Bülent Korucu: Hidayet Karaca'nın kitabından notlar

Bülent Korucu: Hidayet Karaca'nın kitabından notlar
(...)

(...)

Kalemi Hidayet Karaca'ya bırakmak istiyorum. On aydır yaşadıklarını neredeyse anbean kayıt altına aldığı kitap, dün kamuoyuna tanıtıldı. İnsanı hukukun labirentlerinde kaybeden metinleri okumaktan usanmış olanlar için bulunmaz fırsat. Pek çok hukuk kitabı okumuş biri olarak, Suç ve Ceza romanını en iyiler listeme birinci sıraya yazmıştım. ‘Bir Dizi Film' kitabı da böyle bir tat bıraktı bende. Eskiler teşahhus/tecessüd etmiş derdi; yani insanlaşmış. Kitapta insan var; hayreti, merakı, üzüntüsü ve yer yer öfkesiyle bir ademoğlu. Empati hissi oluşturan, adaletin mahkemelerde karara yazılan şeylerden bambaşka olduğunu anlatıyor. Kısa alıntılarla küçük bir gezinti yapalım ama en iyisi siz kitabı okuyun.

Karaca, ailesiyle mahpushanede ilk görüşmesini şöyle anlatıyor: “Camın arkasından... Ne tuhaf bir duygu... Annemin yüreğinin sesini, yüzünü unutamıyorum. Herkes orada ama en tesir eden annemin hali ve Emin'in (küçük oğlu) cümleleri… Tabii hepimizde bir acemilik var, hapishane acemiliği, görüş acemiliği, bir camın arkasından sırayla telefonla görüşme acemiliği… İlk olan, hep en zordur...”

Eşinin özenle ütüleyip getirdiği giysilerin muhatap olduğu muameleyi, ortamı ve psikolojiyi tasvir için ustaca kullanmış: “En çok takıldığım nokta, ütülenmiş pantolon ve gömlekler tam manasıyla buruşturulup torbaya basılıyor. Bu çok ayıp bir davranış, kişinin kendisine olan saygısını zedeliyor. Gardiyanlara rica ediyorum: “Çamaşırları katlayarak koyun. Bu, insana saygıdır.” Değişen bir şey yok... “Bu konuyu Müdür Bey'e ileteceğim.” diyorum. Gene bildiklerini okuyorlar. Ne olacak benim bu saflığım? Neden anlamamakta ısrar ediyorum ki? Burada çamaşırlar bile özgür değil.”

Ve aynı tasvirin bir örneği daha: “Gardiyanlardan birinin tuhaf sesiyle “Hidayet, elini cebinden çıkar” demesi, mahpusta olduğumu hatırlatıyor. Cevap veriyorum: “Yasak mı?” Adamcağız da, herhalde benden böyle bir karşılık beklemiyordu. Ne yasak diyebiliyor ne de değil. Dudaklarından sadece bir kelime dökülüyor: “Kameralar...”

Yer yer tebessüm ettiren espriler yapıyor Karaca; elektrik parası bunlardan biri… “Çayımız sürekli semaverde kaynıyor. Kullandığımız elektriğin parasını bizden alıyorlar. Hak geçmeyeceği için memnunuz. Aydınlatma hariç, çay ve TV için kullandığımız elektrik parasını ödeyeceğiz. İlk fatura geldi, 40 TL. Kaçak kullanım bedeli ile TRT payı da içinde mi?”

Ve aslında son söz olabilecek bir tespit: “Mahpushanenin bir faydası da şu oldu ki; önyargılarla birbirimize bakıp birbirimizi anlayamadığımız kesimlerle şimdi, herkesin fikri, inancı, kendisine ait olmak üzere insanlık ortak paydasında, evrensel değerlerde buluşuyoruz. Aslında birlikte yapabileceğimiz ne çok şey varmış da görememişiz. Aslında benzer şeylerden söz ediyormuşuz da birbirimize yeterince kulak vermemişiz.”

16 Ekim 2015 09:24
DİĞER HABERLER