol uzundur, derin sular var
Bu haftanın mutlaka okunulası cuma sohbeti...
Enbiya-i izâm ve onların yolunu takip eden bu büyük zatlar, irşat ve tebliğ vazifesini hayatlarının gayesi bilmiş, duygu ve düşüncelerini hep o iş etrafında örgülemiş, gözlerinin içine başka hayallerin girmesine asla müsaade etmemiş, hep doğru düşünmüş, doğru karar vermiş ve doğru hareket etmişlerse, o zaman, zılliyet planında onların takipçileri olan günümüz mürşitlerinin de, mefkûrelerine hep sâdık kalmaları, yüzlerine gülen dünyanın cazibedar güzellikleri karşısında asla yol ve yön değiştirmemeleri gerekir.

Aksi takdirde dine hizmet şerefiyle serfiraz kılınan bir fert, asıl vazifesini unutup dünyanın cazibedar güzellikleri peşinden koşarsa, maksadının aksiyle tokat yer ve hayatını fiyaskolar fasit dairesi içinde sürdürür durur.

Meselâ günümüzde, vira bismillah deyip ilim ve irfan hayatımız adına okul, üniversite, hazırlık kursu ve kültür lokalleri açan, dünyanın dört bir yanına hicret ederek bu işin rehberliğini yapan insanlar, Allah’ın rızası ve Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) teveccühünü kazanmayı bir tarafa bırakıp, kendilerince başka dünyevî işlerin peşinde olurlarsa, peşinden koştukları o işlerde başarısız olur, künde künde üstüne devrilebilirler.

Evet, bidayette çok yüksek ideallere talip ve dilbeste olan bu insanlar, bunu bırakır, çok küçük şeylere tenezzül eder, dünyevî bir kısım projelere girerlerse, ahiret projelerindeki vazife ve işlerini karıştırırlar. Böyle olunca da, Cenâb-ı Hak, peygamberlik mesleği olan irşat ve tebliğ vazifesini, bu büyük manevî nimeti onların elinden alacağı gibi, dünyevî işlerinde de onları muvaffak kılmaz. Hatta bir kısım başarılar söz konusu olursa, bunu bir mekr-i İlâhî bilmeli ve bu ağır günahın cezasının öteye havale edildiği düşünülmelidir.

Konumunun Hakkını Ver

Elbette ki inanan insanlar içinde de ticaretle uğraşan, çalışıp çabalayan, para kazanan, maddî imkân ve servetlere sahip bulunan insanlar olacaktır. Fakat kader-i İlâhî tarafından bir insan bir yere sevk olunmuş ve sevk olunduğu o konum bir nefer misali kendine ait hiçbir şeyi düşünmeksizin sırf millet hesabına çalışıp çabalamayı gerektiren bir makamsa, insanın bu mazhariyetin farkında olup ona göre hareket etmesi gerekir.

Evet, kâhir bir kudret tarafından bir vazife taksimi yapılmış ve buna göre herkese bir yer düşmüştür. Bazıları ticaretle uğraşıp sanayi ile iştigal ederken, bazıları da bir yerde memur olup öğretmenlik, rehberlik veya idarecilik yapmaktadır. İşte öyle vazifeler, öyle konumlar vardır ki, o vazife tam bir adanmışlık içinde, irşat, tebliğ ve temsil dışında başka hiçbir şey düşünmemeyi gerektirir. Dolayısıyla herkes bulunduğu yerin hakkını vermeye, bulunduğu o konumda rantabl olmaya çalışmalıdır.

Meselâ, idareci, rehber, öğretmen konumunda bulunan bir insanın omuzları üzerinde, okumada farklı yöntemler geliştirme, farklı terkip ve tahlillere ulaşma, konuları daha renkli ve daha farklı formatlarla sunma ve böylece kalp ve zihinleri aydınlatma gibi önemli bir vazife bulunuyorken, bütün bunları bırakıp dünyevî bir kısım emeller peşinde koşması; koşup kalp ve zihin dağınıklığına düşmesi ne ölçüde doğrudur; sizlerin iz’an, insaf ve vicdanlarınıza havale ediyorum. Bu açıdan, Allah bazılarını bu istikamete sevk etmişse, o talihliler, artık hedefe kilitli bir hâlde, başka hiçbir arayışa girmeden, sağa-sola bakmadan, herhangi bir inhiraf yaşamadan yollarına devam etmesini bilmelidirler. Eğer onlar bu mevzuda hedef ve gayelerinden sapmaz, safvet ve samimiyet içinde sa’y u gayretlerini devam ettirirlerse, Cenâb-ı Hak da onlara ekstra lütuflarda bulunur ve onlara çok önemli hizmetler, o hizmetlerde çok önemli muvaffakiyetler nasip eder.

O, Yarı Yolda Bırakmaz

Meselâ sizin hakkınızda bir camide müezzinlik veya vaizlik yapacağınıza dair bir takdir vardır. Siz bu imkân ve fırsatı değerlendirir, söylediğiniz her şeyi kalbinizin sesi olarak söyler, duygularınızı, kalbinize bir mızrap vuruyor gibi seslendirir, dilinizden dökülen her kelimenin gönlünüzün sesi olmasına dikkat edersiniz. Allah’ı duyurma, O’nun gönüllerde iz bırakması ve heyecan uyarması mevzuunda ölesiye bir gayret sarf edersiniz. Kendinizi anlatmaz, kendiniz adına milletin takdirlerinden bir şey kotarmaya uğraşmazsınız, Cenâb-ı Hak da ekstra istidatlar bahşedip mevcut kabiliyetinizin çok üstünde size muvaffakiyetler ihsan eder. İsterseniz Alvar İmamı’nın şu ifadelerine bir de bu açıdan bakabilirsiniz:

Sen Mevlâ’yı seven de

Mevlâ seni sevmez mi?

Rızasına iven de

Hak rızasın vermez mi?

Sen Hakk’ın kapısında

Canlar feda eylesen

Emrince hizmet etsen

Allah ecrin vermez mi?

Sular gibi çağlasan

Eyyub gibi ağlasan

Ciğergâhı dağlasan

Ahvalini sormaz mı?

Bu açıdan, kabiliyetleriniz ne seviyede olursa olsun, siz hakka dilbeste olunca, Allah da (celle celâluhu) sizi yarı yolda bırakmaz ve sizi yüz üstü terk etmez. O zaman gelin, kabiliyet ve istidatlarımızı Allah’ın rızasını kazanma ve nâm-ı celîl-i sübhanisini insanlığa duyurma istikametinde santimini zayi etmeksizin kullanalım; kullanalım ki, Cenâb-ı Hak da istidat ve kabiliyetlerimizi olduğunun üstünde inkişaf ettirip azları çok, birleri bin etsin. Âmin!
22 Mayıs 2015 10:40
DİĞER HABERLER