Büyü bozuldu!..

Büyü bozuldu!..
Müminin her sıkıntısında yegane dayanağı duadır. Bazıları içinse insanın iradesine hükmetmeye kalkışan 'büyü' en kestirme yol gibi görünür. Ancak bu şirke başvuran kişinin, dinden çıktığı ve büyü yapan tüm insanların günahlarına ortak olduğu bilinmez.
"Okulun kapısından içeri girmek istemiyordum. O kadar zorlukla gittiğim üniversiteyi gördüğüm anda içime sıkıntı doluyordu. Günden güne bu sıkıntı korkuya, ağlama nöbetlerine ve sinir boşalmalarına dönüştü. Her gün hava kapalı gibi geliyordu. En son sınavlara da girmeye de halim kalmayınca doktora gittik ama benim durumumda bir değişiklik olmadı. Okulu bırakacak hale geldiğimde bir yakınımın uyarısıyla durumun hastalık olmadığını fark ettik. İnsan kendini nasıl tuhaf hissediyor tarif edemem. Rabb'ime sığındım. Duayla göğüs gerdim her şeye. Bütün sevdiklerimden, namazlarından sonra benim için dua etmelerini istedim. Düşünsenize her şey çok normal, sağlıklısınız ama okulu görünce bir şeyler oluyor size ve kontrol edemiyorsunuz kendinizi. Tam olarak hatırlamıyorum ama birkaç ay sonra toparladım kendimi. Okuluma dönebildim. Bana bunu yapanın kim olduğunu bilmiyordum ama Rabb'im beş yıl sonra o insanın tövbe ettiğini ve benden özür dilediği günleri de gösterdi bana. Hamdolsun." Hepimizde halimize şükretme isteği uyandıran bu ifadeler yirmi yedi yaşındaki tarih öğretmeni Demet Sadık'a ait. Sadık, eğitim hayatını altüst eden bu olayı yıllar sonra anlatırken aynı şaşkınlığı yaşıyor. Onun üniversite okumasını ve iş sahibi olmasını istemeyen bir yakınının böyle büyük bir günah işleyecek kadar hırs ve kıskançlığa kapılmasına hâlâ akıl erdiremiyor. Onun yaşadıkları bir sohbet esnasında kulağımıza gelen "Eşiyle arası açılsın diye büyü yapmışlar." ya da "Adamcağız iki günde yataklara düştü, sapasağlamken ne hallere geldi." gibi ifadelerin doğruluğunu ispat etmeye yetiyor. Ancak Demet Hanım'ın bu sıkıntısını diğer hikâyelerden ayıran fark izlediği tutum. Kötü bir tesire maruz kalan pek çok insan kurtulmak için benzer yollara yani bu işten kâr elde edenlere başvururken Sadık, Kur'an-ı Kerim'deki tavsiyelere uyarak şifaya kavuşuyor. Bizi fizikî olarak yıpratan hastalıklar olduğu gibi rûhî olarak zarar veren rahatsızlıkların bulunduğu da bir gerçek. Büyü ve halk dilinde göz değmesi denilen nazar bu tip hastalıklar arasında. Ama başkasına gözü değen insan bunu bilerek yapmaz ancak büyü bilerek başkasına zarar vermeye teşebbüstür. Nazar ve büyüden korunmak için hemen hemen aynı yollar izlenir. Allah'a teslim olarak Muavizeteyn yani bilmediğimiz kötülüklerden Allah'a sığınmak anlamına gelen ve Peygamberimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) okumayı tavsiye ettiği Felak ve Nas sûrelerini okuyarak sıkıntılar izale edilir. Arapçada sihir adı verilen büyü, İslam'dan önce özellikle Hz. Musa, Hz. Süleyman dönemlerinde, eski Yunan'da ve cahiliye Araplarında yaygındı. Bu şer uğraş dinimizle birlikte yasaklanır. Büyü her şeyden önce harama ve zarar veren şeylere alet olması sebebiyle haramdır. Büyünün haram olduğuna inanmakla birlikte yapmak, yaptırmak, o işle uğraşana inanmak büyük günahlardandır. Nebiler Nebisi (sallallahu aleyhi ve sellem), "Müslüman sihir yapamaz. Allah muhafaza etsin imanı gittikten sonra büyü tesir eder." buyurur. Bir başka hadisinde bu fiilin ne kadar büyük bir vebal olduğunu, "Falcıya, büyücüye, kâhine giderek onların söylediklerine inanan Kur'an'a inanmamış olur." ifadeleriyle izah eder. Bakara Sûresi 102. ayette bize anlatıldığı üzere büyü veya başka bir ifade ile sihir ilmi Hârut ve Mârut adlı iki meleğe indirilir. İmtihan olsun diye bu iki meleğin Babil şehrine gönderildiği Kur'an'da şöyle anlatılmaktadır: "Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı." (Bakara Sûresi, 102) Bu ayet-i kerime sihrin hak olduğunu açıkça ifade ettiğinden büyünün var olmadığını söylemek yani inkâr etmek küfür anlamına geliyor. Ancak sihrin var olması onun meşru olduğunu göstermediğinden insanların iradesine hükmetmek, sağlığının ya da işlerinin bozulmasına sebep olan büyüden uzak durmak imanın bir gereği. BÜYÜDEN KURTULMAYA ÇALIŞMAK CAİZ İlahî Beyan'da en açık ifadelerle küfür sayılan büyü kıskançlık, hırs, tamah gibi duygularla medet umulan ve insanları sömüren bir yöntem. Önceleri eşlerin arasını açmak, hasta etmek gibi gerekçelerle başvurulan şeytani vaat, şimdilerde borsada para kaybetmemek, kayıp otomobillerin bulunması, tüp bebek tedavisinin gerçekleşmemesi gibi içinde bulunduğumuz çağa ait taleplere dönüşmüş durumda. Basit bir internet taramasında bile yüzlerce astroloji içerikli siteye, sözde hoca, medyum, yıldızcı ve rüyacıya rastlıyorsunuz. Hal böyle olunca masum görülen ve hayatı değiştirmek için (!) en kestirme yol gibi görünen sihre müracaat etmek de ne yazık ki kolaylaşıyor. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. H. İbrahim Acar, yuvaları dağıtan, maddi sıkıntılara sebep olan ama en önemlisi küfre kapı aralayan büyünün fıkhî yönünü şöyle anlatıyor: "Sihri yapan kimsenin tövbesi kabul edilmez. Hz. Peygamber'in ifadesine göre sihir yapanın cezası öldürülmektir. (Tirmizi, Hudud, 27) İmam Şafii 'Sihir yapan küfre götürecek şekilde bir iş yaparsa cezasının aynı olduğunu söyler. Küfre götürmeyen bir iş yaparsa öldürülmez' görüşündedir. İmam Malik'e göreyse büyücü sihir yaptığında da tövbeye davet edilmez. Bir hadisinde yedi şeyden sakının diyen Hz. Peygamber, bunların arasında Allah'a eş koşmanın ardından sihir yapmayı zikretmiştir. (Buharî, Vesaya, 24; Müslim, İman: 145) Bütün bu hadisler bu cahiliye âdetini sürdürmenin dinden çıkmak anlamına geldiğini gösteriyor." O günün şartlarında uygulanan cezanın bugün gerçekleşmesi mümkün değil. Ancak bu uygulama sihir yapmanın ne kadar büyük bir vebal ve günah olduğunu bir kez daha hatırlatması sebebiyle önemli. Büyü, menfaat kökenli bir disiplin olduğundan bütün dinî değerleri hiçe sayar. Bununla birlikte bazı du¬rumlarda onları ve kutsal metinleri is¬tismar eder. Hâşâ Allah'ın irade ve kudreti üstünde işler başarılabileceği id¬diası taşır. Büyücülerin her şeyi bildiği ve başaramayacağı bir şey olmadığı tarzındaki inançlar itikada ters düşer. Bu durumda kötü bir tesire ve müdahaleye maruz kalan kişinin ne yapacağı da kafaları karıştıran bir mevzu. "Büyüyü bozmak da bir büyüdür.", "Büyüye inanmazsan tutmaz." şeklindeki düşüncelerin aksine Acar, şifa aramanın haram olmadığı görüşünde: "Büyüyü çözmek için sebeplere müracaat etmek lazım. Kötü maksatla yapılmış fiillerin sonuçlarından kurtulmak için çaba sarf etmek, çözüm aramak caizdir. Bununla birlikte asıl olan büyünün tesirinden korunmak için Allah'ın yardımıyla kurtulacağını düşünerek Fatiha, Ayete'l-Kürsi, Kafirun, İhlas, Felak ve Nas sûreleri okunmaya devam edilmeli." Efendimiz'in nübüvvetinden rahatsız olan ve ona zarar vermek isteyenlerin tesir etmeye çalıştığını biliyoruz. Hatta bir defasında büyüye maruz kaldığı ve dua ederek şifa bulduğu da hadislerle bizlere aktarılır. O'nun (sallallahu aleyhi ve sellem) bu noktada yaptıkları da bu musibetten sıyrılmak için bize rehberlik ediyor. Allah Resûlü kendisine büyü yapıldığını hissettiğinde her gece yatmaya hazırlandığı zaman İhlas, Felak, Nas sûrelerini okuyarak ellerinin içine üfler bütün vücudunu sıvazlar öyle uyurdu. Bu uygulamayı on bir defa yaptığı rivayet edilir. Fethullah Gülen Hocaefendi de büyüye maruz kalındığında öncelikle kişinin kendisinin dua etmesi gerektiği üzerinde duruyor. Her derdimizde olduğu gibi bu imtihanımızda da tam bir teslimiyet ve samimiyetle Rabb'imize sığınmamız oldukça mühim. Müminin birbirine duası makbul. Bu sebeple Hocaefendi, böyle bir durumda ağzı dualı kimselerin münacatına başvurmakta fayda olduğunu ifade ediyor. KİŞİLİK BOZUKLUĞU OLANLAR BÜYÜYE BAŞVURUYOR Günümüzde sırları ortaya çıkardığını iddia edenlere de büyük ölçüde rağbet ediliyor. Büyüden daha zararsız görünen yöntemlerle başkalarının hayatlarıyla ilgili bilgi alma arzusu yerine getiriliyor. Ölülerden haber verdiğini savunan medyumlar cinler vasıtasıyla kendilerinden talep edilenleri yerine getirdiklerini ileri sürerek küfre sebep oluyor. İnsanlar tarafından bilinmeyen gizli olayları bildiklerini iddia ettiklerinden onların faaliyetlerine inananlar da büyü yapanlarla aynı günaha girmiş oluyor. Medyumlar ve kâhinler dışında bir diğer yanlış uygulamaysa yıldızname. İbn Abbas'ın rivayet ettiği bir hadise göre Merhamet Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: "Yıldızlardan bir ilim alan kimse sihirden bir bölüm almış olur. (Yıldızlardan aldığı bilgiler) arttıkça (sihirle olan ilgisi de) artmış olur." (Ebu Davud, Tıb, 22) Yıldıznamenin hükmünü fıkıhçı Prof. Dr. H. İbrahim Acar'dan öğreniyoruz: "Yıldızname ile uğraşanlar meydana gelen olayların Allah'ın kazası ile olduğuna inanmaz. Bu kişiler yıldızlara bakarak kendisinin gaybı bildiği iddiasıyla yeryüzünde vukua gelecek hâdiseler hakkında hüküm verirse küfür işler." Yıldızlarla fal bakmak, yağmur, kar vs. yağdıran güçler olarak görmek etmek, burçlar ilmi ve yıldıznameyle uğraşmak da doğru olmayan batıl uğraşlardan birkaçı. Zira insanlara ve tabiata hükmeden yegane güç Allah olduğundan bu düşünceler iman ile ters düşer. Hadis-i şeriflerde bu yollara başvuranların Mevlâ'nın yardımından mahrum kalarak başvurdukları fiilerle baş başa bırakılacakları anlatılmaktadır. Her şeyde meşru fizikî ve maddî sebeplere sarılmak, duayla bunu sağlama bağlamak ve işlerimizi Allah'a havale etmek gerekir. Büyü insanlık tarihi kadar eski. Çünkü birbirinin hayatını altüst etmeye çalışan ya da fıtratının üzerinde güce sahip olma isteği duyan Âdemoğlu, sihir ve kehanetle yakından ilgilenir. Bu ilgi korkuları da beraberinde getirir elbette. Zamanla bu faaliyetler birçok rahatsızlığın sebebi olarak görülmeye başlar. Ruhsal hastalıkların şeytandan bilinmesi, delilerin yakılması da bu düşüncenin bir parçasıdır zaten. Fakat günümüz psikoloji dünyasında bu alanla ilgili bir hayli yol kat edildiğini söylemekte fayda var. Örneğin, dünyanın birçok ülkesinde paranormal yani 'normal dışı-normal ötesi' vakalarla ilgili bağımsız alan çalışmaları yürütülüyor. Telepati, psikokinezi gibi bilinmeyen veya fizikokimyasal yasalarla açıklanamayan olaylar üzerine köklü çalışmalar ortaya konuluyor. Psikolog Elif Sultan Demirhan, büyünün bu çerçevede yani tanımlanamayan vakalar kapsamında ele alındığını doğruluyor. Ancak bu konuda söz sahibi olan hasta değil, konunun uzmanı olan hekimler. Herhangi bir sıkıntıda kendi kendine teşhis koymak son derece yanlış. Halüsinasyon görenlerin ya da başka psikolojik rahatsızlıkları olanların bunları doğrudan cinlere ya da mistik şeylere yorması doğru değil. Zira bazı psikolojik rahatsızlıklar da büyü de olduğu gibi birtakım fiziki rahatsızlıklara da sebebiyet verebilir. Demirhan da büyü yaptıranın psikolojik rahatsızlıklarınıns olduğunu özellikle vurguluyor: "Büyü yaptıran insanların ciddi kişilik bozuklukları var. Çünkü var olan bır durumu ne pahasına olursa olsun değiştirmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken karşısındaki insanın psikolojisini önemsemiyorlar. Bu ciddi bir psikolojik saplantı. Hatta kendi kurguladıkları hayatı yaşamaları noktasından bakacak olursak olmayan bir hayatı yaşıyorlar, hastalıklı bir hayat biçimini sürdürüyorlar da diyebiliriz." Her olaya büyü demek peşinen mağlubiyettir! Günümüzde mantıkî ya da iradî boşluklardan meydana gelen her olay hemen kötü tesir olarak adlandırılabiliyor. Hâlbuki olayların fizikî-psikolojik tedavilerle ya da özveriyle giderilmesi mümkün olabilir. Fethullah Gülen Hocaefendi, karşılaştığımız her sıkıntıda sebepler dairesinde uğraş vermek gerektiği tavsiyesinde bulunuyor: "Bu büyüdür' demek, insanın peşinen mağlubiyeti kabullenmesi anlamına gelmektedir. Bu insan artık, kat'iyen kendi ruh gücünü kullanamaz. Zira kuvve-i maneviyesi kırılmış ve ye's (ümitsizlik) bataklığı içine düşmüştür. Halbuki burada esas yapılacak şey, insanın Allah ile irtibata yönelmesi ve kendi ruhuna gerçek gücünü kazandırabilecek, onunla bedenine hakim olacak seviyeye gelmesidir." SÜHEYLA SANCAR ZAMAN
06 Ekim 2011 12:57
DİĞER HABERLER