Büyüklerin bazı halleri zahiri olarak bakıldığında bazen anlaşılamayabilir veya çelişkili olarak görünebilir. Bu davranışlardaki detayları ya da hakikatleri bilemeyenler sadakat ve doğruluğun temsilcisi olan bu insanlarda “yalan mı söylüyor, çelişki mi var” gibi düşüncelere kapılabilirler. Aynı şahıs veya olay ile alakalı farklı zaman ve mekanlardaki farklı beyanlara yanlış anlamlar verebilirler.
Halbuki bu mâna sultanları asla bilerek yalana tenezzül etmezler. İnsanların su-i zanna düşmemeleri adına töhmet mevzilerinden, şüpheli olan durumlardan dahi uzak dururlar. O zaman bu çelişkili görülen haller ve beyanlar nasıl değerlendirmeli?
İlk örneği Üstat Hazretlerinden verelim. Abidin Dino adında bir gazeteci Risale-i Nurlara çok ciddi ve açıktan bir düşmanlık göstermektedir. Bir gün bu şahıs Üstat Hazretlerini ziyarete gelirler. Üstat Hazretleri bu şahsa çok iltifatta bulunurlar. Bu adamın düşmanlığını bilen talebeler çok hayret ederler. Bu adamı uğurladıktan sonra Üstat Hazretleri bu davranışını şöyle ifade ederler: “Diyelim ki yüz tane düşmanınız vardı, doksan dokuza düşse kötü mü olur?”. Yani düşmanlarınıza iyilik yaparak onların şerlerini azaltabilirsiniz.
Peki bu insana yapılan iltifatlar yalan olmaz mı? İltifatlarınızı yaparken yine doğru şeyleri ifade ederek yaparsanız olmaz. Her insan Allah’ın (CC) bir sanat eseri olduğundan dolayı onlara iltifatta kullanabileceğiniz çok malzeme bulabilirsiniz.
Ahsen-i takvim üzere yaratılan insanın kıymeti…
Hocaefendi “Zulüm, Salgın ve Ramazan” başlıklı bamtelinde bu süreçte Hizmet’in aleyhinde bulunmuş bir cemaat lideri hakkında şunları söylemektedir: “Efendim, bir-iki gün evvel bir zat vefat etti. Bir-iki gün ona çok ağlayarak dua ettim burada. Fakat değişik vesileler ile hep ifadesi şu olmuştu o hazretin: “Ben kendimi bildiğimden bu yana hep bunlar ile meşgul oldum, hep bunları meşgul ettim, bunları ben tanıttım; bunların hakkından gelmeye çalıştım!” falan. Şimdi “Ya Rabbi, Sana geliyor bu; namaz kılıyordu, oruç tutuyordu, bir sürü insana da dini-diyaneti anlatıyordu; ne olur, şu bize yaptığı şeylerden dolayı bunu cezalandırma; ne olur, bahtına düştüm Senin!” deyip durdum. Evet, Allah şahit… İnsan olmak başka bir meseledir; bu da “büyük olmak” değil, sadece “insan olmak”tır; bu, başka bir meseledir. O da “insana saygı” ile başlar, “insana saygı” ile devam eder, “insana saygı” ile biter. İnsan, “ahsen-i takvîm”e mazhardır; Cenâb-ı Hakk’ın acîb bir sanatı, şâyân-ı takdir bir sanatıdır. Ona ne kadar hürmet edilse değer, saygı duyulsa, değer. O (celle celâluhu), Habîr u Basîr, her şeyden haberdardır.”
İnsanların düşmanlıkları hangi seviyede olursa insan olmalarından kaynaklanan takdir edecek şeyler bulabilirsiniz. Üstat Hazretlerinin Abidin Dino hakkındaki iltifatları bu kabil iltifatlardır. Allah Rasûlü (SAV) “Ben de nükte yaparım, ama nükte yaparken de yine doğru söylerim” buyuruyor. Hocaefendi’ de bazı insanların yaptıkları zulümleri ele alırken aleyhinde bazı ifadeler kullanmış ve fakat yüz yüze gelince bu insanlara iltifatta bulunmuş ise bunları da bu kategoride ele almak lazımdır. Örneğin milliyetçilik söylemlerine sahip birisinin bazı yanlışları bir yerde dillendirilmiş olmasına rağmen yüz yüze geldiklerinde “Efendim bu işlere önce sizler öncülük ettiniz.” demişlerse, onların gidilen ülkeler hakkında sahip oldukları söylemlerine atıfta bulunarak söylenmiştir. Burada bir çelişki yoktur, her iki durumda da söylenenler doğrudur.
Bu konuda bir diğer husus ise insanların fikir ve düşünceleri zaman içerisinde değişiklik gösterebilir. Bu bazen düşüncenin terakkisi bazen da yeni gelen bilgilerin devreye girmesi ve yeni hakikatlerin keşfi sonucu olabilir.
Her dediğin doğru olsun ama her doğruyu söylemeye hakkın yoktur…
Her vesileyle doğrunun temsili ve beyan edilmesi davaları olan bu insanlar bazen de doğruların ifade edilmesi önemli mağduriyetlere/zulümlere /mahrumiyetlere sebebiyet verecek ise o doğruyu bazen ifade etmekten kaçınabilirler. Bazen muhataplarınız sizi anlayabilecek anlayış seviyesinde değillerse bazı hakikatleri dillendirmeniz onlara zülüm yapmak anlamına gelir. Bu onlarda rahatsızlık meydana getirse de bu maslahata binaen böyle davranmak zorunda kalırlar.
Hocaefendi tevil yapmak zorunda kaldıkları bir durumu ve onun kendisinde meydana getirdiği rahatsızlığı şu şekilde bir bamtelinde dile getirmektedirler: “Hayatımda bilerek yalan söylediğimi hatırlamıyorum; yalanın yarısını bile söylediğimi hatırlamıyorum. Hatta -az sonra anlatacağım- yıllar önce târiz (bir sözün görünürdeki anlamından farklı bir mana kastedilerek kullanılması) olarak dediğim bir şeyde bile, “Acaba günah oldu mu?” endişesini taşıyorum.
Ben arandığım dönemde, askerlik vazifesini yapan arkadaşları ziyaret ediyordum. Askerî kışlada olduğum öyle bir an, biri geldi. Böyle önümde geziyor; bir öyle geçti, bir de böyle geçti, yüzüme baktı. Ee ben aranıyorum, billboardlarda resmim var, ismim de yazılı. O, asker; ben de askerî kışlada asker ziyaret ediyorum. Baktı; “Sen Fethullah Hoca mısın?!.” dedi. Ben yalan söylememek için kıvrandım; “Şimdi, ‘Değilim!’ desem yalan olacak; ‘…ım’ desem, bu defa da hemen derdest edecekler.” düşüncesiyle, “Vallahi” dedim “İnsanlar birbirine çok benziyorlar!” Hepsinin ağzı var, burnu var, gözü var, kulağı var; bazıları da birbirine çok benzer… Yalanın meâriz nev’inden bu kadarı bile beni rahatsız etmiştir. Hâlâ sindiremiyorum içimde; “Acaba orada başka ne diyebilirdim ben? ”
İnşaAllah sonraki yazıda devam edelim…