Kimin ne yaptığının belli olmadığı, disiplinin sıfırlandığı, sağ elin ne yaptığını sol elin bilmediği, yalan dolana hizipleşmelere dolanmış bir kurum olur mu?
15 Temmuz kalkışma teşebbüsü ile ilgili savunmalar devam ediyor. Biz de izlemeye devam ediyoruz.
Önce Akıncı Üssü duruşmalarındayız. O meş'um gece uçakların kalkış emrini vermekle suçlanan üs eski harekat komutanı Kurmay Albay Ahmet Özçetin konuşuyor.
“15 Temmuz öncesi üste uçuş faaliyetleriyle meşgulken, ismini hatırlayamadığım Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan bir albay aradı. Hızır savunma planı ve karşılıklı işbirliği ve bu kapsamda Konya’da verileceğini söylediği eğitimden bahsetti. Bu eğitim öncesi ÖKK personeli ile pilotların bir araya gelmesi halinde eğitime katkısı olacağını söyledi. Bu faaliyetin 15 Temmuz günü yapılmasının teklif etti, ben de kabul ettim.”
“Olay tamamen bizim dışımızda gelişmiş. Ben kimseyi ne okul tanıtımı için ne de başka bir faaliyet için üsse davet etmedim. Sadece o gün birilerinin misafirliğe geleceği söyledi. Ben de ‘Gelsinler’ dedim. Meğer ardında başka şeyler varmış.''
İlk gelen grup sivil kıyafetli ve beş altı kişiydi. Bir süre sohbet ettik. Daha sonra görevim gereği diğer filoları ve pisti kontrol etmek için yanlarından ayrıldım. Havanın kararmaya başlamasıyla gelenlerin sayısı arttı. 143’üncü filo önünde tam teçhizatlı bir askerlerin olduğu bir kalabalık gördüm. Filo önünde resmi bir otobüs vardı. Olağan dışı bir hareketlilik olduğunu hissettim. Sormama rağmen ne olduğu öğrenemedim. Filo gazinosuna girdiğimde burada da silahlı bir grup gördüm. Yanlarına gittiğimde içlerinden biri, ‘Bir takım yerlere terör saldırısı olacak, polis özel harekat hedef yerlerden biri. Güvenlik için uçuş yapmanız gerekecek’ dedi. Ben böyle bir uçuş için Eskişehir hava üssünden emir gelmesi gerektiğini söyledim.”
“Biraz sonra genelkurmay başkanı gelecek ve hareketi bizzat yönetecek. Karşı geliyorsun. Bunun ne anlama geldiğini biliyorsun, diyerek tehdit edildim. Karşılıklı diyalogların ardından yanımıza üç dört kişi daha geldi. Tehdit ve zorlamanın dozu daha da arttı. Silahları bana doğrulttular. Ailemin lojmanda olduğunu, bir ekibin talimat beklediğini söylediler. Söylediklerini yapmamam halinde bana ve aileme müdahalede bulunulacağını söylediler ve bazı talimatlar verdiler. Bana söyledikleri hususları pilotlara ilettim. Kalkış için baskı yapmaya başladılar. Pilotlara kalkış emri verdim ancak verilen emirler arasında bombalama emri yoktu. Ben tehdit ve zorlamayla pilotlara talimat verdim.”
“Üsse Hava Kuvvetleri komutanının (Org Abidin Ünal) geldiğini ve benim karşılamam gerektiğini söylediler. Komutan VIP uçağıyla gelmişti. Sivil kıyafetliydi. Uçaktan indi ve uçuş ekibiyle tokalaştı.
Görünürde bir anormallik yoktu. ‘Hoş geldiniz’ diye karşıladım. Komutanı götüren araç 141’inci filo önünde durdu. Komutan inip binaya yöneldiğinde bahçede bulunan pilotların hepsi ayağa kalkarak komutanı selamladı. Komutan da ‘İyi akşamlar’ diyerek içeri girdi. Komutana brifing odasının önünde bir emri olup olmadığın sordum. Çünkü havadaki uçakların uçuş yapmaması yönünde ikazlar geliyordu. Üste bulunanlar ise genelkurmay başkanının emri olduğunu ve uçuş yapılacağını söylüyordu. Bir ikilem vardı. Ancak emrini sorduğum komutan, ‘Şu an kimse uçmayacak’ diye bir emir vermedi. Tam tersine uçuşlardan haberi ve onayı var gibi hareket ediyordu. Vereceği emir benim ve personelim için çok önemliydi. Ancak ‘Hayır bir emrim yok’ dedi.”
Şimdi bir başka darbe duruşmasına geçelim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Marmaris’te kaldığı otele saldırı düzenleyen askerlerin yargılandığı davanın duruşmasındayız. Burada Cumhurbaşkanı Erdoğan’a suikast suçlamasıyla 1’i firari 37 darbeci askerin aralarında bulunduğu 43’ü tutuklu 47 sanık yargılanıyor.
Konuşan, saldırı timini taşıyan helikopteri uçuran sanık astsubay Aydın Özsıcak. 15 Temmuz gecesi helikopterlerin havalanmasının gecikmesine neden olan Yarbay Bahattin Akgül’le ilgili birşeyşer söylüyor:
“Bahattin Yarbay, o gece kulağıma bir şey fısıldasa o zaman helikopterlerden hiçbirisi kalkamazdı. Bir ‘huylandım’ dese yine helikopterler kalkamazdı. Bunu sağlamak beş dakikamızı almazdı. Sizin karşınızda olmazdım. Şüpheyi fısıldasa çoğu olayın önüne geçerdi.”
Ardından eleştirilerini Imsık Hava Meydan Komutanı Fethi Şahbaz’a yöneltiyor:
“Fethi Şahbaz bizi uyarsa, darbeyi söylese, net olarak söylüyorum helikopterler kalkmazdı. Ama astsubay olduğumuz için bizi sallamadılar. Eğer söyleseydi ben de ondan Allah razı olsun derdim ama olmadı. Evet bize güvenmemişler. Güvenmemekte de haklılar. Darbeyi bilsek o helikopterler uçmazdı, uçurtmazdık. Ne karar çıkarsa çıksın benim vicdanım rahat. Bilgim olsa gereğini yapardım. Kahraman olmak için değil ama vicdanen yapardım, ama olmadı işte. Şunu aklım almıyor. Helikopteri uçuracak olan birinci ve ikinci pilotlar listeyle alınmıyor ama biz teknisyen olarak alınıyoruz. Uyarı olsa bu görevde yer almazdım. Buna emin olun.''
Ve ardından “Çiğli 2’nci Ana Jet Üs Komutanlığı’nın imamı” olduğu iddia edilen, MAK timinde görevli sanık Astsubay Zekeriya Kuzu konuşuyor:
“Nizamı Alem ortamında, ülkemin savunmasına katkı sağlayacağımı düşünüyordum. 12 Eylül’e kadar geldik. İlgili yerlerden görevlendirmeler oldu. Sıkıntılı süreç yaşadım. O dönem gençlerin nasıl kumpasa düşürüldüğünü gördüm ama o dönemde kazanmıştım. 12 Eylül oldu, lise dönemlerim boşlukta kaldım.''
“İftira, kumpas bu kavramlara çok yabancı olduğum için gönül bağım olduğu için ideolojik kimliğimi saklama gereği duymadım. Ben yanı başımda bir akrep olduğunu bilmiyordum. Beni ispiyonladığını, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde cuntaların olduğunu bilmiyordum.''
“Bizim bölük komutanımız Mili Görüşçü bilinirdi. Bizim rol modelimizdi. İsmi de Mustafa Balta’ydı. Bize bir fıkra anlattı. Onun bazı tavsiyelerine uymaya başladık. Bazı şeyler kafamızda şekilleniyordu. Ama bunlara benim kişiliğimin oturmasında etkisi oldu. Onun için astsubay rütbesinin dışında imkan verildiği zaman çalışmışımdır. Mesleğimi sevdim. Ailemi öteledim devletim hep önce geldi. Nişana çağırdılar. Ülkücülük propagandası yaptığım gerekçesiyle 21 gün oda hapsi aldım.
''Yüzbaşımızın, ‘irticacı değil milliyetçidir’ dediği için yiyecek ekmeğimiz vardı, yine devam ettim. Çocuklarımı hiçbir sakıncalı grubun okuluna gönderemedik. Bu iyi mi kötü mü bilmiyorum ama çocuklarım iyi eğitim alamadı. Devletin işi önce gelir dediğim için çocuklarımı çok ihmal ettim. Arama kurtarma faaliyetlerinde bulunduğum için üst rütbeli kişiler ne olduğunu sormak için ararlardı. Buna rağmen ben de hiç numaraları yoktu. Gökhan Şahin Sönmezateş’in numarası vardı ama 10 yılda bir kez olsun bile kendisini aramadım.”
''...13 kişi 15 Temmuz’da vardık. Bunlar meskun mahal bölgesinde çatışma eğitimi alan kişilerdi. Gökhan Şahin Sönmezateş bunun planını daha önce yapmış olabilir... Öyle olmuş ki saat 5’de daha farkına varamayan yöneticiler olmuş. Rüzgarın yönünü takip etmişler ona göre karar vermişler.''
********
Bu ifadeler bundan sonra da akmaya devam edecek.
Ne dersiniz?
Bir 'kırılma' da yok, itiraflar silsilesi de.
Ne anlama geliyor bu ifadeler?
Kuzu'nunkiler tek kelimeyle acıklı.
Kurmay albayın ve astsubayınkiler ise, öncekiler gibi tam bir kargaşa halini anlatıyor, eğer uydurma değil iseler.
Peki, başka?
Bana sorarsanız, mesele basit:
Burnuma inanılmaz bir çürük kokusu geliyor.
Bu koku 28 Şubat'ta iyice hissedilmiş, Balyoz ve Ergenekon'da daha da artmıştı, burada da devamını yaşıyoruz.
Böyle bir kurum olur mu?
Kimin ne yaptığının belli olmadığı, disiplinin sıfırlandığı, sağ elin ne yaptığını sol elin bilmediği, yalan dolana hizipleşmelere dolanmış bir kurum olur mu?
Olmuş demek ki.
Olunca çürüme de normal.
Topyekun çürümenin bir parçası, sadece bu değil.
Yanlış anlaşılmasın.
Yavuz Baydar / artigercek.com