"Modern teknolojinin imkânlarının kendilerine sınırsız bir şekilde sunulduğu bu şer şebekesi, kendileri gibi kötü ve şerre hizmet eden bir grup “devletlü”nün de sahte gücünü arkalarına alarak, ustalaştıkları itibar sû-i kastlarında, bazen öyle ileri gidebilirler ki, başbakan düşürüp yerine başkasını atayabilmeye kadar teşebbüs ederler. Belediye başkanlarını değiştirebilirler. Hatta hükûmetler yıkıp hükûmetler bile kurdurabilirler. "
Prof.Dr.Muhittin AKGÜL | samanyoluhaber.com
Cahiliye Devrinden Günümüze 'Yergi ve Sövgü' Birlikleri!
Câhiliye döneminin en önde gelen özelliklerinden birisi, şüphesiz ki söz ve şiirin zirvede oluşudur. Hatta Kur’ân’ın i’caz (eşsizlik, benzersizlik) yönlerinin başında, onun bir söz mu’cizesi olmasının da, bununla oldukça yakın bir ilişkisi vardır. Zira peygamberlerin mu’cizeleri, genellikle yaşadığı çağda revaçta olan bir alanla ilgili olmuştur.
Câhiliyede, günümüzdeki medyanın görevini, şâir, kâhin ve hatipler üstlenmişti. Panayırlarda yarışmalar düzenlenir ve dereceye giren şiirler, Kabe’ye asılarak, o gün açısından en şerefli bir konuma getirilmiş olurdu. Kabileler, genellikle kendilerinde bulunan şairlerin sayı ve şiir gücüyle şekillenirdi.
Şair, günümüzdeki gazete ve televizyon demekti; reyting veya tirajı yüksek bir medya gibi misyon icra ederdi. Zira onlardan biri, söylediği bir sözle, şerefli herhangi bir kabile ya da şahıs hakkında çok rahat itibar suikastı gerçekleştirebilir ve onları yerin dibine batırarak toplum içine çıkamaz hale getirebildiği gibi, şereften yoksun bir kabile ya da kişiye de kurguladıkları yeni imaj ile göklere çıkartabilirdi.
Hem Mekke hem de Medine'de, aynı zamanda sövgüden, yergiden, övgü, yağcılık gibi işlerden para kazanan şairler de vardı. Sözleri güçlü, şiirleri etkili ve hitabetleri de zirvedeydi.
Menfaat düşkünü, muhteris ve dilleri de uzun bu şairler, kimi zaman Allah Resûlünü, kimi zaman da diğer mâsum kimseleri yerer, iftiralar atar, Müslümanlara ağır hakaret ve ithamlarda bulunur, ortalığı karıştırmak adına sözün gücünden istifade ederek her türlü fitne ve fesada yol açabilirlerdi.
Mekke ve Medine’de bu anlamda pek çok şair vardı. Medine’dekiler aynı zamanda hem Mekkeli müşriklerle, hem de Medine’deki Peygamber düşmanlarıyla işbirliği yapar, şiirleriyle akla hayale gelmedik çirkefliklerde bulunur, iftiralar atar, Müslümanları diline dolar, onların ırz ve namuslarına saygı göstermez, bilakis ağır sözlerle hakaretlerde bulunurlardı. Bunlar, yaptıkları bu ahlaksızca iş karşılığında da, efendilerinden kese kese altınlar alır ve hayatlarını başkalarına attıkları iftiralarla (bugünün modern(!) tabiriyle ifade edecek olursak trollükle) ve gayr-ı meşru kazançlarla sürdürürlerdi.
Geniş bir konu olduğu için, bunları sadece o dönemin günümüze bir yansıması babından hatırlatmak istedim. Şimdi ise günümüze gelmek istiyorum. Evet günümüzde de câhiliye şâirlerini kendisine örnek edinerek, sövgü, iftira, jurnalcilik, insanlara, mü’min kadınlara dil uzatma, yazdıklarıyla toplumda kargaşa ve fesat çıkarma düşüncesinde oluşan yeni şâirler türedi. Bunlar her ne kadar şâir olmasa da, ancak yaptıkları iş bakımından, o günkü şâirlerin rolünü oynamaktadırlar.
Hatta bu yeni şâirler, eskisinden daha şerir ve tehlikeli bir durum arz etmektedir. Zira bunlar, ellerindeki medya aracılığıyla küresel bir düzeyde ve milyonlarca defa aynı günahı işlemekle birlikte, tarihtekilerin aksine, isim ve cisimlerini gizleyecek kadar da korkaktırlar. Bu şerir birlikler, farklı isim ve sıfatlarla medyada konuşlanmış ve devletin imkânlarını kullanan pis eller tarafından yönlendirilip yönetilmektedir. Bunları sahada göremez ve kimler olduğunu da bilemezsiniz. Bunlar sövgü ve iftiraya odaklanmış, sözüm ona çağdaş dijital itibar suikastçı aygıtlarıdır. Hatta bunlara, Hz. Sâlih (a.s.) döneminde şehirlerde kargaşa ve fesat çıkartıp her tarafa yayan karanlık şer şebekesi veya derin devletin maşası anlamında, “dokuz çete” de diyebilirsiniz. Sayıları elbette dokuzla sınırlı değildir. Dokuz mudur, doksan dokuz mudur, dokuz yüz doksan dokuz mudur? Bunların sayılarını, ancak kendilerini yemleyen ağaları bilir.
Yeni şâirlerin efendileri kendilerine neyi dikte ederse onu yaparlar, onu yazarlar ve onu söylerler. Bunların kendilerine ait orijinal bir düşünceleri yoktur. Tek düşünceleri, efendilerini râzı etmek ve onun uzatacağı ikramla hayatlarını devam ettirmektir. Özetle bunlar modern tufeylilerdir (asalaklardır).
Modern teknolojinin imkânlarının kendilerine sınırsız bir şekilde sunulduğu bu şer şebekesi, kendileri gibi kötü ve şerre hizmet eden bir grup “devletlü”nün de sahte gücünü arkalarına alarak, ustalaştıkları itibar sû-i kastlarında, bazen öyle ileri gidebilirler ki, başbakan düşürüp yerine başkasını atayabilmeye kadar teşebbüs ederler. Belediye başkanlarını değiştirebilirler. Hatta hükûmetler yıkıp hükûmetler bile kurdurabilirler.
Bunların herhangi bir ölçüleri yoktur. Dolayısıyla söyleyip yazdıklarının imana, dine, hukuka, ahlaka ve vicdana uygun mudur değil midir kaygıları da asla bulunmamaktadır. Dini terminolojiyle belirtecek olursak bunlar, “la yüs’el” haraket eden bir güruhtur.
Emredileni bir gecede yere serer, yine emredileni de bir gecede göklere çıkarırlar. Kimseye karşı herhangi bir sorumlulukları bulunmaz. Sorumlu oldukları tek kişi de yine yemlerini aldıkları kişidir.
Bu kişilerin kendileri karanlık oldukları gibi, çoğu zaman birbirlerini de tanımazlar. Câhiliye’nin aksine aynı binada, aynı masada, aynı kurumda çalıştıkları halde, kimsenin kimseden haberi olmaz.
Bu yergi ve sövgü makineleri, verilen bir emirle herhangi bir insan hakkında toplu hücûma geçer, gözaltı kararı aldırır, tutuklattırır ve hapse attırabilirler. Yazılarında fırlattıkları ziftlerden daha kara ve yapışkan bir hüviyet arzeden mesajları ile her şeyi karartarak, olayların toplumda ters yüz edilmesini ve böylece toplumun tamamen farklı bir algıya kapılmasını sağlayabilirler.
Bu kara ruhlar, öylesine şişirilmiş bir güce sahiptirler ki, temsil ettikleri düşüncenin içindekiler bile bunlardan çekinir hale gelir ve bunların nefeslerini her zaman enselerinde hissederler. Çünkü kötülüğe odaklanmış insan kılığındaki bu robotların şerri, sadece mahiyet değil, etki alanı olarak da herkesi yakacak kapasitedir. Bunu, fâsit dairenin sessiz tasdikçileri de çok iyi bilmektedir. Hatta tabir yerindeyse, şeytanın bile bunlardan istiâzesi (kaçınması ve sığınması) mümkündür denebilir.
Bu müfsid çete, kimlikleri meçhul olmasına rağmen, yaptıklarıyla o kadar malumdurlar ki, sadece kendi ülkelerinde değil, dünyanın değişik ülkelerinde bile net bir şekilde bilinmektedirler.
Bir gün gelir ve bu küresel çete haline gelen sövgü birlikleri, artık o kadar çekilmez bir hal almıştır ki, uluslararası kurumlar devreye girerek, susturulma zarureti hâsıl olur. Günümüzde bu “dokuz çetenin” adı: “TROLDÜR”
Bu trol ordusu, sahte anonimlik perdesi arkasında bulunmanın verdiği rahatlıkla internet ortamında, arlanmadan, utanmadan, yüzleri kızarmadan kötülük yapan, mâsum kimselere saldıran, forum, blog, twitter gibi iletişim araçlarını kullanarak sosyal medyada insanları provoke eden, öfkelendiren, küfreden, söven, iftiralar atan, yıkıcı ve bozguncu tavırlar sergileyen, kin ve nefreti toplumda sürekli körükleyen azgın ve müfsid kimselerdir.
Söz konusu yanıltıcı gizliliğin verdiği geçici örtü, onları kötülükte sınır tanımama, vicdani ve ahlâkî kaygı duymama gibi bir taraftan aldatıcı rahatlık sağlarken, diğer taraftan da sosyal medya aracılığıyla gerçekleştirdikleri yıkımın gerçek mağdurlarıyla yüz yüze gelmedikleri için de, muvakkat başarılarını sanki bir cihat yapıyor gibi sahte bir hisse de kapılabilirler. Halbuki bu yeni şâirlerin toplum için oluşturdukları tehdit ve tehlike, insanlığın korkulu rüyası olan veba, tâun, kanser ve günümüz corona virüslerinden bile daha beterdir.