Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih, yeni köşe yazısını 'Bu zamanda iktisad' başlığıyla yazdı. Safvet Senih, arefe günü 1000 ihlas okunmasına dair önemli bir hatırlatmaya da yazısında yer verdi.
Üstad Hazretleri, helal ve haramın birbirine karışıp şüpheli şeylerin hâkim olduğu bir zaman için diyor ki: “Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiyye (insaniyet hissiyle duyulan şefkat) vasıtasıyla gelen acı ve elemler; o gayr-i meşru bir surette kazandığı para ile aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştıracaktır. Böyle acip bir zamanda, şüpheli mallarda zaruret derecesinde iktifa etmek lâzımdır. Çünkü “Zaruretler ancak mikdarı kadar takdir olunur’ (Mecelle) sırrıyla Haram maldan mecburiyetle zaruret derecesini alabilir, fazlasını alamaz. Evet zorda kalmış kimse, murdar etten tok oluncaya kadar yiyemez. Belki ölmeyecek kadar yiyebilir. Hem yüzer aç insanın huzurunda, kemâl-i lezzetle fazla yenilmez.”
(Biz, insan isek, bütün insanları; Müslüman isek Müslümanların durumlarını; eğer Hizmet mensubu isek, Hizmetin onurunu, ihtiyaçlarını, dertlerini düşünmek durumundayız.)
“İktisadın, izzet ve kemâl sebebi olduğuna delâlet eden bir olay: Bir zaman dünyaca cömertlikle meşhur Hâtem-i Tâî mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir ihtiyar ve fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş, onlar da cesedine batıyor, kanatıyor. Hâtem ona diyor ki: ‘Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel, beş yüz kuruş alırsın.’ O iktisadlı ihtiyar demiş ki: ‘Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım. Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam.’
“Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar: ‘Sen kendinden daha civanmert, aziz, kimi buldun?’ Demiş ki: ‘İşte o sahradan rast geldiğim o muktesid ihtiyarı, benden daha izzetli, daha yüksek ve daha civanmert gördüm.’ demiş.
İktisad Risalesinin Beşinci Nüktesinde deniliyor ki: “Cenab-ı Hak, kemâl-i kereminden, en fakir insana, en zengin kimse gibi, ve gedâya (fakire) padişah gibi, nimetinin lezzetini hissettiriyor. Evet bir fakirin, kuru bir parça siyah ekmekten açlık ve İKTİSAD” vasıtasıyla aldığı lezzet, bir padişahın ve bir zenginin israftan gelen usanç ve iştahsızlık ile yediği en âlâ baklavadan aldığı lezzetten daha ziyade lezzetlidir. Hayret veren bir durumdur ki, bazı müsrif ve savurgan insanlar, böyle iktisatçıları, hisset (cimrilik, pintilik) ile itham ediyorlar, Hâşâ… İKTİSAD, izzet ve cömertliktir. Hisset ve zillet, israfçı ve savurgan olanların, zâhirî merdane keyfiyetlerinin iç yüzüdür. Bu hakikatı teyid eden, bu Risalenin yazıldığı senede (1935) hücrende cereyan eden bir olay var. Şöyle ki: Kâideme ve hayat düsturuma muhalif bir surette bir talebeden iki buçuk okkaya yakın bir balı, bana hediye kabul ettirmeye ısrar etti. Ne kadar kaidemi ileri sürdüm, kanmadı. Mecburen, yanımdaki üç kardeşime yedirmek, Şaban-ı Şerif ve Ramazan’da o baldan iktisad ile otuz-kırk gün o üç adam yesin, getiren de sevap kazansın ve kendileri de tatlısız kalmasın diyerek ‘Alınız.’ dedim. Bir okka bal da benim vardı. O üç arkadaşım, gerçi müstakim ve iktisadı takdir edenlerden idi. Fakat her ne ise, birbirine ikram etmek, her biri ötekinin nefsini okşamak ve kendi nefsine tercih etmek olan bir cihette ulvî bir haslet ile iktisadı unuttular. Üç gecede iki buçuk okka balı bitirdiler. Ben gülerek dedim: ‘Sizi otuz kırk gün o bal ile tadlandıracaktım. Siz otuz günü üçe indirdiniz. Âfiyet olsun.’ dedim. Fakat ben kendim o bir okka balımı İKTİSAD ile sarfettim. Bütün Şaban ve Ramazan da hem ben yedim, hem lillâhilhamd o kardeşlerimin her birisine birer çay karşılığı bal verip, mühim sevaba vesile oldu. Benim halimi görenler, o vaziyetimi belki hısset telakki etmişlerdir. Öteki kardeşlerimin üç gecelik vaziyetlerini bir civanmertlik telakki edebilirler. Fakat hakikat noktasında o zâhirî hisset altında ulvî bir izzet, büyük bir bereket ve yüksek bir sevap gizlendiğini gördük. Ve o civanmertlik ve israf altında, eğer vaz geçilmese idi, bir dilencilik ve başkalarının eline tamahkârâne ve beklenti içinde bakmak gibi, hıssetten çok aşağı bir durumu netice verecekti…
Not: AREFE GÜNÜ BİN İHLAS
''Bizim memlekette eskide Arefe gününde bin İhlâs-ı Şerif okurduk. Ben, şimdi bir gün evvel beş yüz ve Arefe’de dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen, birden okuyabilir.'' ifadeleriyle Arefe'den bir gün önce ve Arefe gününde beş yüzer olmak üzere bin İhlas-ı Şerif'in tamamlanabileceğini vurgulayarak bizleri, büyük bir hayra davet etmektedir.