Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz, Çağlayan Dergisi'nin yeni sayısında yer bulan makale ve dosyaları değerlendirdi.
ÇAĞLAYAN ÇAĞLADI YİNE
Çağlayan dergisi, Mayıs sayısındaki “IŞIK YOLCULARI… Bin bârekallah bu yolun yorulmaz yolcularına!... Yuf olsun onları bu yoldan alıkoymak isteyen yarınsız bedbahtlara!..” başlığı ile çıkan baş yazıdan sonra şimdi de Haziran sayısında “HAK YOLUNA ADANMIŞ RUHLAR… Yolunuz açık olsun ey Hizmet erleri ve ey ehl-i Kur’an!..” başlıklı baş yazı ile neşredilmiş bulunuyor. Moralleri kamçılayan bu yazının son bölümünü sizlere aktarmak istiyorum:
“Onlar (Hak yoluna adanmış ruhlar) peygamberler yolunda sürekli bu mülahazalarla soluklanıp dursunlar, tabiî bu tür Hakk’a adanmış ruhlara mukabil, bir de hemen her devirde o mefkûre-zede, bencil, dünyaperest, saltanat hastası, daha doğrusu insan bozması kara ruhlu, kara düşünceli avene-i şeytan da onları karalamadan hiç mi hiç geri durmadılar. Farklı tagallüp ve tahakküm yöntemleriyle onları bitirmeye çalıştı –tabii biten kendileri oldu- Hakkın lütfettiği onlarında temsile çalıştığı nura, ziyaya savaş ilan ettiler. Yalan söyledi, iftira ve tezvirde bulundu ve hep aydınlığa gidenleri yollarından alıkoymaya çalıştı ama yaptıkları şenaat ve denaatle kendileri rezil oldular. Çünkü muhabbet ve mürüvvet yolcuları nebiler yolunda yürüyorlardı ve Hakk’ın sıyanetindeydiler. Hakkın, hizmet zeminine saçıp başaklar gibi bitirdiğini kimsenin bitirmeye gücü yetmeyecekti… Ve Hakkın yaktığı meşaleyi kimse söndüremeyecekti. Zira par par yanan o meşalenin arkasında rahmet-i Rahmân, irade-i Sübhan ve takdir-i Mennân vardı. Ne hoş söyler Ziya Paşa:
“Takdir-i Hüdâ kuvve-i bâzu ile dönmez,
Bir şem’a ki, Mevlâ yaka, üflemekle sönmez!..”
“Bu itibarla da denebilir ki, aslında müfsitler bir İbn-i Selûlcülük peşindeydiler ama gayretleri boşunaydı!.. Çünkü o Hak yolcularının arkasında Allah’ın inayeti vardı. O ki:
“İclâlinin âhengi her bucakta nümâyân,
Gönüllerde o tecellinin bir gölgesi var;
Bunu sezen ruh gezer her yerde O’nu arar
Ve gözünde tüllenir en tatlı hatıralar.
Her renk, her ses, her desen varlığına bir beyan.”
“Yolunuz açık olsun ey Hizmet erleri ve ey ehl-i Kur’an!..”
Kamil Ezgin, “Ağrısız Tedavi İçin SİVRİSİNEKLER... Tıbbi Tedavide Mikroiğne Yöntem” başlıklı yazıda şöyle diyor: “İdeal olarak mikroiğneler, en fazla 10-20 mikrometrelik bir çapa sahip olacak kadar ince olmalıdır. Ancak hem bu kadar ince hem de sağlam iğneler yapmak gerçekten çok zordur. Neyse ki, Rabbimiz, mühendislerin ilham alacağı bir canlı yaratmış: DİŞİ SİVRİSİNEK!”
Selim Koç, “Dilli Münafık Dilsiz Şeytan” başlıklı yazısında şu başlıklar altında münafıkların özelliklerini bir bir anlatmış:
“Münafık Bir Dil Cambazıdır.
“Profesyonel Yalancıdır.
“Barıştan Yana, Islahçı Gözükür.
“Dilinde İstihza Vardır.
“Dilbazdır. Ama Yakın Körüdür.
“İhanet İçindedir.”
Prof. Dr. Atıf Yorulmaz, “Başından İtibaren Hep KURBAĞA” başlıklı yazısında evrim teorisini çürütecek ilmî tesbitlerde bulunuyor.
Horatio I. Davis, “Meta malzemeler… Görünmezlik Pelerini” başlıklı yazıda özetle şöyle demektedir: “Işık, ses, elektromanyetik ve su dalgalarıyla ilgili gizleme tekniklerinde ciddi bir ilerleme kaydedilmiştir. En belirgin uygulama, görünen ışıkta görünmezlik tekniğidir.”
Orta sayfa, “Kalbin Zümrüt Tepeleri” ne “İstidrâk” olarak “HİDAYET” yazısı süslenmiş… Bu bölümde HİDAYET ve DALÂLET üzerinde durulduktan sonra Hidayetin çeşitlerine işaret edilmiştir:
“Bu açıdan, AVAM ufku itibariyle olan hidayete, HİDÂYET-İ ÂMME, onun üstünde ve daha ötesinde olanlara da HİDAYET-İ HÂSSA ve EHASS-I HAVÂS HİDAYETİ denmiştir. Ayrıca hem Hidayet-i Âmme hem de Hidayet-i Hâssa kendi içlerinde de bir kısım farklılıklar arz ederler ki, bunlar da şöyle sıralanmıştır: Min veçhin karîb (yakın) olanların Hidayeti, akreb (en yakın) olanların Hidayeti ve akrabü’l-mukarrabîn olanlar Hidayeti. Bu tür derece farklılıkları çerçevesinde her mühtedi, duyulup hissedilecek hakâiki ve Hakikatü’l-Hakâik’i ufkunun elverdiği ölçüde duyar, zevk eder ve davranışlarında o ufkun vâridatı görülmeye başlar.”
Mehmet Sucu, “Yükü Kitaptır Onun” başlıklı hikayesinde “Eşekli Kütüphaneci”den bahsediyor:
“Yıl 1943… Mustafa Güzelgöz, 23 yaşındadır, Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesine atanmıştır. Aslında kütüphanecilik hakkında eğitimi ve bilgisi yoktur. Bir broşürden faydalanarak modern bir kütüphane oluşturmaya çalışır, Güzelgöz… Kitap toplama kampanyaları yapar önce. Başka şehirlerde yaşayan Ürgüplü tanıdıklarına mektuplar yazar, kitap tedarik edip göndermelerini ister onlardan. Kısa bir süre sonra, kitap paketleri sıralanmaya başlar kütüphanenin önünde. Heyecanla başlar vazifesine Güzelgöz. Ne var ki, işler ümit ettiği gibi gitmez. Çünkü kütüphaneye gelen yoktur. Ama pes etmez, insanlar kütüphaneye gelmiyorsa, biz onlara gidelim, diye düşünür. İki sandık yaptırır önce. Sandıklara ‘Kitap Ödünç Sandığı” yazdırır. İki sandığa 200 kadar kitap koyar, yükler sandıkları bir merkebe ve başlar köy köy dolaşmaya. Kütüphaneye de bir yazı asar: Sadece pazartesi ve cumartesi günleri açılacaktır.”
“1963’te Amerika’da dünya çapında bir yarışma açılır: Halkına Hizmet Götüren Gönüllüler Yarışması… (…)
Mustafa Güzelgöz, ‘İnsanlığa Gönüllü Hizmet Takdirnamesi’ni alır.
Ama ülkemizde her zaman olduğu gibi Güzelgöz, Kütüphanedeki vazifesini aksattığı gerekçesiyle şikayet edilir ve üç maaş tutarında kendisine bir ceza verilir.
Bu başarılı Hizmet’in başına da böyle bildiğimiz şeyler geldi… Tabii çok zâlimane ve gaddarca…
Ama biliyoruz ki, her şeyi yaratan Cenab-ı Haktır.
Şer de yaratsa mutlak bir hayır ve güzellik ciheti vardır.
Bizi meselenin esas bu tarafı ilgilendirir; acaba bütün bunlarda hikmet-i İlahiye nedir?
Acaba bütün bunlarla HİZMET nereye taşınmak istenmektedir?
ABDULLAH AYMAZ